Mustafa Yürekli
Mustafa Yürekli
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Hakikat güneşi balçıkla sıvanamaz

GİRİŞ 03.10.2023 GÜNCELLEME 05.10.2023 YAZARLAR

Avusturya'nın başkenti Viyana’da  Birleşmiş Milletler binasının bahçesine dört Müslüman heykeli dikilidir.  İbn Sina, Biruni, Zekeriyyâ er-Râzî ve Ömer Hayyam,... Ön plandaki Avicenna diye yazmış in İbn Sina.

İnsanımız ‘Kendimizi Batıya anlatamıyoruz!’ diyor. Batı bizi biliyor. O kadar iyi biliyor ki heykelimizi gözünün önüne koymuş; hiç unutmamak için.

Batıcılar, Türkiye’nin bir Batı ülkesi olduğunu, Batı ile kader birliğini yaptığını söylüyor. Cumhuriyet tarihi, İslam tarihi içinde anılmıyor. Yakın tarihimiz, Avrupa tarihi içinde anılıyor mu? Avrupa tarihi içinde Türkiye nasıl anlatılıyor? İslamofobi bir kültür politikası olarak ne ifade ediyor?

Milletimiz yeniden sağlığına kavuşması için, devletimizin güçlenmesi için, İslam Medeniyeti’nin yeniden ayağa kalkması için, kendi tarihimizle, dinimizle, medeniyetimizle ve kültürel kodlarımızla insanımızı buluşturmaya ihtiyacımız var.

İSLAM FELSEFESİNİN BATIYA ETKİSİ

Ortaçağ Avrupası bir yandan Haçlı seferleri, öte yandan 250 yıl süren Sicilya ve 700 yıl devam eden Endülüs İslâm devletleri kanalıyla İslâm medeniyetini tanıma imkânına kavuştuktan sonra bu medeniyetin temelini oluşturan bilim ve felsefeye karşı şiddetli bir iştiyak duydu. Bu amaçla İslâm bilim ve felsefesinin klasik dönemine (VIII-XIII.) ait literatürün önemli bir kısmı X. yüzyıldan itibaren Sicilya ve Endülüs yoluyla Batı’ya intikal etmeye başladı. Rahiplerin öncülüğünde Leon, Reims, Chartres ve Paris gibi ünlü katedral okullarında başlayan bu hareket gelişerek devam etmiş, söz konusu okullar XIII. yüzyıldan itibaren kurulmaya başlayan Batı üniversitelerinin çekirdeğini oluşturmuştur.

Batı’nın uyanışını sağlayan en önemli etken Arapça’dan yapılan tercümelerdir. Sicilya 1194’te Alman Staufen hânedanının eline geçtikten sonra II. Friedrich zamanında (1212-1250) tercüme hareketi Batı’da altın çağını yaşıyordu. Arapça bilen ve İslâm kültürüne hayran olan kral, ölümünün üstünden kısa bir zaman geçmiş bulunan İbn Rüşd’ün eserlerini temin ederek Latince’ye çevirtmişti. Ayrıca Endülüs, Mısır, Şam ve Irak bölgelerinde hüküm süren emirlere, felsefî sorular içeren mektuplar göndererek İslâm düşünürlerinin bunlara cevap vermesini rica etmişti.

200 yıl devam eden bu faaliyette Tuleytula (Toledo), Kurtuba (Córdoba), Palermo, Paris, Napoli, Bolonya ve Padua gibi şehirlerde tercüme okulları veya tercüme merkezleri kurulmuştu. Bunlardan Tuleytula ile Palermo’dakiler en büyük ve en verimli iki okuldu.

Batı’yı 500 yıllık uykusundan uyandıran bu olumlu gelişmelerin ilim ahlâkı açısından bir de olumsuz yanı vardı. Bir kısım mütercim ve yazarlar İslâm bilginlerinin eserlerinden yaptıkları özetlere veya seçmelere kendi imzalarını koyuyor ve eserin gerçek müellifinden söz etmiyorlardı. Bugün çağdaş ilim tarihçilerinin kanıtlarıyla ortaya çıkardığı bu tür intihal olaylarına, ahlâkî zaafın yanında Doğu karşısında duyulan kompleksin veya dinî otoritenin tepkisinin de sebep olduğu düşünülmektedir. Bu durum giderek öyle bir hal almıştır ki XVI. yüzyıldan sonra gelen Batılı yazarlar asırlarca faydalandıkları İslâm bilgin ve düşünürlerinin eserlerine en basit bir göndermede dahi bulunmamışlardır. İslâm filozoflarına ait eserlerin Latince ve İbrânîce’ye yapılan tercümelerinin tam listesi bugüne kadar çıkarılmış değildir.

Felsefeden başka birçok İslâm âliminin Latince’ye çevrilen matematik, astronomi, kimya ve tıp alanındaki eserleri de dikkate alınacak olursa, Rönesans’ın hazırlanmasında Batı’nın İslâm bilim ve felsefesine neleri borçlu olduğu daha iyi anlaşılır. Nitekim XIII. yüzyıl Avrupa’sında İbn Sînâcılık (İng. Avicennism; Fr. Avecennaisme) ve İbn Rüşdcülük (İng. Averroism; Fr. Averroisme) adıyla yaygın iki felsefî akım bulunmaktaydı. Önde gelen her düşünürün bu akımlardan biriyle veya her ikisiyle yakın ilişkisi vardır. Meselâ Siger de Brabant aşırı bir İbn Rüşdçü olarak tanınırken Roger Bacon İbn Sînâcı’dır. Öte yandan Albertus Magnus’u okuyan birinin, “İbn Sînâ’yı mı okuyorum” diye tereddüde kapılması mümkündü. St. Thomas ise İbn Sînâ’dan ziyade eleştirdiği İbn Rüşd’ü âdeta adım adım takip etmektedir. Bir başka ifadeyle İbn Sînâcılık Eflâtun, Yeni Eflâtunculuk ve Saint Augustinus’un etkisinde gelişen mistik eğilimli Fransisken tarikatı mensupları arasında yayılırken İbn Rüşdcülük Paris Üniversitesi muhitince savunuluyordu.

Prof. Dr. Mahmut Kaya, İslâm Felsefesinin Batı’ya Tesirleri’ni TDV İslâm Ansiklopedisi’ne yazdığı ‘Felsefe’ maddesinde uzun uzun anlatmaktadır. (1995, c. 12; s. 311-319). Bu bilgileri, sözkonusu yazıdan aldım.

İBN SİNA VE BİRUNİ’NİN HEYKELLERİ

Viyana’da  Birleşmiş Milletler binasının bahçesine dört Müslüman’ın heykeli dikmek ne anlama geliyor? Her şeyden önce İslam medeniyeti en parlak dönemindeyken Avrupa’nın Ortaçağ Karanlığı’nda oluşunu itiraflarıdır. İslam alimlerinin parlak başarılarını ve Avrupa kültürüne etkilerini gizleyemiyorlar.

İbn-i Sina 980 yılında Özbekistan'ın Buhara yakınlarındaki Afşana kentinde dünyaya gelmiştir. Asıl adı Ebu Ali El-Hüseyin İbni Abdullah İbn-i Sina El-Belhi'dir. İbn-i Sina, 11. yüzyılda yaşamış önemli bilim insanıdır. İbn-i Sina Tıp ve felsefe alanında 200 kitap yazmıştır. Eserleri, hem Doğu'da hem de Batı'da büyük bir etki yaratmıştır; günümüzde de okunan ve çalışılan eserler arasındadır. İbn-i Sina’nın Şifa kitabı ortaçağda Sufficientia olarak bilinen, mantık, psikoloji, tabi bilimler, metafizik ve fiziği de içeren on sekiz bölüme sahip geniş kapsamlı bir eserdir. Tıp ve felsefe konularında 200 adet eseri bulunan İbn-i Sina, tıp alanında yedi yüzyıl boyunca temel kaynak eser olarak süregelen "El-Kanun fi't-Tıb" (Tıbbın Kanunu) adlı kitabı ile ünlenmiştir. Bilim dünyasında hekimlerin piridir; dünya tıp tarihinin önemli isimlerinden biridir. Batılılar İbn-i Sina'yı Avicenna ismi ile tanımaktadırlar; modern bilimin kurucusu, büyük üstat olarak bilinmektedir. ‘Dünyayı Değiştiren 100 Bilim Adamı’ listesinde ilk sıralarda yer almaktadır. Günümüzde Avrupa'da dahi pek çok hastanenin ve sağlık merkezinin adı Avicenna'dır. Her yıl Ağustos ayının 3.  haftası  İbn-i Sina Haftası olarak anılmaktadır.

İbn Sina, ilk önce 10 yaşında Kur'an'ı ezberledi ve ardından edebiyat, dil, fıkıh ve akaid eğitimleri aldı. 16 yaşında tıp alanı ile ilgilenmeye başlamış, inanılmaz zekası ve yaratıcılığını kullanarak yeni tedavi yöntemleri geliştirmeyi başarmıştır.19 yaşına geldiğinde ise doktor olarak anılmaya ve hasta tedavi etmeye başlamıştır.

Biruni (d. 973 - ö.1051)  ise Harizm'in başkenti Kas'da doğmuştur. Asıl adı, Ebu'r-Reyhan Muhammed b.Ahmed al-Birunî al-Harizmî’dir. Birunî, bilim ve düşünce tarihinin en büyük ve en renkli bilginlerinden biridir. Birunî'nin, İbn Sina ile çağdaştı; görüştüklerine dair rivayetler vardır. Birunî'nin180 kadar kitap yazdığı bilinmektedir.

Birunî, matematik, astronomi, matematik, doğa bilimleri, coğrafya ve tarih ve matematiksel coğrafyada büyük bir bilgindir. al-Kanun ul-Mes'ûdî adlı eseri de astronomi açısından çok değerli bir kaynaktır. Rasat yapma ve rasathane kurma açısından İslam Medeniyetine büyük hizmetler yapmıştır. Dünyanın yuvarlaklığı ve döndüğü üzerinde durmuştur. Yer çekiminin tespitini yapmıştır. Birunî, matematiğin trigonometri dalında çağma göre çok değerli çalışmalar yapmış ve trigonometriye yön vermiştir. Trigonometri fonksiyonlarının birer oran ve sayı niteliğinde olduklarım söylemiştir. Sinüs, kosinüs ve tanjant fonksiyonlarına sekant, kosekant ve kontenjanı fonksiyonlarını eklemiştir. Bu çalışmalarını, olağanüstü bir kaynak niteliğindeki Âsâr ul-Bakiye' ani'l-Kurûn Il-Haliye adlı eserinde toplamıştır. Özgül ağırlık konusunu ilk kez Birunî düşünmüştür. Onda çeşitli madenlerin birbirinden ayırt edilmesinin, bunların özgül ağırlıklarıyla mümkün olacağı düşüncesi vardır. Birunî, birleşik kaplar ilkesi, su kaynaklarının yararlı bir biçimde kullanılması, kuyulardan yükseklere su çıkarılması ve kanalların yararlı hale getirilmesi konularında da çalışmıştır.

Birunî, coğrafva alanında büyük otoritedir. İran, Afganistan ve Kuzey Hindistan'ı dolaşmıştır. Birunî, Afrika, Finlandiya, Cava, Malaya ve Serendip adaları hakkında bilgiye sahipti. İyi bir tarihçi ve dinler tarihi araştırıcısi olan Birunî, özellikle Hindistan'daki inançları iyi incelemiş ve karşılaştırmalar yapmıştır. Anadili Türkçe'ydi; Arapça, Farsça, Sanskritçe, İbranice, Süryanca, Yunanca bildiği diller arasındaydı. Hoşgörüsü, eleştirici zihniyeti, gerçeğe değer verişi, cesareti, özgür düşüncesi ve deneylerden sonuç çıkarma özellikleriyle Birunî kendisini bilim tarihine kabul ettirmiştir.

Zekeriyyâ er-Râzî ve Ömer Hayyam’ı da anlatmak isterdim, ama bir köşe yazısının hacmini zorlayan bu yazıya sığdırmadım. Başka yazılarımda onları da tanıtırım inşallah.

HAKİKAT GÜNEŞİ BALÇIKLA SIVANAMAZ

Avrupa, Hıristiyanlığı İslam ile aşma fırsatını değerlendirmedi. İslam kültür ve medeniyetini yağmaladı. Bu kültürel yağma, Amerika ve Afrika’nın doğal kaynaklarını yağmasından daha korkunçtu.. Çünkü kolonyalizm ve emperyalizmle insanlığın son beş asrını kana boyarken sadist siyaset anlayışını, ihtiras ve hiddetini dizginleme imkanını heba etti. Savaşlar, işgaller, terör derken en sonunda İslamofobiye gelip dayandı.

Avrupa İslam’ı antik Helen düşüncesine merdiven yaptı.. Helen felsefesinin kurucularından Sokrates, Peygamber aleyhisselamdan bin yıl önce yaşamıştı.. Dolayısıyla Avrupa İslam’dan gerideki pagan düşüncesiyle Hıristiyanlığı aştı. Zaten Hıristiyanlık da m.325’te İznik konsülünde teslis inancını kabul ederek Helenleşmişti ve içinde paganizm vardı. Avrupa kalın kafalılığı ve kabalığı İslam karşısında zorlandı ve Helen paganizminde israr etti. Roma hukuku, Helen düşüncesi ve Hıristiyan ahlakı demek olan Avrupa uygarlığı gücü esas almaktaydı.. Coğrafi keşifler diye kavramlaştırdıkları dünyayı yağlama ve vahşet projesi olan modern paganizmi tercih ederken de İslam’a düşman oldu.

Batıla karşı hak, Avrupa cahiliyesine karşı İslam, son beş asırda tarih denen hadise bu. İslamın kültür siyasetinin temsilcileri olan İbn Sina, Biruni, Zekeriyyâ er-Râzî, Ömer ve Hayyam’ın heykellerinin Viyana’da  Birleşmiş Milletler binasının bahçesinde dikili olmasının anlamı, bilim ve düşünce tarihindeki İslam güneşinin gözlerini kamaştırmasıdır.

Avrupa ve ABD’nin temsil ettiği kapitalizm, 11 Eylül 2001’den beri İslamofobiyi küresel ideoloj olarak benimsedi, emperyalist işgalleriyle yaygınlaştırmaya çalışıyor.. Fas’tan Filipinler’e kadar büyük İslam ülkesi, BM Güvenlik konseyindeki beş ülkenin, Asya’da Çin ve Rusya’nın, Avrupa’da İngiltere, Fransa ve Almanya’nın ağzının suyunu akıttığı, paylaşamadığı, işgal edip terör estirerek rekabet ettiği bir alan.. Kurt bulanık havayı sever, 1948 İsrail’in kuruluşu, 1978 Rusya’nın  Afganistan’ı İşgali, ABD’nin 2003 Irak işgali İslam milletini şiddet diline çekip işgallerini meşrulaştırmak amacı güdüyor.. Müslümanları büyük devlet olmaktan, kurtuluş çalışmalarını planlamaktan, tepkiselliğe düşürmekten başka çareleri yok.. Gücü yeten haklıdır ve kazanır diyorlar.. Viyana Birleşmiş Milletler binasının bahçesindeki Müslüman heykelleri ise barbarlıklarını yüzlerine vuruyor. Batı cahiliyesi, barbar gücüyle hakikati öldüremez.

Günümüzde İsveç, Danimarka ve Hollanda Avrupa devletleri, Kur’an-ı Kerim yakarak Viyana Birleşmiş Milletler binasının bahçesindeki Müslüman heykellerinin verdiği acıyı dindirmeye çalışıyor.

Hakikat güneşi balçıkla sıvanamaz. Kur’an-ı Kerim yeni bilim insanları ve düşünürleriyle çağını kuruyor inşallah. Kur’an-ı Kerim insanlığın ufkuna kurulmuş, oradan konuşuyor; İslam milleti, Avrupa devletlerine de onu dinletecek.. Bugün Avrupa kendi Ortaçağ Karanlığı’ndan utandığı gibi yarın İslamofobiden de utanacak..

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL