Orhan Miroğlu
Orhan Miroğlu
ALINTI YAZAR
TÜM YAZILARI

Öcalan direnebilseydi...

GİRİŞ 27.07.2015 GÜNCELLEME 27.07.2015 YAZARLAR

Kandil ve başka alanlar bombalanıyor, şehirlerde operasyonlar yapılıyor, DAEŞ’e ve PKK’ya karşı yeni bir mücadele konseptine doğu adım adım gidiyoruz. Bu sürecin olası siyasi sonuçlarının, demokratik  meşru alanla tolere edilmesi, normalleştirilmesi, demokratik alan ve zemini zehirlemesinin önüne geçilmesi elbette çok kolay olmayacaktır. Çatışma olacak, kan dökülecek, güvenlik güçleri geçmişte örneğini gördüğümüz kuşatıcı ve farklı bir psikolojinin içine girecek, yanıbaşlarında peş peşe şehit edilen arkadaşlarının hatırası onları huzursuz edecek ve hiç şüphesiz farkına bile varılamayan bir zamanda bambaşka bir toplumsal psikolojiyle karşı karşıya kalacağız.

Allah Türkiye’yi etnik hınç ve öfkeden korusun diyelim. Bu riskli dönemlerde İmralı akla gelir ve oradan gelecek bir mesajın rahatlatıcı olacağından emin olunurdu. Gezi’de, açlık grevlerinde, 17 Aralık’ta, 6-7 Ekim olaylarında Öcalan’ın demeç ve talimatları, çok etkili ve belirleyici oldu. Ama bu talimat ve demeçler, ölümcül bir hastaya yazılan ve  geçici rahatlama yaratan ilaçlar gibiydi. Rojava’da Esat’la kurulan ve sırf Esat’ın iktidarını korumaya yönelik  ilişkilere Öcalan itiraz etmedi. Erbil ve Duhok anlaşmalarının PYD tarafından ihlal edilmesine ses çıkarmadı.

HDP, hava harekatını ‘federal Kürdistan’  topraklarının ihlali olarak görüyor ya, bu topraklar maalesef PKK’nın hem Irak hem bölgesel yönetimin yürürlükteki anayasalarını  ihlal ederek oluşturulmuş birkaç kantonla zaten şu an paramparça olmuş durumda.

Kandil, Erbil’den Kürdistan’ın  artık yönetilemeyeceğini, Mesut Barzani’nin ise tarihsel miadının dolduğunu vaaz edip duruyor.. Süleymaniye ise, şu günlerde merkezi Erbil hükümetinden fiili bir kopuşu yaşıyor. Öcalan bütün bu olup bitenleri muhtemelen, PKK’nın ayaklarını Ortadoğu’da yere basması ve gelecek için ümit verici ilerlenmeler olarak gördü. Ya da böyle olduğuna inandırıldı. Bekaa’da ‘misafir’ olduğu dönemlerin geride kalıp, İmralı’dayken , Suriye’de artık hatırı sayılır bir lidere dönüşmek ne de olsa ret edilecek bir şey değildi.

PKK’nın yüzünü Öcalan gibi Türkiye’ye değil Ortadoğu’ya dönerken Şii iktidar merkezleriyle kurduğu ilişki ve ittifaklara  muhtemeldir ki, Öcalan ihtiyatla yaklaştı, örgütünün kendisinden uzaklaşmakta olduğuna dair bir takım şüphelere de kapıldı,  ama İmralı’da ve tutukluluk koşulları içinde,  bu ilişkilere ve yeni ittifaklara müdahale etme ya da kendisinin kontrol edebileceği bir alana taşımanın da imkansız olduğunu fark etti. Belki PKK’nın, ‘Öcalan’ın PKK’sı’ olarak kalması için devletin kendisine daha fazla destek sunmasını bekliyordu. Ama ortaya çıkan sonuç, devletin, ‘PKK’yle oynamayı’ , ‘PKK’nın iç işlerine’ Öcalan’la olan siyasi bağlarına şu ya da bu şekilde ve Öcalan’ın lehine dokunmayı hiçbir zaman istemediği anlaşılıyor. . Dolayısıyla Öcalan ve devlet arasındaki ilişkiler ‘çözüm süreci’ni aşan, PKK’nın geleceğine, hareket tarzına ve Ortadoğu’da kurduğu ittifaklara müdahale eden bir mahiyette değildi.

Öcalan’la Kürt meselesini ve PKK sorununu çözebileceğini düşünen devlet, PKK’nın  Öcalan’ın Türkiye için tahayyül ettiği paradigmalarından yavaş yavaş uzaklaşmakta olduğunu ya fark etmedi, ya da Öcalan’ın rolünü fazlaca önemsedi.

Kandil bombalanırken, PKK eylemlerine devam ederken, geldiğimiz nokta, Öcalan’ın hemen hiç hatırlanmamasıdır ve bu, bu meselenin tarihinde sanırım bir ilk. Hepimiz sanki Öcalan’ın rolünün bittiğine kani olmuş gibiyiz..

Peki bu aşamaya nasıl gelindi? İsterseniz  soruya çözüm süreciyle alakalı bir hafızanın izini sürerek cevap aramaya çalışalım. Bu köşede daha önce okuduğunuz ‘Diren Öcalan’ yazısına özetle bakmakta fayda var, şöyle yazmışım:

‘21 Mart günü Öcalan’ın, Diyarbakır’da okunan mektubu, 30 yıl sürmüş bir  silahlı mücadele dönemini kapatıyor, Kürt siyasetinin önüne yeni bir mücadele anlayışı koyuyordu.

Silahlar susacak ve belli bir takvim içinde silahlı gruplar Türkiye’yi terk edecekti.

Bu, PKK’nin Türkiye’ye karşı yürüttüğü silahlı mücadeleyi durdurması anlamına geliyordu. PKK ile ilişkili bütün kurumlar Öcalan’ın mektubunu ihtiyatla karşıladılar.

Kuşkusuz, Öcalan’a açıktan karşı çıkılmadı.  Ama siyasi şartların onun düşündüğü gibi  olmadığını göstermeye yarayacak bir dizi eylem planlandı. Sanki çok alametler belirecek ve bu alametler 1984’te başlayan sürecin 30 yıl içinde yol açtığı kıyametten daha büyük bir kıyamet doğuracaktı. 

Kürt milliyetçiliğinin bütün dünyada ve Ortadoğu’da yükselişte olduğu ve yeni yüzyılın Kürt yüzyılı olacağının söylendiği  bir dönemde, Kürtler’ i Misak-ı milli sınırları içinde kalmaya, yeni bir Türk-Kürt ittifakı kurmaya ve bunun için de, silahı terk etmeye  davet etmek  kolay değildi. PKK 21 Mart’tan sonra büyük bir baskı altında kaldı. Karayılan’ın açıkladığı gibi, Kandil’e heyetin biri gidiyor, biri dönüyordu. Mektup okundu ve PKK adeta düşünsel bir bombardıman altında kaldı.

yazının devamı için tıklayınız

YORUMLAR 1
  • memet 10 yıl önce Şikayet Et
    Sayın Miroğlu Tayyip Erdoğan sizin gibilerin gazına gelerek bu ülkeyi özellikle de doğu-Güneydoğu'yu yaşanmaz hale getirdi. Bakın bu ülkede 10 yıl öncesinde kolay kolay ben hdp'ye oy vereceğim diyen olmazdı. Bugün tam tersine hdp dışında kimse nereye oy vereceğini korkudan açıklayamıyor. Ülkenin geldiği noktaya bakın. Yazıklar olsun.
    Cevapla