Geçmişi Olmayanın Yarını da Olmaz!
Bir milletin ve medeniyetin, tarih sahnesinden nasıl silinebileceği sorusunun onlarca cevabı olabilir. Fakat bir husus vardır ki, o gerçekleşmeden sair unsurların vaki olması imkân dâhiline girmez.
‘Nedir o husus?’ diye sorulacak olursa eğer cevabımız katiyen, ‘geçmişten geleceğe, bir gemi misali seyreden insanın, zihin dünyasındaki devamlılık tasavvurudur’ diyebiliriz.
Bu tespiti, yukarıya doğru, meslek, medeniyet, ‘din’ olgularına tatbik etmek de mümkün…
Mesela bir meslekte devamlılık tasavvuru gelişmemişse, o mesleğin bir süre sonra adı bile hatırlanmaz.
Keza bir medeniyet için de aynı durum söz konusudur.
Son tahlilde ‘din’ için de bu böyledir.
Nitekim Hz. Âdem’den buyana çeşitli isimlerle insanın saadet-i dareyni için indirilen dini umdeler, bir şekilde deforme edilerek tahrifata uğratılmış, akabinde de Allah’ın, kulları için seçmiş olduğu ‘din’ kavrayışı başka bir şekle bürünerek bir anlamda Zat-ı Ulûhiyete karşı bir isyan organizasyonu vasfına bürünmüştür.
Bu hususa misal sadedinde ‘din’ isimleri zikretmenin gereksizliği açıktır.
Yalnız şunu ifade etmek gerektir ki, mezkûr dinlerin muharref vasfı kazanmasında o dinin saliklerinin ‘devamlılık’ tasavvurlarını, şu ya da bu vesile ile yitirmiş olmaları yegâne hakiki müsebbiptir.
Kur’an’ın Cenab-ı Zülcelâl hazretleri tarafından koruma altına alınmış olması İslâm dinini başka bir şekle bürünmekten muhafaza etmiş ve fakat bu dinin salikleri olan Müslümanlar, devamlılık tasavvurlarını yitirdikleri zamanlarda İslâm’a nispetle kurdukları medeniyetler tarih sahnesinden çekilmek zorunda kalmışlardır.
Bunun son örneği olan ‘Osmanlı devletinin’ nasıl yıkıldığı ise herkesin malumu…
Yaklaşık 600 yıl varlığını sürdürebilen bu devlet, bu kadar uzun süre ayakta kalabilmesini elbette ki, sahip olduğu medeniyet kavrayışını, nesilden nesile aktarabilmesine borçludur.
Ne zaman ki, İslâm’ın muarızlarına madden mağlup olundu, işte o zaman, devamlılık tasavvuru büyük bir darbe alarak yerini ‘batı tarzı’ modernleşmeye terk etti.
‘Asrî’lik diye tesmiye olunan bu tarzın, hayatın her alanına tatbiki, bugün, kendisini ‘İslam Medeniyetine’ nispet eden bir topluluğun olmaması hususunu tetikledi.
‘Zamanla’ mukayyet bu kavramlar (asrilik, modernlik gibi), tamamen izafi bir vasfa sahip olmalarına rağmen yegâne belirleyici kıstas hükmüne girmiş, bu da, kaçınılmaz olarak önceki nesillerinden tevarüs edilen müktesebatın rafa kaldırılarak ‘hükümsüzdür’ yaftası yemesine neden olmuştur.
Şu bir gerçektir ki, bir idrakin medeniyete inkılâbı uzun bir zaman ister.
Bu, Sünnetullahın bir gereğidir zira…
Nasıl ki, insanın, doğduktan sonra ‘sinni kemale’ erebilmek için belli bir zaman yaşaması icap ediyorsa, tıpkı bunun gibi medeniyetlerin de ‘kemale’ erebilmesi için belli bir zamana ihtiyaç vardır.
İlimde (siz buna bilimde de diyebilirsiniz), belli bir noktaya ulaşmak, kuşkusuz ki, bir topluluğu medeni kılmaya yetmez.
Yetmiş olsaydı eğer, bugün ‘Batı Uygarlığı’ yerine ‘Batı Medeniyetinden’ söz edebilirdik.
Oysa bir topluluk, ilimle birlikte sanatta, edebiyatta, bediiyatta ve irfanda mesafe alabildiği oranda gerçek manada medeni olur.
Bunun için, geçmişe oranla günümüzdeki konforun çok daha ileride olmasına rağmen içinde yaşadığımız topluluğun, ‘millet’ idrakinden uzaklaşmasını ve maddi manada zenginleşmesine karşın her alanda ‘arabesk’ bir tarza sahip olmasındaki garabeti örnek gösterebiliriz.
Bu topluluğun, özendiği, öykündüğü ve karşısında aşağılık kompleksine düştüğü Batı, ne yazık ki, sadece maddi alanlarda değil manevi alanlarda da Müslümanları kontrol altına almayı başarabilmiştir.
Bunu, tahakküm için kullandığı maddi imkânlar kadar, bu milletin, sahip olduğu değerlerle irtibatını kopardığı ölçüde başarabildiğini, katiyen unutmamak lazım…
İşte bu irtibatın koparılması ameliyesinin adıdır ‘devamlılık tasavvurunun’ yitirilmesi…
Bunu nasıl başardıkları tarihin ayrıntılarında mevcut…
Sıhhatli bir gözlem ve müdekkik bir bakış açısı, bu ayrıntıların gözler önüne serilmesi için yeterlidir zannımca…
Neyin ‘devamı’ olduğumuzu unuttuğumuzu, daha doğrusu kimlerin bize bunu unutturmaya çalıştığını, bunun için nasıl ‘dini’ argümanlar geliştirildiğini ve unutkanlığın bize nelere mal olduğunu, dilerseniz başka bir yazıda ele alalım.
-
Kaan 1 yıl önce Şikayet EtÇok güzel bir yazı bir sonraki yazıyı da merak etmemek elde değilBeğen Toplam 1 beğeni
-
Kompataro 1 yıl önce Şikayet EtÇapulistan yaptınız,hala utanmadan konuşuyorsunuzBeğen Toplam 2 beğeni