Üniversitede otoriteyle ilişki problemi
İnsanın karşısına daha çok siyasal anlamıyla çıkan “otorite” kavramı, aslında hayatın her alanında mevcuttur. Her insan, otorite sahibidir; kendini yönetir. Sözünü geçirme, işleri yürütme, bir egemenlik alanına sahip olma gücü anlamındaki otorite, sosyal hayatta olmak zorundadır.
İnsan ebeveyn otoritesine doğar. Ailede, ekonomide ve siyasette otorite vardır. Bilim ve düşünce alanında otorite vardır, sanatta otorite vardır. Dolayısıyla üniversitelerde de otorite vardır. Otoriteyi reddetmenin herhangi bir nesnel temeli yoktur. Çünkü insan sorumludur ve imtihandadır; pek çok otoriteyle birlikte yaşamak zorundadır. Hayatı, otoriteler şekillendirir. Bu yüzden otoritelerin mevcudiyetleri, meşruiyetleri, sınırları tartışılmalıdır ki, taşlar yerine konulsun, her şey yerli yerine otursun.
ÜNİVERSİTELERDE OTORİTE
Üniversitelerde, bilim ve düşünce dünyasında “sözünün üstüne söz konamaz, çizdiği çerçevenin dışına çıkılmaz, ötesine geçilemez, vardığı yargı/sonuç tartışılamaz, aşılamaz” akademisyenlerin, öğretilerin, kuramların, kavramların, akademik kalıpların mevcut ve egemen oldukları görülmektedir.
Bilim ve düşünce alanındaki otoriteler arasında Batılı bilim adamları, filozoflar, ilahiyatçılar, yazarlar, fikir sahibi siyasal liderler vs. var. Bunların hepsi, bir “otorite”dir. Avrupa merkezli bilim anlayışının hakim olduğu üniversitelerimizde akademik çalışma yapmak, bir Batı dili bilmek ve Batılı otoritelerden aktarma yapmaktan ibarettir.
Tek tek söz konusu otoriteleri tartışmaktan çok, açtığı alanda, en başta sosyal bilimler alanında otoritenin varlığı, anlamı, boyun eğme ve baş kaldırmanın varoluşsal boyutu, daha da önemlisi üniversitelerimizde bir Batılı otoritenin egemenliğinin muhtemel sonuçlarını ele almak ve tartışmak gerekmektedir. Galiba ilk önce yapılması gereken de budur, akademik çalışmalar konusunda.
Akademik dünyada, bilgi ve düşünce dünyasında savunulduğuna göre bir otoritenin egemenliği, öncelikle söz konusu alana evrensel düzen ve dünya üniversiteleri arasında iletişim, hatta ilişki getirmektedir. Zira her türden farklılıklar, gerilimler, çatışmalar bu otoritenin belirleyiciliği altında yok olup gidecektir.
Avrupa merkezli bilim anlayışının sağladığı söz konusu küresel düzen, uzlaşma ve barış, hakikat üzerinde uzlaşmış olmaktan doğan bir barış olmayabilir; Batılı otoritenin tezlerini hakikatin tam ifadesi olarak kabul etmekten kaynaklanan bir barış da olabilir.
Dünya üniversitelerinde söz konusu Batılı otorite, elinde birtakım fiilî güç aygıtları olmadığından hiç kimseye yaptırım uygulamasa da, adeta günümüzde bilginin zirvesine çıktığı, en yüksek düzeye sahip olduğu için, her şeyi kesin şekilde belirleme yetkisinin kendisinde olduğunu düşünebilir. Bu bakımdan da Batılı otorite, çevresindekilerden itaat edilmesini isteyebilir. Peki Türkiye üniversitelerindeki söz konusu teslimiyetçi yaklaşım doğru mudur?
PROBLEM ÇÖZME SORUMLULUĞU ALMAMA
Herhangi bir problem ortaya çıkınca, Avrupa üniversitelerindeki otoritenin ne dediğine bakılmaktadır. Üniversitelerimizde yapılan akademik çalışmalarda Batılı otoritelerin eserleri referans gösterilmektedir.
Batılı otorite, pozitivist paradigmayla genel çerçeveyi çizdiğinden Türkiyeli akademisyenlere düşen, söz konusu çerçevenin içindeki boşlukları doldurmak; onun söylediğini daha da açık hale getirmektir. Yaygın olan Batılı otoriteyle ilişki budur: Kuramları, kavramları, akademik kalıpları aktarmak..
Türkiyeli akademisyenler Batılı otoritenin söylediğinden farklı, yeni bir şey söylemeye kalkarlarsa, yanlış mı yapmış olurlar? Yeni şey söylemeye neden şiddetle tepki gösterilir? Bu tepki otoritenin ‘yanlış yapmayacağı’ inancından, ‘otoriteye karşı çıkılamaz’ düşüncesinden olabilir mi?
Batılı otoritenin örneğin sosyal bilimlerde her söylediğini kanun telakki eden, düşüncelerini irdelemeden kabul eden Türkiyeli akademisyenler “zihinsel sükûnet hâlinde” olmaktadırlar. Rahatsız eden problemler batılı otorite tarafından, hatta oryantalistler tarafından çözüme kavuşturulduğu için üniversitelerimizde sosyal bilgi ve düşünce alanında kimsenin kılını kıpırdatması gerekmez. Ortaya çıkan problemleri tanımlama, araştırma ve çözme sorumluluğu Batılı otoriteye yüklenir hep.
Hiçbir zaman Batılı otorite dışındakiler problem çözmeye yanaşmazlar, çözme sorumluluğu üstlenmezler. Bu yüzden de problemler karşısında rahattırlar. Oysa öğrenmenin bilinmediği, araştırma yapılamayan, seçenekler üretilemeyen ve doğru seçeneğin seçilemediği çocukluk dönemine özgü durumlardır bunlar.
AKADEMİK ÇALIŞMALARDA AKTARMACILIK
İlk bakışta bir sosyal bilim dalında, problemi tanımlamayı ve çözümünü Batılı akademisyenden bekleme, kararı Batılı otoritelerin almasını isteme, çözüm sorumluluğundan kaçma durumu birilerine olumlu gözükebilir.
Aslında üniversitelerimizde dehşet verici bir kısırlığı, bir trajediyi ortaya çıkarır bu yaklaşım. Çünkü karşılaşılan problemlerin çözümünün Batılı otorite de olsa başkasından beklendiği böyle bir ortamda asla “yeni” ve “özgün” şeyler üretilemez. Yapılan tez yazma ve makale yazma gibi akademik işler, hep aynı şeyin tekrarı olmaktan öteye gidemez. Yurt dışında akademik çalışma yapanlar ev zencisi mutluluğunu yaşarken, ülkesindeki meslektaşlarına tarla zencisi muamelesini reva görebilmektedir.
Zihinler Türkiye üniversitelerinde keşfe çıkmazlar, sadece “en iyi tekrar” yarışı içine girerler. Üniversitelerimiznde akademik her şey, bilgi, yorum, açıklama donup katılaşmıştır…
Batı’daki Skolâstik dönemde görülen manzaradır bu aslında. Orta çağda her şey otoritere bağlı olduğu için, bilgi ve düşüncenin verilerini, içeriğini ve sınırlarını bu otoriteler belirlemiş; dolayısıyla bilgi ve düşünce özgürce gelişerek büyüyüp serpilmemiştir.
Bizim üniversitelerimiz de –geleneğinde Skolastik yapı kazanmamış olmakla birlikte-, buna hiç de yabancı değildir. Batılı otoriteye havale ederek bilgi üretme biçimi, bizdeki adıyla “şerh geleneği”; yani bir şeyin doğasını ve anlamını olabildiğince açığa çıkarmayı hedefleyen bir bilgi ve düşünce üretimi değil, sadece çizilen çerçeveyi doldurma işidir.
ÜNİVERSİTELERDE OTORİTEYLE İLİŞKİ PROBLEMİ
Batılı otoritelerin izinden akademisyenler, “acaba” sorusunu sorup yeniden bir anlama-yorumlama etkinliği içine girmedikleri için… Galiba bu çevirilerde metinleri herkes birbirinden kopyalamış; bilmiyoruz. İşte otoritelere kayıtsız şartsız tâbiiyetin olumsuz neticelerinden birkaçı…
Bu noktada, dünya üniversitelerinde “en yetkin” olanlarla, burada kastedilen Batılı “otoriteler”i birbirinden ayrı düşünmek gerektiğini vurgulamalıyız. Diğer yandan, pozitivist bilim anlayışını temsil eden Batılı otoritelerin olumsuzluğu, birkaç satır okumuş herkesin kendini “bir bilen” olarak ilan edebileceği ya da yetkin kişilerin yetkinliğini reddetmek gerektiği anlamına gelmez. En yetkin olan ya da akademik çalışmalara hizmeti geçenler, elbette şükranla anılmaya layıktır.
Bilgi sınırsızsa eğer (ki bu konudaki yargılar sadece bir kabuldür), hiç kimse bu sınırlara ulaşamayacak demektir. Bilginin sınırları varsa eğer, o sınırlara ulaşmadan otorite olunamaz. Dolayısıyla bu anlamda tek otorite, Allah olabilir, kul değil! Çünkü onun ilminin sınırı yoktur. Sürekli gelişen kavrayış göstermektedir ki, bilinmesi gereken şeyler üzerine “ezeli ve ebedi doğruluk” elde edilmiş değildir. Ezelî ve ebedî doğruluk, tanrısal bir şeydir. İnsan ise insan oluş sınırlarını, varoluş şartları gerçeğini aşamaz.
Batılı otoritelerin ve Avrupa merkezli bilim anlayışının üniversitelerimize egemenliği, gelecekte daha yetkin kişilerin yetişmesinin engelidir. Batılı otoriteler “mutlak doğruları vazedenler” olarak görüldükçe ne düşünce ve kavrayış ufku gelişecek, ne de yapılan yanlışlar düzeltilebilecektir.
Eğer hakikat sevdalısıysak, kesinleşmiş hakikatlerin kâşiflerine şükran duymak, henüz kesinleşmemiş olanlarının keşfine çıkmak ve bu keşif yolculuğundakilere kulak vermek zorundayız elbette.
-
Bülent duman 2 yıl önce Şikayet EtLütfen az ve öz anlatalımBeğen