Dünyanın en büyük adası - Fotogaleri
DÜNYANIN EN BÜYÜK ADASI VE EN KÜÇÜK KITASI
Avustralya’ya ait havayolu ile uçuyorsanız şayet, daha uçağın yükseldiği ilk anlarda tanıyabiliyorsunuz kıta insanını.
Her havaalanının belli bir tornadan çıkmış, düzenli ve bir örnek giyinen prezantabl kabin elemanlarını bu uçakta göremiyorsunuz. Anlaşılan bir üniforma dağıtılmış, lakin her eleman ayrı bir parçasını giymeyi uygun bulurken, bazısı tamamen farklı bir kreasyonla uçuşa katılmış. Oldukça iri yapılılar. Hani enine boyuna derler ya, işte tam o hesap. Şişmanlık ve obezite konusunda ABD ile yarış halindeler sanırım. Yaşam tarzları, evleri, yeme-içme, giyinme alışkanlıkları da birbirlerine benziyor. Resmi gayr-ı resmi, her yerde çalışan insanların ortak yönü, neşe. Sürekli olarak gülüyor, konuşuyor ve çok içki içiyorlar.
Kurallara Uymak Ön Şart!
Havaalanına iner inmez bizi bir kokudur sarıp sarmalıyor. Çok kuralcılar ve kuralları ihlal edince hoş görmüyorlar. Yeşil pasaport dahi geçmiyor, vize almak zorundasınız. Vize verirken de resmen kılı kırk yarıyorlar. Anahtar kelime dürüstlük; ‘doğru söyle canımı ye’ ana prensipleri. Bu şekilde bir Allah’ın kulu tarafından uyarılmamış ve aile efradınız tarafından bavulunuza yerleştirilmiş gıda maddesini geçirmek istiyorsanız, kesinlikle yapmanız gereken tek şey, benim yaptıklarımı yapmamak.
Gıda maddelerini kesinlikle ülkelerine sokmadıklarını ifade etmelerine rağmen bavuluma konan fındıkları kutsal bir emanetmişçesine sahiplenip, vatan hasretiyle yanıp kavrulan dostlarımıza ulaştırma gayreti ile daha uçakta doldurmamız için verilen bavulunuzda yiyecek maddesi var mı sorusuna, Allah affetsin ‘hayır’ diyorum.
Dürüst Ol, Canımı Ye!
Elbet röntgene giren bavulumun iç organlarında bavul tarafından hazmedilmedikleri için fındıklar ayan beyan görünüyor, bense binlerce kilometrenin ve insana kendini Guatemala’da gibi hissettiren Avustralyalı polislerin psikolojimde yaptığı korku menşeili panik atak fazın etkisiyle halen “yok, yok!” diyorum. Adam açıyor bavulu, tek tek çıkarıyor fındık poşetlerini. Azarın kallavisi, boğazımızda bir yumru gibi kalıyor. Konuşamıyorum. Alınması gereken ders: yalan kötüdür, hele ki Avustralya’daysanız, üstelik Avustralyalı bir polise söylüyorsanız daha da kötüdür.
Nedir, Nerededir?
Avustralya, güney yarım kürede yer alan bir ülke. Dünyanın en büyük adası ve en küçük kıtası. Hint ve Büyük Okyanus arasında uzanıyor. Okyanusya kıtasında bulunuyor ve kıtanın çok büyük bir bölümünü kaplıyor. Başkenti Canberra, en büyük şehri ise Sydney… Melbourne ve Sydney şehirleri ile dünyanın en yaşanılabilir şehirleri listesinde ilk ona girmeyi başarmış.
Avustralya yerlilerinin nüfusunun, Avrupalıların kıtaya yerleşmeye başladığı sıralarda 350.000 civarı olduğu tahmin ediliyor. Bu tarihten itibaren geçen 150 yılda sayıları hızlı bir şekilde azalmış. Bunun başlıca nedenleri salgın hastalıkların göçe zorlanmaları ile birleşmesi ve kültürel parçalanma.
Yerli çocukların ailelerinden alınıp devşirilmesi, bazı tarihçiler ve Avustralya yerlileri tarafından ‘çalınmış kayıp bir nesil’ oluşturulması olarak adlandırılmakta. Aynı zamanda bu tarihçiler ve Avustralya yerlileri, yerli komünitelerinin dağıtılarak, parçalanarak nüfusunun azaltıldığını ve bunun bir soykırım olarak kabul edilmesi gerektiğini savunmakta. Huzurlu ve sorunsuz bir toplum yaratma amacıyla yapılan devşirme eylemi günümüzde insan hakları ihlali olarak tanımlanıyor.
Köpekbalıkları Uçağa Ne Der: Konserve Kutusu!
Hani uçaktan inip memleket hasretiyle toprağı öperler ya, işte Siydney havaalanında aynı türden bir iştah kabarıyor. Nedeni yaklaşık 24 saat uçarak ulaşabildiğiniz, yolculuğun sadece 7 saatini okyanus üzerinde düşseniz ve uçak yumuşak bir iniş yapsa dahi köpekbalıklarına ziyafet olacağınız kesin olduğundan kurtulma ihtimaliniz bulunmadan geçirmiş olmanız.
Bizi karşılayan arkadaşımla hoşbeşin ardından, buraların Kasımpaşa’sı dediği, Amerikan filmlerinden aşina olduğumuz, hani şu bisikletli çocukların kapısına gazete fırlattıkları, garajı, bahçesi, geniş sokakları olan, tek katlı, bol odalı villasına geliyoruz. Biz kızdıkça o inadına evini kötülüyor: “Görüntü var ama aslında bakımsız evler.” diyor. Ne diyeyim, homo sapiens olarak, kedilerle ortak yönümüz: NANKÖRLÜK!
Yeşili Bir Başka Memleketimin...
Yemyeşil ülkenin yeşiline bile bir kulp takıyor, donuk, parlamıyor, memleketimin yeşili daha güzel, diyorlar. İnsan gözü doymaz, yeşili bulur tonunu beğenmez. Burada doğup büyüyenler bir tarafıyla daha şanslı; zira bütün arkadaşları burada ve değil mi ki insan yetiştiği ortama bağlanır, sahiplenir. Refah seviyesi yüksek, coğrafyası tablo gibi olan bu ülkede de tüm dünyada olduğu gibi, Türklerin dramları aynı, hepsi de gurbet acısı çekiyorlar. İnternetten sürekli “Köyümün taşı filizlendi de, gurbetin gülü açmaz oldu!” türünden özlü sözler paylaşıyorlar. Tamamıyla duygusala bağlamışlar olayı. Burada doğup büyümemişlerse Türkiye deyince gözleri doluyor. Arabalarına bindiğinizde Türkçe gurbet türkülerinden oluşan bir CD açıp, neredeyse ağıt yakacak kıvama geliyorlar. Son bir ayrıntı daha vereyim, vahameti siz tahayyül edin: Bahçede besledikleri tavuklara bile gurbet hasret isimlerini veriyorlar.
![]() |
|
NURAY KAHRAMAN'IN GÖZÜNDEN AVUSTRALYA MANZARALARI İÇİN BU LİNKİ KULLANABİLİRSİNİZ |
Bazı aileler çocuklarını korumak adına daha dikkatliler, evde İngilizce konuşmak yasak, yasaklı diziler TV kanalları var. Genelde internet üzerinde kaydettikleri müspet dizileri izletiyorlar çocuklarına. Ama onca gencimizle konuştum, hemen hemen hepsi demeyeceğim doğrudan hepsi, Türkçe konuşmak daha zor geldiğinden İngilizce konuşuyor. Yaşlarının da vermiş olduğu jargonla harmanladıkları lehçelerini “what’s up mannnn” tarzı tümcelerini zencilerden aşina olduğumuz jest ve mimiklerle süslüyorlar.
Haydin Gezelim!
Arkadaşın okulu olduğundan merkeze yalnız gitmek zorundayız. Yurt dışı gezilerinin en keyif aldığım yönü yanımda rehber olmadan dilediğimce gezmek ve sıklıkla kaybolmaktır. Turla gezen, aynı yerleri gören, aynı bilgileri edinen insanları hiç bir zaman anlamamışımdır. Gezmek de bir sanattır bana göre. Bazen yalnız kalmak ve tefekkür ister. Her yiğide göre değişir görmek istediği, sevmek, etkilenmek istediği nokta. Turla gezme ticari bir aktivitedir. Reprodüksiyon yağlı boya gibi taklitten öteye geçemez. Yapmacık bir duruş, zoraki bir tebessüm, emeksiz bir para gibi suni ve değersizdir. Tüm bu nedenle kaybolmak güzeldir; “Nema problema!”
Burada mesafeler oldukça uzak birbirine. Bindiğimiz tren bizi Opera House’un da bulunduğu merkeze 45 dakikada ulaştırabiliyor. Yol boyu manzara: Tek katlı evler, ekili yeşil araziler yeryüzü ve gökyüzü hayvanları. Burada apartman türü yerleşim az olmakla birlikte özellikle merkezi yerleşimlerde mevcut. Evlerin konumu, merkeze uzaklığı ve lüks oluşu doğal olarak kiralarında farklılıklar meydana getiriyor.
Tren Biletiyle Gemiye Binme Teşebbüsü!
Trene binerken aldığımız ‘one day pass ticket’lara güvenip ilk iş olarak Ferry denen küçük gemiye binmeye çalışıyoruz. Adam ısrarla aldığımız biletin sadece trende geçerli olduğunu söylüyor. O haklı ama benim çenemden bıkıyor ve “geç bacım geç seninle mi uğraşacağım” mealinde dilimize çevirebileceğim bir hareketle bizi beleş bindiriyor. Yani derdimi oralarda nasıl anlatırım demeyin. Acemilik mahsulü bol bir bahçeye dönüşebilir, kim bilebilir!
Deniz üzerinden Opera House, Hyde Park, The Barrack (İlk askeri kışla), Wolloomollo, Koylar bölümünü, Bondi Beach’i izlemek ve fotoğraflamak oldukça keyifli. Deniz, mavisini, berraklığını, içersindeki her canlı, hatta kum zerreciğini dahi cömertçe gösteriyor. Ferry'nin her durduğu koyda ayrı bir manzara, ayrı bir güzellik var.
Altın sarısı kumsalın yemyeşil çimenlerle birleştiği noktada yaşlı çam ağaçları tüm heybetiyle yamacına sığınanlara gölgelenme imkânı sunarken, çocukları, köpekleriyle oynayanlar, bir bankta oturmuş kitabını okuyanlar, çimenlere serilmiş pırlanta ışıltısıyla göz alan yakamozun keyfini sürenler kadrajımıza girenlerden birkaçı.
(Devam edecek...)
Nuray Kahraman - Haber 7
nuraykahraman78@hotmail.com
