Nisibis ahh Nisibis!
Akrabalarım, dostlarım, partili arkadaşlarımla görüşüp durdum bütün gün. Hastaneden arayan doktorlar oldu. İçim kanadı onları dinlerken.. Bedenim Ankara’da, Meclis'teki odamın içindeydi ama yüreğim Nusaybin’de atıyordu. Gelen telefonlardan hep aynı şikayetleri dinledim. Elektrikler düzenli verilemiyor, sular akmıyordu. Son ekmekler çoktan yenilmiş, ekmek yerine bulgur pişiriliyordu. Trafolar patlatılıyor, onarım için gelen ekipler mahallelere giremiyor, roketatarlarla durduruluyordu. Çalışma ekiplerini, mahallelere girmeye ikna etmek çok zordu.
Bir yandan da şarapnel ve kurşun yaralarıyla hayatını kaybetmiş insanlar taşınıyordu hastanelere.
Can pazarı bir ortam..
***
AK Parti olarak Haziran seçimlerinde iki, Kasım seçimlerinde de iki defa Nusaybin’e girmeyi başardık.
Girmeyi başardık derken, aklınıza, şehir içinde serbestçe dolaştığımız, insanların elini sıkıp merhabalaştığımız bir şehir ziyareti gelmesin.
İlçe binamıza gidiyoruz, benim gözümde cesur, hatta kahraman insanlardan ibaret olan, AK Partililerle orada buluşuyoruz, kısa bir süre kaldıktan sonra da arabalarımıza doluşup ayrılıyoruz.
Bir defasında esnaf ziyareti yapmak istedik, pişman ettiler. Gençleri toplamışlar, slogan atıp duruyorlar, aramızda silahlı insanlar var, Allah korusun, karşı karşıya gelsek, çok insan ölebilir, çaresiz, arabalara doluşup ayrıldık Nusaybin’den.
***
Seçimlere üç gün kala partili bir arkadaşımız sokak ortasında infaz edildi.
İnternette hala video olarak var. Nusaybin’de bir mahallede ve sokak ortasında kurulan bir ‘halk mahkemesi.’ Sokağı aydınlatan bir lambanın altında, yüzü maskeli, eli silahlı iki kişi, yine yüzüne torba geçirilmiş ve suç işledikleri iddia edilen iki kişinin yanında duruyor. Kalabalık bir halk topluluğu var, gelen yoğun seslerden ve arada bir duyulan çocuk seslerinden anlıyorsunuz ki, mahalle sakinlerinin tümünün, sokakta kurulan mahkemenin bu duruşma anını izlemesi istenmiş. Önce suçlar okunuyor. Birinin suçu, sırtında Türk bayrağı dövmesi taşıması. Diğerinin suçu, uyuşturucu kullanmak. Suçlar tebliğ edildikten sonra, mahkeme yargıcı uzun bir konuşma yapıyor. Halk bu kadar zor şartlarda özgürlük mücadelesi verirken, düşmanın bayrağını sırtında taşımanın, hele uyuşturucu kullanmanın nasıl da affedilemez suçlar olduğu hatırlatılıyor. Anlaşılan jüri üyeleri olarak, Barış anneleri söz alıyor sonra. Anneler de mahkeme yargıcının-veya savcısının- söylediğine benzer şeyler söylüyor. Sonra karar açıklanıyor. Sanıklara belli bir süre tanınıyor ve şimdilik affedildikleri ama takip altında olacakları ifade ediliyor.
Bu videoyu izlediğimde, aklıma Stalin’in kurdurduğu mahkemeler değil ama her nedense Fuko’nun, 'Hapishanenin Doğuşu’ ismini taşıyan kitabında okuduğum, okurken ürperdiğim, bir mahkumun halkın tezahüratları altında parçalanarak can verdiği o uzun anlatısı geldi..