Parası olmayanlara sevap müjdesi
PARASI OLMAYANLARA SEVAP MÜJDESİ
Yoğun istek üzerine Amerika yazılarımıza ara verip, sağ elimizin verdiğini sol elimiz görsün mantığından hareketle sizlerle başka bir yolculuk hikâyesi paylaşacağız. En az Afrikalılar kadar çaresiz, bir o kadar zayıf ve gidişine bırakmış hayatını, oldukça keyifsiz insanları alalım kadrajımıza. Çok uzaklara gitmeye de gerek yol. Paranız yoksa bile, buyurun bir günlük ziyaretle aynı sevabı garanti ediyorum.
Aksaray 1-2…
Aksaray neyi ile meşhur geçelim o safhayı, sadede gelme iştiyakıyla saadete ulaşalım. Tramvay yolu üzerinde sıralanmış onlarca şifahaneden birine düşsün yolumuz bu seferde. Bir tanesini ziyaret edelim. İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesini mesela. Uyar mı?
Geldiğimiz nokta burası. Kurtulmak için adaklar adanan bir cumhuriyetin karasularına ayak basmış durumdayız. Etrafta devasa binalar var; hepsinin de üzerinde ihtimaldir hayatta hiç duymadığınız garip terimler yazmakta. Hiç duymadığınız hastalıklar için koca koca binalar, yüzlerce çalışan binlerce hasta var, ne tuhaf değil mi?
Hapishane mi daha kötü, yoksa Hastane mi daha berbat!
Uzun aramalardan sonra aradığımız binaya varıyoruz. Yine uzun bir beklemenin akabinde sıkış-tıkış asansörlerde kendimize bir yer ediniyoruz. Ve çıkalım onkoloji servisine. Ne kadar çok oda var, ne kadar çok hasta! Elinde serumu, kan şişesi ile dolaşan ne çok insan.
Hastane hapishaneden farklı mı? Değil. İkisi de mecburi bir tutsaklık. İkisi de kader mahkûmluğu. Hapishane bir yönüyle daha tercih edilesi sanki. Guantanamo gibi bir yerde değilseniz ve işkence görmüyorsanız şayet, hastanedeki iğne, ilaç, sonda, lağman, defalarca alınan kan, vücutta açılan onlarca, belki yüzlerde delik, serum takviyeli ateş, sıtma-nöbet, bulantı-kusma ve daha bir sürü acı çekme metodundan muafsınız demektir.
Bir dirhem et bin ayıp mı örter?
Bu kadınlar ne kadar zayıf Allah’ım. Afrika’yı kıtlık, onları hastalık vurmuş. Yaşıtım bir bayanın yamacına sokuluyorum. 40 kilo var veya yok. Vermek için can attığınız kilolarınıza gıpta ile bakıyor. Sizi rahatsız eden o birkaç kilonuz, buradakilere eski sağlıklı günlerini hatırlatıyor. Kanlı canlı oluşunuzdan utanıyorsunuz. Kemiğin üzerine geçirilmiş zardan ibaret vücutlar, elmacık kemiğinin varlığına endeksli avuç içi kadar bir çehre, bitkin, yılgın, acı dolu bakışlar…
Yeliz hanım anlatıyor…
İki aylık bir mesele bu… Karnımda bir şişlik vardı, bekârım ama hamileyim sanıp otobüs de yer verenler bile oldu. Sonrasında zayıflamaya başladım, bulantı, kusma v.s. (Güler) Aslında vara-yoğa hastaneye giderim biliyor musunuz? Ablam doktor hem de. Ama ne bileyim olacağı varmış. Bulantıma sebep midem üzerinde durdular. Sonra kadın hastalıklarına gittim. Rahmimde 17 cm. 3 kg ur varmış. Hemen ameliyat oldum aldılar. Kötü huyluymuş. Bağırsaklarıma da atlamış. Çapaya geldim. 8 saat ameliyat. Her şeyi aldılar, kendime gelemeden kanamam olmuş, tekrar ameliyat. Bu defa 4 saat.
Benden yaşça çok küçük, anlatırken gülebilen, eli, kolu, vücudu neden bilmem morluklar içinde bu kardeşimin odasından daha fazla acıya bünyem elvermediğinden çıkıyorum.
Seher Hanım anlatıyor…
Çorum’dan geliyoruz. Kızımın hastalığı çok hızlı ilerledi. Şu an 27 yaşında ve 38 kiloya düştü. Damarları iğne tutmadığından boynundan veriyorlar serumu. Doktor bol bol yürümeli yoksa kanı pıhtılaşır, kalp krizi veya beyin kanaması geçirir diyor ama kuş gibi yavrum. Hali yok ki yürüsün.
Hatice Hanım anlatıyor…
42 yaşındayım. Çok şişman görünüyorum değil mi? Şu an karnımın sağ ve sol tarafında her biri 3,5 kilo ağırlığında ur var. 7 kilo beni kemiren bir hastalığı taşıyorum.
“Aman be, daha fazla yaşayıp da ne yapacağım?” diyor bir ninem, ama o yaşına ve çektiği bunca acıya rağmen ölüm korkusuyla birden ağlayıveriyor, gözyaşlarını ızdırabına katık ediyor.
“Kızımın kanseri iyi huyluymuş, iyileşecekmiş ama rahmi alındı, bekâr da, nasıl evlenir ki?” diyor bir başka teyzem.
Doktorlar da ne bilir, ciğerin acısını…
Her zaman için emir komuta zinciri tıbbi yapılanmanın askeri sistemle birebir örtüştüğünü düşünmüşümdür. Sürekli çalışan, bol nöbet sarmalında kayışları yıpranmış, hayatından bezmiş intörnler, asistanlar, uzman doktorlar hastanede arı gibi çalışmakta. Geliniz ve siz de görünüz ki, yoğun tempodan mı, üstünden yediği azar içinde şişkinlik yapmasın diye mi, altında kim var kim yoksa esip gürleyen beyaz önlük mensubu arkadaşlar hastalara bir miktar daha yumuşak davransa, bu kadar çok azarlamasa iyi olmaz mı?
Bu insanlar yaşam savaşı veriyor. Merhamet herkes için merhamet…
Şahsım dahi bu azarlardan paydası oranında payından nasipleniyor. Sohbet esnasında içeri giren bir doktor hanım, “Şu odayı biraz toplayın, çok pis ve dağınık gözüküyor” diyor. Hayır çemkirmiyorum. Ortam psikolojisine uyumlu bünyemin emriyle, kalkıyor ve odayı bir güzel topluyorum.
Bir başka doktor geliyor ve “Ameliyatta sana kan verildi mi” diyor hastaya. Kadın ameliyat sonrası acısıyla değil de, cevabını bilmediği sorunun ezikliğiyle kıvranırken, sen misin bilmeyen, doktor başlıyor azar yağdırmaya. Kadın o an narkozda, ne bilsin ne verdiniz ve aldığınız nedir aslında? Parçadan çıkarılacak anafikir şudur: Askeri kışla mantığından çıkmalı doktorlar. İvedilikle bu kurumlar şifahane statüsüne geri dönmeli. Gerekiyorsa buradan da totaliter rejim mensubu birkaç general-profesör istifa edebilmeli.
Allah’a ulaşmak için vesileler aramak…
Ben ne yapıyorum, ne yapmalıyım denkleminde eritir pervasızca harcadığı evvelini ve ahirini temizleme ve kendine yakışır bir birey olma, kendiyle gurur duyma ve onu yoktan var edenin razı olduğu-olacağı kul olma potansiyeline haiz beşer-i mahlûkat. İşte o zaman ve sadece o zaman aslına rücu edebilmiş demektir. Ahsen-i takvim ve esfele safilin girdabında gel-git yaşarken, en güzel insan olabilme yön tabelasına o anda yönelebilmiş demektir. Ne mutlu kendisinden razı olunabilenlere!
Nuray Kayacan - Haber 7
nuraykayacan78@hotmail.com