Hürriyet yolunda yürümeye davet!
Bu hafta, askerliğe 12 Eylül hapisliği nedeniyle epey geç kalmış askerler olarak aynı dönemde-1988 yazı-Denizli'de kısa dönem beraber askerlik yaptığım, Muhsin Yazıcıoğlu'nun trajik ve şüpheli ölümünü yazmayı düşünüyordum.
Diyarbakır cezaevinden o yılın başında tahliye olmuştum ve askerliğe geç kalmıştım. Sanırım Yazıcıoğlu'da benim gibi, mahpusluk nedeniyle askerliğe geç kalmıştı. Birbirimizi hiç görmedik, farklı bölüklerdeydik. O feci ve şüpheli 'kazada' hayatını kaybettiğini duyduğumda, aklıma Denizli'deki askerlik günleri geldi. Bu günler ve sonrasında yaşananları bu hafta yazayım istiyordum. Ama olmadı. 'Operasyon' dan sonra başlayan tartışmalar hevesimi kırdı doğrusu.
Merhum Yazıcıoğlu'nu yazmak zor geldi bana.
Bir umut kırıklığı, bir hayal kırıklığıydı yaşadığım.
Geçmişle yüzleşmenin 'proceleri'
Son on yılda, geçmişle hesaplaşma ve yüzleşme meselelerinde, insanlığa karşı işlenmiş suçlarla mücadelede, mağdurların hak taleplerinin tanınması, acıyı ve yası paylaşma bahsinde, Türkiye'nin yaşadığı hafıza patlaması sanki bir anda buhar olup gitmişti..
Ya da bana öyle geliyordu.
Kimin umurunda diyeceksiniz belki.
Geçmişle yüzleşmenin 'projecilerini' ve teorisyenlerini, toplumsal hafızayı siyasi kullanım alanı haline getirenleri bilemem tabi; ama toplumsal hafızamıza dair hakikati bilmede ve paylaşmada on yılda kat ettiğimiz mücadelenin bir anda buharlaştığı kanısının insanların içinde uyandığını görmek, bu acı gerçekle yüz yüze kalmak; bir mağdur ve bir tanık olarak benim ve benim gibi olanların umurunda elbette.
Adi değil siyasi bir operasyon
Bu yazıya kahredici bir kararsızlıkla oturdum. Bu kararsızlığımın bir tek sebebi var. Operasyon ve sonrasında başlayan tartışmaların yarattığı toplumsal algı..
Ben bu toplumsal algının, yolsuzluk ve rüşvet gibi konularda halkı uyanık tutmak ve hesap sorulmasını istemek için yaratıldığı kansında değilim.
Bu ulusal ve uluslar arası bağlantıları olan siyasi bir operasyondur.
Ve bana öyle geliyor ki, operasyonun siyasi amaçlarından biri pek erken gerçekleşti.
O amaç nedir diye soracak olursanız, 'Askeri vesayet ve darbe sürecine dair hafızamızın ve mücadelemizin üstüne yavaş yavaş, yoğun bir sis bulutunun çökmekte olmasıdır ' derim.
28 Şubat'tan tutuklu kimse kalmadı. Henüz sanıkların ifadeleri dahi tamamlanmamış ve mağdurlar dinlenmemişken, faillerin inkar etmeyip, bin yıl sürecek dediği post modern darbe, gözümüzün önünde bir hayale dönüşüyor.
'Tuhaf Zamanlar'a geldik dayandık.
Darbeye teşebbüs edenler içerde, dört başı mamur darbe yapanlar, işi tamamına erdirenler dışarıda!
Gözleri görmeyen ülkenin insanları Öyle şeyler yazılıyor ve öyle şeyler duyuyoruz ki, mağdurların bile, yaşadıklarının bir hayalden ibaret olduğuna inanmamaları neredeyse imkansız gibi görünüyor.
Türkiye'yi hakikate inanmayanların ülkesi yapmak, Saramago'nun 'Körleşme'de anlattığı gibi, bir sabah uyandığında gözleri görmeyen insanların ülkesi haline getirmek istiyorlar.
Darbeler bir hayaldi ve asla yaşanmadı!
Yazının devamını okumak için bu linki kullanabilirsiniz
omiroglu@stargazete.com