Kiraza çıkmayan kızı almazlar!
Tekirdağ Makedon, Pers, Roma ve Bizans egemenliğinin ardından 1357'de I. Murat tarafından fethedilerek Osmanlı topraklarına katılmış. Anıtlar, camiler, tarihi evler, höyük ve tümülüsler, ormanlar, sahiller bu şehirde gezilecek çok yer, çok malzeme var.
Yemeğin kitabını yazan il…
Tekirdağ'ın kaderini de göçler belirlemiş. 1669'da 'Cennet Bağı' denilen Tekirdağ'a gelen Evliya Çelebi, mutfağı ve ürünleri pek güzel övmüş: “Deve dişi gibi buğdayı olur. Ayvası, armudu, lal vişnesi dünyada yoktur. Bademli baklavası, karanfilli vişnabı (Vişne hoşafı) meşhurdur.”
Dinlendiği için hazımsızlık yapmayan Tekirdağ köftesinin en önemli özelliği içinde sanıldığı gibi kuyruk yağı olmadığından oldukça hafif olması. Sütlaç ve Hayrabolu tatlısı da bir o kadar nefis. Hayrabolu tatlısı tuzsuz taze peynir, un ve irmikten yapılıp fırında pişirildikten sonra üzerine kıvam verilen bir tatlı türü.Trakya’nın değişik yörelerinde de farklı şekillerde görülen bu tatlının özelliği Tekirdağ’ın kaliteli peynirlerinden yapılması. Mutlaka denemelisiniz.
Festival ziyareti öncesinde Altınova, Barbaros ve Kumbağ turu yapıyoruz. Özellikle Kumbağ turistik olarak tanınan bir bölge. Her yer otel, pansiyon, gazino, çay bahçesi… Apartmanların çoğunda da kiralık apart yazıları var. Daha sezon açılmadığı için kumsallar bomboş. Fırsat fırsattır deyip, ayakkabılar elimizde ıslak kuma basmanın tadını çıkarıyoruz.
Gezginin hazin sonu…
Festivale giderken yolda bir cezaevinin önünden geçiyoruz. Akşam karanlığında parmaklıkların ardındaki tutuklular dikkatimi çekiyor. Elleri parmaklıklarda öylece özgür dünyayı izliyorlar. Durup fotoğraflarını çekmek istiyorum. Elim kadraja giderken titriyor. Karanlıktaki o siluetler kötü etkiliyor beni. Biz dışardayken birileri içerde. Güç bela çekiyorum, lakin patlayan flaşla birlikte gardiyanlar düdüklerine sarılıyor. Olay mahallini nasıl terk ettiğimi bilemiyorum. Acıma acınacak hale düşersin derdi anam. Az kalsın ben de aralarına karışacaktım. Gezginin hazin sonu, oldukça ibret verici olur. Ama benim gibi firarperest biri için mahpusluk, en zor imtihanlar listesinde ilk üçe girer kesin.
Felsefi tartışmaların baş aktörü: KADER…
Kader mahkûmu sözüne şiddetle karşıyım. Bir şekilde hatalarımızın bedelini ödemeliyiz. Lakin üniversite yıllarımda düşünce suçundan (düşünmenin nesi suçsa!) hükümlü eşine temiz çamaşır götüren öğrenci bir bayan arkadaşımızın eşini ziyareti sırasında “suçluya yardım ve yataklık etmek”den tutuklandığı ve üç yıl hapis yattığı ve onun durumuna düşmemek için ziyaretine kimsenin gidemediğini bizzat bilen biri olarak hangi masumlar içerde, hangi suçlular dışarıda çıkmazında kafası allak bullak olanlardanım…
Tanıdığım bir bayan eşi askerdeyken gece evini basan içkili komşusunu, namusunu kurtarmak için duvarda asılı tüfekle vurmuş, yatak odasında vurmadığı için nefsi müdafaaya girmeyen dava neticesinde senelerdir çocuklarından ayrı hapiste yatıyor. Şimdi ben onun yerinde olaydım, içerde olmaz mıydım, olurdum elbet.
![]() |
| Fotogalerimizi ziyaret etmek için bu linki kullanabilirsiniz |
Dalları bastı kiraz…
Kiraz Cümbüşü ilk olarak 1961 yılında Naip Köyü'nde büyük çınar ağaçlarının altında başlamış. 1968 yılına kadar Cümbüş olarak kutlanan Kiraz Bayramı, 1964 yılında festival olarak kutlanmaya başlanıp, günümüze kadar aralıksız olarak devam etmiş.
Arif Nihat Asya, Tekirdağ’la özdeşleşen şiirinde diyor ki: “Şu gördüklerin Kiraz ağaçlarıdır. Ki, böyle çıplak kalmazlar. Günü gelir uzun olur yeşilin ömrü, zannedersin solmazlar. Bizim buralarda, Kiraza çıkmayan kızı almazlar.”
Merkezde bulunan rakı fabrikasının önünden geçerken keskin bir anason kokusu yayılıyor. Akabinde festival alanına varıyoruz nihayet. Sahil boyu yüzlerce stant kurulmuş, firmalar buralarda ürün veya hizmetlerinin tanıtımını yapıyor. İnşaat ve otomobil firmaları ağırlıkta… Lunapark, kıyafet pazarı, eğlence aktivitelerinin yanı sıra meşhur baş göz işleri daire başkanı Zuhal Topal’ın yer aldığı, Nilüfer’in billur sesiyle renk kattığı sahne etrafı hıncahınç dolu. Yiyecek stantlarında her türlü ürün mevcut. Edirne ciğeri, Tekirdağ köftesi ağırlıkta... Bu kalabalık beni panik atak kıvamına getiriyor, hatır için dahi olsa daha fazla tahammül edemeyip arz-ı endama son noktayı koyuyorum.
Sabahın, ilk ışıklarında İstanbul’a dönmek üzere kaldığımız eve dönüyoruz. Aklımızda parmaklıklara tutunan elleriyle dışarıya yürek saçan mahkûmlar. Onlarda bizi düşünüyordur kesin diyorum arkadaşa. Acaba resmimizi çeken kimdi? Resminizi ben çektim, çektiğim kendi korkumun izdüşümüydü aslında. Kadrajıma giren kader filminin rol dağılımında zor görev üslenen aynadaki karanlık yüzümdü. Bir mezarı, bir hastayı, bir mahkûmu görünce koktuğu başına gelir diye korkar insan. Üzüntüsü kendine olabileceklerin olabilme ihtimalidir aslında.
Nuray Kayacan - Haber 7
nuraykayacan@hotmail.com
