Bilinç içerden açılıp kapanır
Akıl ve iradelerini doğru kullanıp istikamet üzere düzgün yaşayan, sahte tanrılar yerine Allahu zül celale bağlanıp emrine girerek iradesini kişisel irade haline getirenler, imanı tercih edenler, Allah’ın dostları, mânevî yakınları (evliya) ve yönettiği insanlar olurlar: “Allah, iman edenlerin velîsidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri ise sahte tanrılardır; onları aydınlıktan çıkarıp karanlıklara sokarlar. İşte bunlar ateşliklerdir, bunlar orada devamlı kalıcıdırlar.” (Bakara Suresi; Ayet: 257)
Velâyet iki yoldan oluşur: Akrabalık ve iman. Baba, dede, amca... çocuğun, torunun, yeğenin velisi olduğu gibi mümin kadınlar ve erkekler de birbirlerinin velileridir (Tevbe 9/71). Veli, velâyeti altındaki insanı korur, menfaatini gözetir, yardımcısı olur, tarafını tutar, sahiplenir ve gerektiğinde temsil eder. Bu âyette Allah, imana bağlı velâyet çerçevesine kendisini de dahil etmektedir. Bu müminler için büyük bir şeref, güven kaynağı ve heyecan vesilesidir.
Velisi Allah olan bir müminin elbette yolu aydınlık olur, Yüce Veli’si onu karanlıklardan çıkarır, nura ve aydınlığa kavuşturur; kalbi huzurlu ve nurlu, zihni berrak, aklı karışıklıktan uzak olur, yani mümin için tabii hal budur. Bu normal durumu bozan ârızaların giderilmesi için de başta “zikir” olmak üzere çeşitli ibadetler vardır: “İnkârcılar, peygamberine ‘Rabbinden bir mûcize indirilseydi ya!’ diyorlar. De ki: “Allah dilediğini saptırır; kendisine yöneleni de gerçeğe ulaştırır. Bunlar, iman edenler ve Allah’ı zikrederek gönülleri huzura kavuşanlardır. Bilesiniz ki gönüller ancak Allah’ı zikrederek huzura kavuşur. ” (Ra’d Suresi; Ayet: 27-28)
Bir uyarıcı ve bir müjdeleyici olarak peygamberin görevi mûcize göstermek değil, insanları uyarmak; onlara hakkı, adaleti, doğruyu, iyiyi ve güzeli göstermek; haksızlık, adaletsizlik ve sapkınlıktan sakındırmaktır. Allah Teâlâ bir lutuf olarak gönderdiği peygamberleri mûcizelerle de desteklemiştir; ancak inkârcılar Peygamber sallahu aleyhi vesellemin getirdiği mûcizeleri yeterli bulmuyor, herkesin kabule mecbur kalacağı bir mûcize istiyorlardı; bu bilincin kapısının dışardan kırılıp dağıtılmasını beklemektir. Böyle bir mûcize ise imtihan amacını ortadan kaldıracağı için ilâhî hikmete uygun değildi. Allahu Teala kendisine yönelme ve bağlanmanın bilinçli bir seçim olmasını istemektedir.
Ayete göre kafirlerin davranışında eksik olan mûcize değil, doğruyu bulma arzusudur; dolayısıyla iradedir. Kafirlerde varoluş sorumluluğunu üstlenme, doğruyu bulma arzusu, hakikat merkezli varoluş çabası olmadığı için peygamberin getirdiği mucizelere rağmen inatla inkârcılıklarını sürdürmüşlerdir. Allah Teâlâ tercihini bu yönde kullanan kimseleri zorla doğru yola iletmez. Bilâkis onları kendi iradeleri ve tercihleriyle baş başa bırakır, sapkınlıkları içerisinde bocalar dururlar; inkârcılık, gaflet ve isyanda ruhlarına yerleştikten sonra inanma güçleri zayıflamış olacağı için iman da edemezler. İşte Allah’ın dilediğini saptırmasından maksat budur. Allah doğruyu arayıp Hak ve hakikate yönelenleri, tercihlerini istikamet üzere yaşama yönünde kullananları hidayete erdireceğini haber vermektedir. Bu ayette asıl önemli olan husus, doğru yolu arayanların vasıflarını bildirmesidir. Âyetin bağlamı dikkate alındığı takdirde Allah’ı zikretmekten maksadın Kur’an olduğu düşünülebilir. Zira bir önceki âyette inkârcıların kabul etmedikleri şey Kur’an’dı; buna karşılık müminlerin gönüllerini huzura kavuşturan zikir de yine Kur’an’dır. Ayrıca Kur’an-ı Kerîm’de birçok yerde zikr kelimesi Kur’an’ın adı olarak geçmektedir (meselâ bk. Hicr 15/9; Nahl 16/44; Enbiyâ 21/50; Fussılet 41/41 vd.).
Zikr masdar olarak “anmak” mânasına gelir; âyette bu mânanın yani dil veya kalp ile Allah’ın anılmasının kastedilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Allah’ın hidayete erdirdiği dostları, Allah’a ve Kur’an’a gönülden ve samimi olarak inanan, Kur’an-ı Kerîm’i okumakla ve Allah’ın adını anmakla kalpleri huzur, ruhları sükûnet bulan kimselerdir. Allahu Tealayı zikir, Kur’an-ı Kerim’e sımsıkı sarılma, bilinç düzeyini Kur’an insanı, toplumu ve devleti seviyesine çıkarmak için İslami ilimleri ihya etme ve İslam yönetimiyle medeniyet haline getirme boyutuna kadar varır.
Sahte tanrıları veli edinenlerin durumu ise müminlerinkinin aksinedir: Nur yerine zulmet, aydınlık yerine karanlık, huzur yerine huzursuzluk, akıl karışıklığı, sapıklık ve anarşidir.
Allah celle celaluhunun en güzel isimlerinden (Esmâ-i Hüsnâ) biri de “el-Veliy”dir. Bu “el-Veliy” ismi, insanın sıfatı olarak kullanıldığında ise, Allah’ın dostu ve sevgili kulu demektir. Kur’an- Kerim’de hem Allah’ın biz kullarına dost olduğu, bizleri sevdiği ve her türlü kötülüklerden esirgediği hem de kulların Allah’a dost olmaları gerektiği ifade edilerek, Peygamber sallahu aleyhi vesellemin şahsında bütün müminlerden, Allah’a inanç ve bağlılıklarını “Benim velîm...Allah’tır” sözleriyle ortaya koymaları istenmektedir. Ayrıca, müminlerin yüce Allah’a olan sevgi ve bağlılıklarıyla O’nun kendisine inanıp bağlanan iyi kullarına olan sevgisi, koruyuculuğu ve lütufkârlığı dile getirilmektedir.
“Veli” kavramı, dost, arkadaş, seven, yardım eden, koruyup gözeten, birinin işini üzerine alan, idare eden gibi anlamlara gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’de hem Allah için hem de diğer varlıklar için kullanılmıştır:
“... Allah dost olarak yeter. Allah yardımcı olarak da yeter.” (Nisâ Suresi, Ayet: 45)
“Yoksa onlar Allah’tan başka dostlar mı edindiler? Hâlbuki gerçek dost Allah’tır…” (Şûra Suresi, Ayet: 9),
“O, insanlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indiren, rahmetini her tarafa yayandır. O, dost olandır, övülmeye lâyık olandır.” (Şûrâ Suresi, Ayet: 28)
Dolayısıyla Allahu Teala ile müminler arasında sıcak bir bağ vardır; müminler Allah’a gönülden inanıp bağlanmakta, o bağı koparmamak için ilhai düzene uyumlu ve O’na saygılı yaşamakta, O’nu dost bilmekte; Allah azze ve celle de onları sevmekte, yollarını aydınlatan kitabı göndermek suretiyle doğru yolu bulup o yolda yürümelerini sağlamaktadır: “Çünkü benim velim, Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren Allah’tır. O, bütün salihlere velilik eder.” (A’râf Suresi, Ayet: 196)
“O, bütün salihlere velilik eder.” ayetindeki “salihler” ifadesiyle müfessirler, Allah’a ortak koşmayan ve O’na isyan etmeyen; emir ve yasaklarına riayet eden kimselerin kastedildiğini söylemiştir. “O’nun bütün salihlere velilik etmesi”nin anlamı, onları görüp gözetmesidir. Onlara yardım eder, isteklerini yerine getirir, çağrılarını duyar ve ihtiyaçlarını giderir. İyi insanlara karşı kötülerin kurduğu tuzakları ortadan kaldırıp onları korur, demektir.
Allah celle celaluhu, müminlerin velisidir. Bu sebeple Allah celle celaluhu velâyetini kullarına ulaştırma adına, onların dünya-ahiret saadetini temin etmek için koyduğu kuralları ve kulluk programını kendilerine duyurmak üzere kitaplar göndermiştir. Nasıl ki bizler velayetimiz altındaki kişilere, bir veli olarak arzu ve istediklerimizi bildiriyorsak, velimiz olan Allahu zül celal da gönderdiği peygamberleri aracılığı ile bizlere, iradesini, emir ve yasaklarını bildirerek istediği mükemmelliğe ulaşmamızı istemektedir.
İyileri dost edinen, onların velayetini üzerine alan Rabbimiz Allahu Teala gönderdiği kitaplarla kullarının elinden tutar, onları doğruya, hakka, hidâyete sevk ederek tüm kötülüklerden, zulüm, zorbalık ve düşmanlıklardan korur. Bunun karşılığında müminler de Allahu Tealayı severler. Allah sevgisi ise, O’nun yüceliğini ve nimetlerini bilme ve düşünme neticesinde kişinin kalbinde meydana gelen çok özel bir duygunun tezahürüdür. Bu duyguya sahip olanlar Allahu tealaya karşı saygılıdırlar, O’nun emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınırlar. Allah yolunda ve din uğrunda gayret göstermekten, mallarını ve canlarını feda etmekten kaçınmazlar. Kur’an-ı Kerim’in insanlığı ulaştırmak istediği hedeflerin başında Allah’ın birliği inancına ve Allah’ı her şeyden daha çok sevme duygusuna ulaştırmaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “İman edenler ise en çok Allah’ı severler” (Bakara Suresi; Ayet: 165) buyrularak bu hedefe işaret edilmektedir.
İslam’da hakiki sevgi, el Vedud isminin tecellisi olan Allah sevgisidir. Çünkü mahlûkatın asıl varlığının sebebi, kendilerine lütfedilen iyilik ve ikramların, maddî ve mânevî nimetlerin sahibi de Allahu tealadır. En iyi, en güzel olan O’dur. Bütün iyilikler, güzellikler O’ndan gelir; bu sebeple sevilmeye en çok lâyık olan O’dur. İnsana düşen, bütün bu nimetlerin farkındalığında, gönül borcu, minnet ve şükran duygusuyla kulluk yapmaktır.
Bu yüzdendir ki biz kulların yaratıcımız olan Rabbimizin velayetine layık olma adına O’nu her şeyden çok sevmeli, bütün ilişkilerimizin bu sevgiye, dolayısıyla Allah’ın hoşnutluğuna göre düzenlenmesi gerektiğinden, bu ilişkilerimiz bilinçli ve iradeli olmalıdır. Bu sebepledir ki Rabbimize karşı üzerimize düşen kulluk görevlerimizi eksiksiz yapmaya gayret sarf etmeli, takvayı tercih etmeli, kulluk bilincimizi daima zinde tutmalıyız.
Bilincin kapısı penceresi içerden açılır; imtihan hikmeti gereği bilinci yönlendirmek, açmak ve kapamak insanın iradesine bırakılmıştır.. İnsan, Hak ve hakikate açarak eriştiği kulluk bilincini berrak tutabilmek için Allah sevgisini aşk derecesinde heyecanla yaşamalıdır..
-
Sinan 2 yıl önce Şikayet EtRabbimize dost olduğumuzu dilimizden kalbimize indirdiğimiz zaman müslümanlar için her şey çok farklı olacak inş.. rabbim razı olsun hocam...Beğen
-
Abdullah 2 yıl önce Şikayet EtTşklerBeğen