Kozmopolit bir şehir: Melbourne
Türklerin önceden toplandığı bir yerken sonradan gelen Çinlilerin de istilasıyla şu an Ortadoğuluların mekânı haline gelmiş Melbourne. Her yerde Türk isminde lokantalar, lokumcular, kasaplar, marketler v.b dükkânları görmek mümkün. Ancak Avustralya’ya göre özellikle hırsızlık oranı yüksek.
Avustralya’nın belli bir kültürü ve tarihi yok; Aborijinler var ama onlar da vaktiyle bir hayli ezilmiş. Küçük ‘community’ler var ve kültürü korumak için onlara çok hak verilmiş. Burası yabancı nüfusu ağırlıkta, renkli, güler yüzlü insanları olan sevimli bir şehir.
Canberra’dan uçak ile Melbourne’e geçiyoruz. Bu mesafe arabayla sekiz saat. Öğrenci arkadaşlar bizi karşılıyor ve onların kaldıkları eve gidiyoruz. Burada doğup büyüyen onlarca öğrenciyle tanışıyoruz. Ortak yönleri: İngilizce konuşmaları, ellerinden cep telefonlarını düşürmemeleri ve cepleplerinde kelebek olması. Yani bolluktan kaynaklı, farkında olmadıkları kronik israf psikozu halleri.
Buradaki gençler, maddi yönden hiç sıkıntı çekmiyor. Geneli ehliyet alır almaz araba sahibi oluyor. Türklerin ekserisi taksi şöförlüğü yapıyor ve inanamayacağız lüks villalarda oturuyor. Hani Türkiye’de olsa holding sahibi falan zannedersiniz; o derece yani!
Bizi gezdiren Zehra kod adlı sevimli kardeşimiz arabasını sürerken bir yandan da mesaj çekiyor. “Araç sürerken mesaj çekilir mi? Çok tehlikeli!” demek üzere ağzımı açıyorum, yumuşak başlılığımdan mütevellit: “Arabayı sürerken nasıl mesaj çekebiliyorsun? Resmen bakmadan kullanabiliyorsun arabayı!” çıkıyor ağzımdan.
Porsiyonlar Büyük, İsraf Hat Safhada!!!
Avustralya’da yemek sipariş ederken çok dikkatli olun. Porsiyonlar o kadar büyük ki, iki kişi bir porsiyon yemeği paylaşmanız önerilir. Üstelik yemek için yüksek ücretler ödemeniz gerekiyor. Ucuz olsa hadi bir nebze dersiniz!
İbadet odaları (prayer room) lokantalar, havaalanı gibi birçok noktada var. Burada namaz için yer bulmak hiç sorun olmuyor.
Gezme Planı...
Kızlar büyük bir titizlikle bizim için gezi planı hazırlıyor. Gezilecek çok yer, görülecek çok güzellik var ama sorun mesafelerin birbirine uzaklığı. Biri iki saat, diğeri oradan üç saat uzaklıkta olan mekanların hepsini birden görmenize imkan yok. Gün içersinde en fazla iki yere gidebiliyorsunuz ve bunun içinde kalkış-varış-kapanış saatleri x-y-z olarak alınıp bu çok bilinmeyenli denklemi çözecek iyi bir matematikçi gerekiyor. Buranın yerlisi öğrenci kızlar birleşip bizim için mükemmel bir plan hazırlıyor. Siz bizim kadar şanslı değilseniz şayet, gelmeden programınızı belirlemeniz şiddetle tavsiye edilir.
Şehir Merkezi ( Melbourne Central )
Buraya okumak üzere memleketinden gelen Ayşe ile evden ayrılıyoruz. Hangi araçla gideceğimizi soruyorum: “Station.” diyor. Arkası uzun araç ararken gözlerim onun treni kastetiğini nereden bilebilirim!
Merkezdeki kiliseyi geziyoruz. Caddeler adeta insan seli. “Federatıon Square” diye bilinen şehir meydanında dev ekranlarda canlı müzik yapan grubu görüyoruz. Herkes bir yerlere oturmuş bir şeyler yerken grubu dinliyor. İngiliz kültürünün uzantısı, arkası cam fanuslu turist gezdiren atlı arabalar oldukça ilginç.
![]() |
|
Nuray Kahraman'ın objektifinden Melbourne manzaları için bu linki kullanabilirsiniz... |
Oradan çok büyük bir kütüphaneye giriyoruz. Binlerce kitap, içersinde çok değerli yağlıboya resimler, bir sürü masa ve kitap okuyan insanlar... Kültür akıyor damla damla. Namaz kılmak için üniversiteye gidiyoruz. Namaz için üniversiteye gitmek, okumak için bile gittiğinde yaka-paça atılan şahsıma, bir miktar tuhaf geliyor. Mescitte çok değişik ırk, millet ve kültürden müslüman bayanlar görüyorum. Bazıları oldukça ilginç giyiniyor. Mescidin mutfağı dahi var. Burada çay-kahve, hatta yemek bile yapabiliyorsunuz. Gel de imrenme şimdi!
Üniversitenin bahçesinde gençler sosis pişiriyor. Barbekü kültürü burada o kadar yaygın ki, varsa yoksa mangalda sosis. Deistlerin icadı olduğunu zannettiğim sosis bulunmasa Avrupa, Amerika, Avustralya ne yiyecekti çok merak ediyorum. Sosisin içersinde kapitalizmi kamçılayan, sömürge açlığına neden olan bir madde var sanırım. Peki insanlar bu sağlıksız aşı tüketip, nasıl uzun yaşayabiliyor? Muamma…
Kapitalizm Kıskacına Alınan Tarih
İçersinde tarihi bir kule olan “Waterfront-Docklands” alışveriş merkezine giriyoruz. Kulenin mağazaların ortasında gökyüzüne doğru yükselmesi oldukça ilginç. Burada helal bir tavukçuda hambuger menü yiyoruz. Yalnız gezseniz dahi gıda maddesi satan yerlerde helal sertifikası zaruri olduğundan, bu sertifikanın olduğu yerlerde rahatlıkla yemek yiyebiliyorsunuz. Bu mekanlarda domuz ve mamulleri kesinlikle kullanılmıyor.
Bir kaç mağazaya girip fiyat ürün paritesi incelemesinden sonra dönüş için tren istasyonunun yolunu tutuyoruz.
Burada kimse kimseye bakmıyor, kimse kimsenin ne yaptığıyla ilgili değil. Şehrin göbeğinde oturduğumuz bankta namazımızı eda ediyoruz ve bize yöneltilen tek bir bakış dahi yok. 11 Eylül’den sonra İslam=terör denklemi epey bir rağbet görmüş, lakin bizdeki deprem panik atağı gibi etkisi zamanla azalarak yerini “Bana dokunmayan yaşarsa yaşasın!” laf-ü güzafına bırakmış.
Sonuç olarak, insanlar genel olarak müslümanlara saygılı. Korksalar ve önyargılı olsalar bile bunu size hissettiren birkaç kendini bilmezi geçmiyor. Dinini çok rahat yaşıyorsun, kimse kimseye bir şey demiyor. İnsanlar arası ilişkiler de öyle. İnsanlar daha rahat, daha bireysel. Herkes birbirine saygılı, müdahale yok.
Kendi İşini Kendin Gör!
Benzincilerde ve marketlerde eleman yok. Benzinciye gidiyor, kredi kartınızla ödemenizi yapıyorsunuz. Benzin kapağının yerini bilmeyen pasif sürücü, yalnızca direksiyon tiryakisi olan ben, pompayı koyup aracını doyuran arkadaşa hayret dolu gözlerle bakıyorum. Sadece bu mu? Elbette değil. Markete giriyor, alışveriş yapıyoruz. Marketler bizdekilerle aynı. Yabancı ürün merakımızdan markalara da aşinayız, kasalar desen her zamanki yerlerinde, ama bir gariplik var. Kasiyerler yok!
Ürün barkotlarını cihaza okutup, kredi kartınızla ödemeyi yapıp, fişinizi alırken kendinizi daha bir garip hissediyorsunuz. Araç yıkamak için de durum benzer. Parayı makinaya atıyorsunuz, gelen suyla aracınızı paşa paşa yıkıyorsunuz. İşsizlik çeken bir ülkenin fertleri olarak, işçisizlik çeken bir ülkeyle epati kurmak değişik bir deneyim. İnsan kendini sosyopat, bireysel ve yalnız hissediyor.
Melbourne-Sydney Çekişmesi!
Memlekette nasıl, bir İstanbul takıntısı varsa, İstanbullular nasıl kendine beğenmiş, şımarık, kibirli; İstanbul’da sosyal imkanları geniş, refah seviyesi yüksek, pahalı, renkli, eğlenceli bir şehir olarak görülüyorsa, Sydney’in Avustralya’daki konumu da aynen öyle. Melbourne ve Sydeyliler sevmiyorlar birbirlerini. Melbourne Sydney’i havalı bulurken, Siydneyliler de Melbourne’u varoş addediyor. Ne kadar ayıp değil mi?
İkindi namazı için bir gökdelenin dinlenme salonu olarak kullanılan giriş katına giriyoruz. Namaz kılma yeri bulunan salonda, çocuklar için oyun bölümü de var ve çay, kahve içebiliyorsunuz, üstelik ücretsiz. Ne kadar güzel değil mi?
(Devam edecek... )
Nuray Kahraman - Haber 7
nuraykahraman78@hotmail.com
