Bin yıl geçse de unutmayacağız!
Serdar Çam ve ekibi, Balkanlar'da da sanki geçmişin vefasızlıklarını unutturmak istiyormuşçasına 'uzun ince bir yola çıkmış, gidiyorlar gündüz gece'...
Yüreklerimizde katmerleşen derin sızıyla akıp giden yollar bizi de önce Vişegrad'daki Drina Köprüsü'ne sonra Saray Bosna ve Mostar'a götürdü. Avrupa'nın ortasında asrın en büyük soykırımlarından birinin bütün dünyanın gözleri önünde işlendiği yerdeydik.
Tarih aynı tarihti.
Srebrenica'da 11 Temmuz 1995 tarihinde 40 bin civarında Boşnağın canlarını emanet ettikleri BM eliyle Sırplar'a teslim edildikten sonra binlercesinin hunharca katledilmesinin üzerinden tam 18 yıl geçmişti.
Biri minik Fatima olmak üzere 8372 silahsız Boşnağın Sırplar tarafından canlarına hıyanet edildiği soykırımı hatırlatacaktı dünyaya Bosna bir kez daha...
Kana aç Sırp Çetnik milislerinin eliyle can veren masumların çoğunun henüz kabri bile yokken...
Katillerin sırıta sırata kadeh tokuşturarak kumpas kurduğu masada, 'silahlarınızı teslim' edin baskısıyla suçlu psikolojisine soktukları silahsız Müslüman siviller, eli kolu bağlandıktan sonra sırtlarından nasıl da kurşunlanmıştı?!
Hani hatırlarsınız;
Kurtların çevrelediği masada omuzlarına bütün Bosna'nın yükü yüklenen Nesib öğretmeni ve mazlumlarının en garip temsilcisi olduğu günü, Bosna'daki BM Barış Gücü komutanı Fransız General Philippe Morillon'un güvenli şehir ilan ettiği bölgeden ansızın BM askerini çekişini, Hollandalı Sırp işbirlikçisi Komutan Thom Karremans'ın kendisine sığınan 40 bin kadar mülteciyi Sırplara teslim edişini,General Mladiç'in Srebranitsa'da "Türkler'e karşı isyanın anısına Müslümanlardan intikamımızı alıyoruz" narası atarak dünyaya meydan okurcasına kameralara efelenişini...
Bu tek taraflı işlenen kanlı vahşetin üzerinden onca yıl geçmesine rağmen acılar hala yüreklerden kan sızarcasına taze Bosna'da... Binaların duvarlarında 20 yıl önce sıkılan kanlı kurşunların izleri duruyor hala. Bir insanlık utancını haykırır gibi karşılıyor bizi...
Saray Bosna'daki şehitliğin ortasındaki mütevazı kabrinin başında dudaklarımızda dua, ellerimiz göğe açılırken vakur yürüyüşüyle gazi ordusunun en önünde duran büyük kumandan Aliya geliyor gözlerimizin önüne... Kabir taşı gibi dikiliyor karşımıza... 'Esselamün Aleyküm' diyerek selamladığı ordusuna 'Allahu Ekber' nidalarıyla tekmil veriyor aynı o günkü gibi...
Aliya'nın Srebranitsa dağlarından "Düşmanlarımız burada dostlarımız nerede" diye haykırışı çınlıyor kulaklarımızda...
O en zor günlerde dost ve kardeş ülke olarak Türkiye'nin suskunluğunu, liderlerimizin katliama kayıtsızlığını hatırlatıyor sanki bize...
Başımız öne düşüyor utancımızdan.
O gün acaba niye 'durun' diye haykıramamıştık dünyaya, niye 'One Minute' diyememiştik katillerin gözlerinin içine bakarak, Osmanlı'dan sonra kendi derdimize düşüp uzun yıllar sahipsiz bıraktığımız Evladı Fatihan'ın katledilişini film izlercesine nasıl izlemiştik?
6 Nisan 1992'de başlayan ve 3 buçuk yıl süren ve yüzbinlerce masum insanın hayatını kaybetmesine, milyonlarcasının evlerini terk etmesine yol açan savaş sırasında sahi Türkiye sesini niçin çıkaramamıştı?
O gün bizi yönetenlerin bu vahşide katliam yaşanırken hiç mi yapabilecekleri bir şey yoktu?!
Bu soruların cevabını ararken bir taraftan en yakın tanıkların ağzından anlatılan acı hikayeleri dinliyorduk.
Drina Köprüsü'nün üzerinde bir Boşnak annenin ağzından aktarılan en kanlı günlerin acı hatırası boğazımıza bir yumrunun oturması için yetiyordu.
Hayalle gerçek arasında gibiydik sanki;
Nehrin iki yakasını bağlayan 500 küsür yıllık köprünün üzerine sıra sıra dizilen elleri tellerle bağlanmış gencecik canların boğazlanarak azgın sulara atılışı geliyor gözlerimizin önüne...
Onca yıldır yasını taşıyan nehirin kıvrım kıvrım akan sularına dalarken gözlerimiz ellerinde palalarıyla Çetnik cellatlar beliriyor. Savunmasız Müslüman Boşnakların boğazlarına dayanan palalar tek darbeyle gencecik canları yıkıyor. Köprüden aşağıya yuvarlanan kanlı cesetler Drina'nın deli akan yeşil sularını kızıl kana buluyor bir kez daha...
Hikaye gözümüzün önünde adeta canlanırken nehre atılan binlerce cansız bedenin ancak savaş sonrası nehrin üzerindeki barajın tribünlerinden toplandığını duyunca ürperiyoruz.
1-2 günde 2 binden fazla Boşnak, kadın erkek, yaşlı genç, bebek demeden en hunhar biçimde katledilerek Drina'ya atıldığını öğreniyoruz.
İşin daha da dramatik yanı köprüyü karşıdan gören yamaçta çalıların arasına saklanarak içli içli ağlamaktan başka elinden bir şey gelmeyen analar evlatlarının, eşler kocalarının boğazlanışını dünya durdukça unutamayacakları bir kabus filmi gibi izlemek zorunda kalmaları oluyor.
Ne büyük bir acı, ne dayanılmaz bir çaresizliktir kim bilir. Eşi veya evladı çığlık çığlığa can verirken sesini bile çıkaramadan izlemek.
Kan kırmızı akıyordu Drina'nın bizi geçmişe sürükleyip götüren suları... Ecdadın temellerini attığı köprünün ayakları Müslüman kanına bulanarak akıyordu. Acıları, yaşanılanları hiç unutmamamızı istercesine akıyordu yatağında... Aliya'nın kutlu direnişi ile bize bıraktığı masumların emaneti sahiplenmemizi istercesine...
Ne de olsa Bosna topraklarında da Çanakkale'deki gibi son haçlı ittifakına karşı mazlum Müslümanların amansız mücadelesi, çaresizlikleri ve kutlu direnişi var.
Osman Ateşli - Haber 7
Twitter: @oatesli
-
Can Bican 11 yıl önce Şikayet Etİman ne büyük nimet ya Rabbi... Yüzyıllar boyu -farklı dinlere mensub olmalarına rağmen- birlikte barış içinde yaşayan bu insanlar, nasıl oluyor da bir gecede komşularını hunharca katledebilecek duruma geliyorlar. İnsanın hafsalası almıyor. Bir de, insanın kanını donduran bu cinayetleri irtikab edenlerin, dünyada hakettikleri cezayı çekmeseler dahi, ebediyyen cezasız kalacaklarını düşünmek, o mazlumlarla aynı karanlık çukurda kaybolacaklarına inanmak ne büyük gaflet. Ahiret olmasaydı insan çıldırırdı herhalde.... Ruhun şad olsun Bilge Kral! Allah kanınızı, mazlum Bosna halkının ebedi bağımsızlığının kefareti kılsın, Bosnanın aziz şehitleri.Beğen Toplam 5 beğeni