Terkedilmeyecek kadar güzelsin
(Dünden Devam)
Nayır, Nolamaz, Bu Ev Benim olamaz!
Göbeğinde yer alan mini gölet Emirgan Korusu’nun en güzel yeridir şüphesiz. Bir zamanlar tel örgüleriyle sınırlandırılmamış mağaralara girer, içerdeki su öbeklerini ziyaret ederdik. Suya dökülmüş kurşun gibi göz göz olan kayalıkların arasında ilerlemek insanın maceracı ruhunu kamçılardı ol zaman. Keşke her yerde girilemez levhaları, tel örgüler olmasa. Yasaklara değil isyanım, özgürlükleri kötüye kullanıp zincirlere neden olanlara lafım.
Köşkten ağlayarak çıkan Belgin Doruk göletin yanındaki belediye bankına kurulur. Ardından aslında sarışın olan siyah-beyaz filmlerin azizliğine uğradığından ne saçının sarısı, ne gözünün yeşili ve belki de mavisi belli olmayan jönümüz gelir. İşte Emirgan’ı herkesin bildiği ama bildiğinin farkında olmadığı bir duruma sürükleyen sahnedir bu. Çoğu Türk filminde bu köşk zengin tarafın mekânıdır. Çünkü abartmayı severiz biz. Zengin oldu mu tam zengin olmalı, boğaz kenarında onlarca hektar arazisi olan köşklerde oturmalı. Diğer taraftan filmin fakir tarafı da ezik mi ezik, varoşun dibine vurmuş, kötü talihin emarını çekmiş, hapis-hastane-şiddet-bakkal veresiye defteri sarmalında ne çileler çekmiş, velhasılı hayatın sillesini yemiş olmalıdır.
Tarihçesi…
Koru, 17. yüzyılda Osmanlı padişahı IV. Murad tarafından İranlı Emir Güne Han'a armağan edilmiş. Daha önce Feridun Bahçeleri olarak anılan bölge bundan sonra Emirgân Korusu olarak anılmaya başlanmış. Yüzyıllar boyunca pek çok kez el değiştirmiş, 19. yüzyılda Osmanlı Padişahı Abdülaziz tarafından Mısır Hıdivi İsmail Paşa'ya verilmiş. 1871-1878 yılları arasında koru içinde 3 köşk yaptırılmış. Günümüze de ulaşan bu köşkler Sarı Köşk, Pembe Köşk ve Beyaz Köşk olarak adlandırılmakta. 1940 yılında dönemin İstanbul belediye başkanı Lütfi Kırdar'ın girişimiyle kamulaştırılıp park olarak düzenlenerek halka açılan koruda 2006 yılından itibaren her yıl Nisan ayında Lale Festivali düzenlenmekte.
Okul kıran Soluğu Emirgan’da Alır…
Okuldan sürekli kendi insiyatifini kullanarak hava değişimi alan örnek bir öğrenci olarak soluğu genel olarak Emirgan’da alırdım. İmam-Hatipliyseniz ve kız öğrenciyseniz, ne zordur okul kırmak. Uzun duvarları aşmanın yolu yoktur aslında. Ama eşsiz boğaz manzaralı bir okulda yemyeşil ağaç öbeği Emirgan korusu size göz kırparken tesirinde kalır ve doğa müptelası amansız bir hastalığın zavallı kurbanı iseniz güdülerinize engel olamazsınız. Nasıl bir irade ister, oksijen deposu, çam ağaçlarıyla dolu, eşsiz çiçekleri mis kokulu, boğazın kenarına çiçekten bir taç gibi yakışan bu koruya koşar adım gitmemek.
İtirafımdır Kayıtlara Geçmesin Lütfen…
Okul nasıl kırılır? Öncelikle normal çıkış kapısından, kimselere görünmeden usul adım kaçmayı denersiniz. Lakin erkek öğrenciler nöbet tutmaktadır ve gözyaşlarınıza önem vermeyecek kadar uzun ve çetin bir askeri disiplinden geçirilmiş gibi katı ve serttir tutumları. Normal çıkışlardan çıkamadığınız için kendi bahçenizin uzun duvarlarının ardındaki sokak lambasını (ki yaklaşık 10 mt bir yüksekliktir bu) gözünüze kestirirsiniz. Elektrik direğinden itfaiye eri misali kaymayı akledecek kadar haylazsınızdır nitekim. Özgürlüğe kaçarsınız. Allah özgürlüğe hasret kalmakla imtihan etmesin…
Motorlu Güvenlik Görevlileri…
Resim çekmek için deniz manzaralı yamaçlara yöneliyorum. Tek değilim, o kadar akıl sağlığımı kaybetmedim. Buralarda içenler, her türlü günahı işlemek isteyenler bulunur. Etrafınıza bakmak istemeseniz de bir hışırtı, bir karaltı, çalılıkların arasından gelen insan sesleri ürkütür sizi.
Koruları kötü emellerine alet etmek isteyenlerden nefret ediyorum. Bir ağız tadıyla doğa yürüyüşü yapamayacak mıyız? Egzoz dumanıyla boğulduğumuz, gökdelen gölgesinde üşüdüğümüz, karmaşasında ve kalabalıklığında yalnızlaştığımız, gürültüsüyle kendi sesimizden bile irkildiğimiz şu kozmopolit diyar-ı İstanbul’da! Allah’tan son model güvenlik görevlileri, her ıssız metrekareye konuşlanmış günah sevdalılarına aman verdirmiyor. Düdük çalarak ve nida eşliğinde, “Siz oradakiler, dağılın bakayım.” diyor.
Terk Edilemeyecek Kadar Güzelsin İstanbul…
Geçici ayrılıklardan öteye gidemiyor uzaklaşmak senden; senin hasretin hiçbir şeye benzemiyor. Anayı-babayı, eş, dost, akrabayı bir görüp, gönüllerini alıp, memleket hasretine el yüz sürüp, yöresel ürünlerden bolca zula yapıp bir an önce dönmek istiyor insan. Ah İstanbul, sen nasıl bir sihirsin? Kendine maşuk ettin, sevdandan kurtulmanın bir yolu var mıdır? O yolu merak eden, sorgulayan, sevdandan dertlenen var mıdır? Ah İstanbul, sen nasıl bir memleketsin? Sana koşan her insana aşını, işini, güzelliğini verirsin. Kol kanat gerer, sıkışık sofranda bir tabak, bir yer mutlaka verirsin. Senden dert yanan milyonlarca sakinine aldırış etmezsin. Bilirsin yürekleri başka sözleri başkadır. Derdine matuf, kör kütük bağlıdır, sevdalıdır sana halkın…
Nuray Kayacan - Haber 7
nuraykayacan78@hotmail.com