Siyasal tutumun yargısal boyutu
Düşünce ve eylem, bir yandan insanın hayatın içinde varoluşunu gerçekleştirirken, diğer yandan bu sosyal, ekonomik, hukuki ve siyasi boyutlarıyla bütün bir varlığını dönüştürme gücüne de sahiptir.
“Söz” ü başlatan, genelde düşünce ve eylem boyutlarıyla irdelenen bu güç, anlamı da mümkün kılarak; ‘varlık alanı’na ilişkin tüm güç savaşımlarının özünü oluşturur.
Dünya görüşü, varlık tasavvuru ve düzen düşüncesi tutarlı bir bütünlüğe ulaşırsa en büyük sosyal sistem, yani medeniyet haline gelir.
İnsan bu maddi / manevi güç savaşımda kazanır ya da kaybederken yitirdiklerinin yerine yenisini koyabilme; bir anlamda tüketirken yeniden üretebilme yetisine de sahip olduğunu kanıtlar.
Siyasal olan ise hiç kuşkusuz güç savaşımlarının alanıdır ve hiçbir savaş iktidar gerçeğinden bağımsız ele alınamayacağı gibi iktidar da tüm gücünün ve bu gücün dayanağı meşruiyetinin kaynağı değerler alanından bağımsız değildir.
İktidarın –kültürlenmenin baş kaynağı olarak- ‘her yerdeliği’ kavramıyla karşılanan ve vurgulanan asıl bu gerçekliktir. İnsanın varlık alanında karşılaştığı ya da ürettiği düşünce ve eylem ikiliğini anlamlandıran değer, yine varlık alanındaki tüm sistemleri etkileyen ve hatta kapsayan siyasal düzlemin -toplumsallaşma ve kültürlenme sonucu değişken ve bir o kadar da belirleyicisidir.
Evrensel değerler, zaman ve şartlar, bu değişkenlik ve belirleyiciliğin ölçütlerindendir. Bu nedenledir ki her çağ için geçerli ve mutlak olan bir değer alanının yanında zaman ve şartların değişmesiyle değişen güncel değerler de vardır.
Yönetenlere ve yönetilenlere kılavuzluk eden ve denetleme imkanı sunan sözkonusu değerler, hem siyasal duruş, hem de tutumun nesnesi ne olursa olsun siyasal tutumun yargısal boyutunu oluşturacaktır. Eskiyen yönüyle bile olsa değerin değerliliğini kaybetmesi diye bir şeyin söz konusu olamayacağını da içinde barındırır.
Zaman ve şartla içerimi, önemliliği ve anlamı değişse de o çağ, toplum ya da insan için vurgusu hep aynı kalır. “Sorgulanmayan yaşam anlamsızdır” sözünden yola çıkarak değerin siyasal düşünce ve tercihi nasıl biçimlendirdiği, bu biçimlendirmeyi sağlayan tüm değişken ve güçler de dahil edilerek açımlanan bu araştırmanın temelini oluşturan en önemli ve en önemsiz değer dağılımı sonuçlarına bakıldığında, siyasal katılımcıların büyük çoğunluğu sağlık, eşitlik ve anlamlı bir yaşam değerlerinin kendileri için en önemli değerler olduğunu belirtmişlerdir. Bu değerleri, özgürlük, toplumsal düzen, iç huzur, barış içinde bir dünya, aile ve bireyin güvenliği değerleri izlemektedir.
SİYASAL TUTUMUN YARGISAL BOYUTU
Dolayısıyla birey, bütün bir sistemi, moral bir değerlendirmeye veya yargılamaya tâbi tutabilir. Sözkonusu yargılama ahlaki boyutlarıyla kişinin siyasal duruşunu ortaya koyar; bu da siyasal tutumun yargısal boyutunu oluşturur.
Sağlıklı bir toplum için en önemli değerlerin güvenlik ve evrensellik, en önemsiz değerlerin ise güç ve hazcılık değerleri üzerinde yoğunlaştığını, uyarılma, geleneksellik ve güvenliğin de eşit düzeyde bir dağılıma sahip olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla güvenlik ve evrensellik en önemli, güç en önemsiz değer yığılımıdır.
Toplumun çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu düşünüldüğünde, özellikle 18-23 yaş arası genç kadın ve erkekler için, bir değer olarak anlamlı bir yaşam arayışının öne çıkmadığı yapılan anketlerde görülmektedir. Giderek anlamını yitiren bu çağın gençliği yaşama dair anlamları üretmede ya da keşfetmede güçsüz bırakılmışlardır. Bu yaş grubu anlamlı bir yaşam değerini en önemli bulurken, 29-33 yaş grubu için en önemli değer iç huzurudur. Sağlıklı olmak, eşitlik, özgürlük, toplumsal düzen diğer yaş gruplarının en önemli buldukları değerleridir.
Mitingler ve geziler, yakınların görüşleri ve televizyon reklamları katılımcıların etkilendiği diğer iletişim araçlarıdır.
Dürüstlük ve ekonomi oy kazandıracak değerlerdir. En önemli değer sıralamasına uygun olarak kendileri için ne yapılırsa oylarını değiştirecekleri meselesi, katılımcıların ülke çıkarları ve ekonomiyi önceledikleri, eğitimle ilgili yapılacakların da oylarını değiştirebileceğini ortaya koymuştur.
Değerler insanları, insanlar da değerleri yaşatır.
Eğitim düzeyi açısından ele alındığında da yine sağlık, eşitlik, özgürlük, anlamlı bir yaşam ve iç huzur değerleriyle karşılaşılmaktadır. Büyük çoğunluğu sadece oy kullanan ve siyaseti yönetilenlerden sadece izleyen katılımcıların siyasal tercihlerini belirlemelerinde en etkili faktör kendi inanç, bilgi ve bilinçleridir; bunun yanında sosyal çevre ve arkadaşlarından da etkilenmektedirler. Siyaseti yönetilenlerden sadece izleyenlerin siyasal tercihleri ve deneyimlerinin yönlendiremeyeceği açıktır.
Siyasal tutumun yargısal boyutu bağlamında değer yönelimleri açısından güvenlik ve anlamlı bir yaşam düşünün, pek çok farklı değer arasından öne çıkan değerler olmaktadır. Güvenlik, içte ve dışta ikili bir yapı gösterir. Türkiye’nin yer aldığı coğrafya ve uluslararası siyasi gündem/gerçekler, özellikle güvenlik değerinin olduğu kadar, İslam’ın daha genel bir tespitle uluslararası düzlemde “biz” ve “öteki” ayrımının öne çıkmasında son derece etkilidir. Her bir “biz” ve her bir “öteki” yaşam alanının ihlali, tehdidi ve korkusuyla yaşadığından siyasi düşünüş ya da tercih biçimine de bu unsurların yön vermesi kaçınılmazdır.
VARLIK ALANININ DÜZENLENMESİ SORUMLULUĞU
Yönetilenler için kendi belirlediği seçenekler arasından seçim yapma özgürlüğü hiçbir çağda olmamış insanın kendi olma özgürlüğünü egemenler lehine sunması, asıl tehdit olması gereken bireysel hak ve özgürlüklerin dolayısıyla bireyselliğin, çoktan yitirildiği için bir tehdit sayılmamasına neden olmuştur.
Demokrasinin günümüz için taşıdığı anlam, farklılıkların kabulü, içe sindirilmesi ve yönetilmesidir. Günü tarihe taşıyan seyir içinde, kendisi güç sahibi olmak istemediğinden ya da engellendiğinden, siyasi ilgisi seçim dönemlerine, siyasal tercihi oy verme eylemine indirgenen insan, farklılıkların kabulü, içe sindirilmesi ve yönetilmesi ya da daha genel bir ifadeyle varlık alanının düzenlenmesi sorumluluğunu, varolan ya da var edilecek siyasi güç/lere yüklemiş, bunu yaparken de rasyonaliteyi değil, çıkarını öncelemiştir. Bu tür bir anlayış, ideolojiden arınmıştır demek çok da mümkün değildir aslında. Olan yalnızca tehdidin ne olduğuna ilişkin algıların değişimidir.
Aynı şekilde, Türk siyasi tarihinde lider, demokrasi anlayışımızın en temel zaaflarından biri olarak siyasal gücün tek temsilcisi görülmüş ve siyasi partiler içinde de egemenliği/sultası tartışmasız kabul edilmiştir.
Muhalif bir kültüre sahip olmamak, hizipçi, bölücü ya da hain sayılmak bir ironi yaratarak düşünüşün örgütlendiği her parti için sakıncalı bulunmuştur. Oysa hakikate götürme bağlamında “fikir bazında” yöneten yönetilen çatışması her zaman ve koşulda kötülenemeyeceği gibi uzlaşım da olumlanamaz. Aksi halde biri diğerinin ön koşulu olarak siyasalın özünü oluşturan bu iki temel unsurun, demokratik kazanımların önüne geçerek “çıkarı tekelleştirmesi” kaçınılmazdır.
Siyasal liderin yönetme biçimini, sonuçları açısından siyasi olduğu kadar, toplumsal, kültürel hatta ahlaki yükten kurtaran ekonomiden arındırmak gerekmektedir. Bu tür bir arındırma yaşamın her alanında varolan siyasetin ne yalnızca izlenmesi ne de seçim dönemlerinde oy verilmesiyle ancak ne türden ya da ne koşulda olursa olsun “sorgulayan bilgiye dayalı katılımla mümkündür”.
Özellikle kendi yakın tarihine yabancılaşmış ülkemizde sorgulama esaslı bilgiyi güce dönüştürmek gerekmektedir, çünkü ancak bu tür bir bilginin sağladığı güç varlığımızı anlamlandırabilir.