Türkiye'de Alamancı, Almanya'da Yabancı!
Gurbetçilerimizin Diyarı Alamanya - 2
Yapılan araştırmalara göre; Almanya da evlenen her yüz çiftten sadece beşi boşanırken, 90’lar sonrası evlilik oranı yarı yarıya düşmekle birlikte boşanma oranı müthiş derecede artarak,yaklaşık her elli evliliğin otuzu boşanmayla neticelenmiş. Bu oran Münih, Berlin gibi Katolikliğin yoğun yaşandığı bölgelerde düşerken, kuzey bölgelerinde artmakta. Boşanma oranlarında ki artış ülkemizle de paralel izler taşırken, aile bağları ve kültürel farklılık göze çarpar nitelikte.
“Oğlum ayrı eve çıksın da, odasını kütüphane yapayım!”
Almanya’da 18 yaşına basan gençlere devlet ayrı eve çıkması için yardımda bulunuyor. Bizde kırk yaşına gelmiş kızını evlendiren baba ağlarken, Alman baba oğlum reşit oluyor, ayrı eve çıksın da odasını kütüphane yapayım diyebiliyor. Hemen yaftalayıp, evlat sevgisi yok demeyelim. Sonuçta bunlar da Alman ananeleri...
İnsanlar çok uzun yaşıyor Almanya’da. Bizim yerinden kalkamayan, metrekaresine sekiz hastalık sığdırabilen yaşlılarımızın akranları orada annelerini gezdiriyor, bisiklete biniyor, eşiyle dünyayı geziyor ve ayrıcaemekli maaşlarını evlatları yemiyor. Refah düzeyleri yüksek; sağlık, barınma, kalitesiz yaşam koşulları, GDO’lu, hormonlu(gerçi o kadar iriler ki bir şekilde hormon aldıklarını düşünüyor insan) gıda tüketimi gibi sorunları yok. Ama öldüklerini evlerinden yükselen koku haber veriyor. Anket için gelen gence Alman nine ne ikram edeceğini şaşırıyor, oysa gencin derdi işini bitirip bir an önce gitmek. “İnsan, ara sırada olsa, biriyle konuşmak ihtiyacı duyuyor.” diyor ninem. Yollar yürüyüşe çıkmış yaşlılarla dolu. Kimbilir uzun yaşamalarının temelinde bizim ihtiyarlarımız gibi eve kapanmamak, sokakları karışlamak var. Bizim yaşlılarımız yalnız değil, evde konuşabiliyor, lafı da geçerli üstelik. Onlar sokağa çıkıyor ki iki insan görebilsin ve değil mi ki yaşadığını anlayabilsin.
Bir sual: Uzun ve yalnız mı; belki kısa ama etrafı eşdostla örülü bir hayat mı tercih ederdiniz?
Türkiye’de Alamancı, Almanya’da Yabancı!
Bu bilindik söylemin altında çok malzeme var aslında. İnsanın bulunduğu durumdan şikayete elverişli yapısı, memnuniyetsizliği, kendisine atfedilen değerleri reddiyesi... Almancı dediğimiz insanlara Alman toplumunun tutum ve davranışlarını eleştirirken, içinde bulunduğumuz kitle kültüründen, grup psikolojisinden sıyrılarak objektif de yaklaşmak, yaklaşabilmek gerekiyor. Benim gözlemlerime göre bizde de hata çok. Avrupa’nın tanıdığı hakları sonuna kadar sömürmek adına her fırsatı kaçırmayan, çalışmayıp işssizlik maaşı alan, gelin aldığı halde aynı evde oturup diğer evi kiraya veren, formaliteden(!) boşanıp dul maaşı alan, alacağı çocuk parasına göre nüfus planlaması yapan gurbetçilerimiz de yok mu? Peki, sayılarıazımsanacakölçülerde mi?
Örnekler verelim; şu an ehliyet almanın zorluğundan yakınıyor gurbetçiler. Bir seferde ehliyet almak neredeyse imkansız ve zorunlu direksiyon derslerine oldukça fazla meblalar ödenmesi gerekiyor. Peki neden bizim ehliyetimizi kabul etmiyorlar? İlk giden gurbetçilerin, bizim ehliyetin neye benzediğini bilmeyen yetkililere nüfus cüzdanları, sigorta karneleri gibi evrakları göstererek üç kağıt yoluna gitmeleri olabilir mi? Haklar ve özgürlükler yeri olarak bilinir Avrupa. Peki kaçımız, Türklerin verilen hakları hakkı olmadan kullandıkları için adamların sürekli kanunları değiştirmek zorunda kaldığını biliyor. Avrupa da burada asla göremeyeceğiniz bir nesil var. Ya köyünden direk oraya gitmiş ve değişmeme adına bize bile garip gelebilecek adetlerini uluorta yaşamaya çalışan kesim, ya da onlara entegre olma adına marjinalleşen tuhaf ötesi bir çizgi, yaşam ve görüntü sergileyen kayıp bir kitle.
Soralım: Oradaki Türklerin kaçta kaçı çalışıyor, kaçta kaçı işssizlik, dul maaşı yada çocuk maaşıylageçiniyor.Peki empati kuralım ve diyelim, biz olsak çalışması için çağırdığımız bu insanları üzerimiz de bir yük olarak görür ve yabancı düşmanlığı yapar mıydık, yapmaz mıydık? Bence onları bir kaşık suda boğardık vesselam....
Yabancı Düşmanlığı...
Tabi olayın bir de diğer yüzü var. Almanların yabancı düşmanlığına meyyal yapıları aşikar. 60’larda iş gücü ihtiyacıyla istihdam ettikleri nesli ‘misafir işçi’ olarak görmekteydiler. Sonuçda onların da insan olduğu, kendileri gibi ihtiyaçları, hastalıkları, zaafları, sorunları olduğu akılarına gelmemişti belki. Bu misafir işçilerin ülkelerine yerleşip azınlık statüsü alacağını, sayılarının azımsanamayacak rakamlara ulaşacağını, yeni neslin okuyup, iyi mevkilere geleceğini, birçok başarıya imza atan Türkiyeli ve diğer milletlere mensup yabancıların kendileriyle aynı konuma yükseleceğini hesaba katmamışlardı. İşlerine gelmeyen bu yeni durum onlarda kıskançlık menşeili hastalığı nüksettirdi: IRKÇILIK... Son dönemde işsizlik sorunuyla birlikte yabancıları ülkelerine dönmeye teşvik ediyorlar. İşçi alımı zaten yok, aile birleşimini de dil sınavı engeliyle mümkün mertebe bertaraf yoluna gidiyorlar.
Kayıp Gençlik, Kayıp Nesil...
En iç burkan sorunsal belki de gençlerin durumu. Entegrasyona tam uyumlu bu gençler maalesef ne Alman’a, ne Türkiyeli’ye benzeyen, kılığı-kıyafeti, lehçesi, ilgi alanı, bilgi ve birikimiyle mutasyona uğramış bir nesil durumda. Kendini bulunduğu ülkeye de, anavatanına da tam anlamıyla kabul ettiremeyen bu nesille dernek-vakıf faaliyetleri, kültürel klüpler aracılığıyla ilgilenebilir diye düşünüyorum.
Dini Yaşantı Ve Cemaatler...
Yurt dışına her gidişimde oradaki müslümanların İslamı yaşama şekilleri, faaliyetleri ve hassasiyetlerine özellikle dikkat ederim ve ne yalan söyleyeyim, genellikle de gıpta ederim. Almanya bu konuda özellikle şanslı konumda. Oradaki müslüman sayısının fazlalığıyla birlikte çeşitli cemaatler, faaliyetler, dernek-vakıf çalışmaları, ders grupları, yardım faaliyetleri gibi birçok alanda faaller. Ülkede yüzlerce cami var ve çoğu işlevsel. Orada yapılan derslere gittiğimde inandıkları değerlere ve birbirlerine bağlılıkları beni oldukça etkiledi. İnsan gurbetteyken arkadaş kaybetme lüksü pek fazla olmadığından, onu kırma ve kaybetme korkusu seviyeli ilişkiler doğuruyor. Kursaklarından geçen her nimetin helalliğine verdikleri ehemmiyet de artık herkesçe malum.
Şikayet Etmeyelim, Bulunduğumuz Koşulları Sevelim...
Dünyanın en güzel ve refah seviyesi yüksek bölgesinde, bahçeli villasının önünde iki jipi olan bir Türk’le bile konuşsanız gurbetten yakınıp, şikayetlerini sıralıyor size. Artık bunları duymaktan çok sıkıldığım bir zaman da, Uzakdoğu’da çok kötü şartlarda yaşayan bir bayan şaşırtmıştıbeni. Ben ona acırken o yaşadığı ülkeyi övmeye başladı. Önce onun delirdiğini sandım; şaşkınlığım ve ondan tırstığımı belli eden mimiklerime gülüp bana: “Ben burada yaşamak zorundaysam, burayı sevmeliyim. Yoksa mutsuz olurum.” dediğinde, işte kemale ermiş biri dedim ve uzun zamandır içimde büyüttüğüm, şiştikçe şişen, rahatsızlık veren o iki harfi koydum yanyana, saldım dışarıya, derin bir ‘ohh’çektim. Hem dünya Allah’ın, biz de onun misafiriysek yaşamakta olduğumuz yerin ne önemi var değil mi?
(Bitti)
Nuray Kahraman - Haber 7
nuraykahraman78@hotmail.com