Babam ve Ben!
Kıran kırana bir iktidar kavgasının yaşandığı,
Askerin kavgaların tam merkezine oturduğu,
Milletin askeri olması gereken ordunun kendi içinde bile iktidar kavgasına tutuştuğu,
Tankların namlusunun bir kez daha millete döndüğü,
Sokak başlarını askerlerin ve askeri araçların tuttuğu,
Uçakların millete gözdağı vermek için binaların üzerinde alçak uçuş yaptığı,
Demokrasiye ve demokratik düzene meydan okunduğu,
Ordunun içinden emekli olmuş bir albayın bile darbe üstüne darbe denediği,
İletişim ve haberleşmenin sıfır olduğu,
Radyo binasını ele geçirenin herşeye hakim olduğunu ilan ettiği,
Milli Birlik Komitesi adı altında bir zümrenin millete komitacılık yaptığı,
Asker, yargıç, hakim ve bir kaç akademisyenden oluşan cuntacıların devleti ele geçirdiği,
Beşuş çehre (Güler yüzlü - Menderes babasının radyoda böyle anons edildiğini ifade ediyor kitapta) yerine, merhametsiz soğuk devlet yüzünün hakim olduğu,
Milletin seçtiği başbakanının boynuna yağlı ilmek geçirilip darağacında sallandırıldığı,
Türkiye'nin acı ve hüzün dolu demokrasi ve demokratikleşme hikayesi...
Merhum Aydın Menderes'in babası ile ilgili anılarını kaleme aldığı kitabı okurken gördüklerim ve hissettiklerimdi bunlar...
'Babam ve Ben' isimli henüz piyasaya çıkan kitabı okurken ülkemin ne büyük imtihanlardan ne büyük bedeller ödeyerek çıktığını farkedememek mümkün değil. Kitabın kapağında da ifade edildiği gibi tam anlamıyla 'Bir Çocuğun İktidarla ve Darbeyle Yüzleştiği Anlar' anlatılıyor.
Geçtiğimiz Aralık ayında 65 yaşındayken vefat eden Aydın Menderes, 27 Mayıs'a, öncesine, sonrasına, ailesine, babasına dair hiç anlatmadığı olayları aktararak Türkiye'nin bir dönemine ışık tutuyor. Vefatının ardından açıklanmasını istediği o anılar eşi Ümran Menderes tarafından kitap haline getirildi. Ufuk Yayınları tarafından yayınlanan 'Babam ve Ben' isimli kitap, dönemin ve ailenin içinden bir tanığının ağzından yarım asır önce yaşanan dramatik Türkiye gerçeğine ışık tutarken tarihe tam anlamıyla not düşüyor.
Ailesiyle son görüşmesini bile idamla yargılandığı adanın komutanının gözü önünde binbir eziyet ve aşağılamaya maruz kalarak yapan bir Başbakan'ın ve oğlunun hikayesi var satırlarda... Aydın Menderes o günü anlatıyor anılarında... Okurken ben o utancı yaşıyorum. O fotoğraf karesi geliyor aklıma... Hani 'burada tek hükümran benim edasıyla' ailenin ortasına kurulan komutanın meşhur fotoğrafı...
Oğul Menderes, 'hayatımda geçirdiğim en acı ve acıklı saatlerdi' diyerek yazıyor o en son görüşmeyi; "O günkü Yassıada'ya gidişimiz ve oradaki görüşmenin sonu benim hayatımda geçirdiğim en acı ve acıklı saatlerdi diyebilirim. Yine bizi Yassıada komutanının önüne getirdiler. Biraz sonra babam geldi. Önce bir fotoğraf çekme eziyeti yaşandı. İçeriye fotoğrafçılar çağırıldı. Birlikte fotoğraf çekilecekti. Ada komutanı, "Adnan Bey sen otur, sen kalk, sen şurada dur" diye emirler vererek sözüm ona değişik fotoğrafların çekilmesini temin etmeye çalışıyordu. Bu babamı da hepimizi de son derece üzmüş rahatsız etmişti. Oturuldu, konuşmalar başladı. Dudaklar diller ne söylerse söylesin babam da bizler de bunun çok büyük ihtimalle birbirimizi en son görüşümüz olduğunu bilinci içindeydik. Aramıza mukadder bir ayrılığın açısı çoktan girmiş ve bunun dayanılmaz acısı üzerimize çökmüştü. Yine konuşmanın sonuna kadar ada komutanı vardı. Hiç olmazsa bir iki dakikacık birbirimizle bir helalleşecek kadar dahi başbaşa kalamadık. İçimde hep babama sarılmak "babacığım canınızı üzmeyin bu millet aynen bıraktığınız gibidir hatta çok daha fazlasıyla sizi seviyor ve arıyor, hasretler yolunuzu bekliyor, hakkınızda uydurulan hiç bir iftiraya da inanmamıştır" diyerek ona sarılmak istiyordum. Olmadı. Söyleyemedim. Tabii ki büyük bir hüsran olarak içimde kaldı."
Bu satırları okurken Berrin Menderes'in o günü anlattığı mektubundaki "Allah kimseye böyle günler göstermesin." niyazını daha bir başka anlıyorum. Merhum Adnan Menderes'in mektubundaki "Rabb'imden bütün arzum sizi tekrar görebilmektir" dileğini de aynı şekilde...
Kitapta anlatılanlar bunlarla da sınırlı değil;
Ara ara karşılıklı gönderilen mektuplar, gazeteye yansıyan bir kaç satır ve komitenin radyoya müsade ettiği kadar haberler dışında haber alamıyor aile... Hele son anlar aile tüm haberleri neredeyse tek haber kaynakları haline gelen radyodan alıyor. Mesela Menderes'in intihara kalkıştığı haberini bile ailesi saatler sonra 'mahkemeye çıkmadı' bilgisi verilirken radyodan öğreniyor.
Tarih 15 Eylül 1961. Hakkında idam fermanı çıkan Başvekil Menderes'in son iki günü... İdamdan iki gün önce baskı ve aşağılanmalara dayanamayıp intihara sürüklenen başvekil, yoğun bakımda tedavi altındayken bile başucunda gözlerini açsa da "bir an önce ipe çeksek" diye bekleyen bir anlayış...
En yakın arkadaşları teker teker asılırken çaresizlik içinde hükme rıza göstermiş bir Menderes... Gazetelerde Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın darağacında sallandırıldıktan son çekilmiş fotoğrafları... Aileye tam bir psikolojik işkence... Günlerden 17 Eylül... Aile yine belki bir haber çıkar umuduyla radyonun etrafına toplanmış. Ve 19.00 haberlerinde alınan acı haber: "Adnan Menderes hakkındaki idam cezası da İmralı'da infaz edilmiştir."
Menderes'in hatıralarına yansıyan utanç bununla da kalmıyor. Henüz infazdan bir iki gün sonra gönderilen bir polis memuru tarafından evinin kapısına asılan idam yaftası... İpe çekildiği anda üzerinde olanlar bir torba içinde postayla geliyor kapıya... İdam masrafları için icra tebligatı gönderilerek ip ve cellat masrafları istenen bir başbakanın ailesinin yaşadıkları var kitapta... Aydın Menderes, bu zorlu süreçte kendisinin de içinde bulunduğu ailesinin ruh halini ilk kez anlatmış anılarında... Yaşananların ifede edilmekte bile zorlanıldığı her kelimede hissediliyor. Kurşun gibi ağırlaşıyor arada cümleler. Hatıralar tek tek sıralanıyor, yüzlerden maskeler düşüyor yer yer...
Satırların arasında gözlerim ardı ardına gezinirken dönemin tanıklarının ağzından anlatılanlar geliyor aklıma...
İmralı Adası'ndaki cezaevinde tutulanlar arasında bulunan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun Paşa, kendi infazını beklerken şahit olduğu Menderes'in idam gününü şöyle anlatmıştı mesela kendisiyle yapılan bir röportajda: "En feci gün Sayın Adnan Menderes 'in idam edildiği 17 Eylül 1961 Pazar günüydü. Öğle üzeri mevkufe bulunduğumuz koğuşun parmaklıkları kapatıldı. Bir şey göremiyorduk. Fakat emniyet birliklerinin koşuşmalarından fevkalade bir hal yaşandığını hissediyordum. Parmaklıkların arkasından gelen 'ah' sesi merhumun son nefesi oldu. O gece koğuşta sabaha kadar hatimler, aşırlar ve dualar okuduk."
Anlatılanlarla birleşen fotoğraf kareleri bir anda film şeridine dönüşerek beni o günlere götürüyor.
Tekneden askerlerin kolunda indirilen ve sürüklenircesine götürülen bir başvekil... Komutan, hakim, savcıdan oluşan infaz timi arkasında... Darağacının yolunu tutmuş bir yalnız adam...
Sehpaya çıkışı ilmeği boynuna geçirilişi geliyor sanki insanın gözün önüne... Menderes'in son sözleri tekrar tekrar çınlıyor kulağımda... Hoca 'Kelime-i Şehadet getirelim' diye tekrarlıyor. Birlikte getirilen Kelime-i Şehadet son sözü oluyor. Son karede celladına bile acıyacak kadar merhametle bakıyor sanki...
İnfaz organizatörleri ise vazifelerini bitirmenin rahatlığıyla gazinoya giriyor. İkramlar geliyor masaya, kutlama başlıyor. Diğer yanda ipte cansız bedeni sallanan bir başbakan...
Satırları okurken Balyoz kararlarıyla 27 Mayıs 1960 Darbesi'nden beri süregelen anlayışın sona erdiği şu günlerde 'keşke milletin seçtiği Başbakana bunu yapanlar, demokratik düzeni kesintiye uğratanlar da adalet önünde hesap verseydi. Keşke bu hesap kıyamete kalmasaydı' demekten kendini alamıyor insan...
Oğul Aydın Menderes'in hayattayken kaleme aldığı bir roman akıcılığındaki hatıratın satışından elde edilecek tüm gelir, yeni kurulan Adnan Menderes Demokrasi Vakfı'na bağışlanacak. Ben kitabı okumanızı öneririm.
Osman Ateşli - Haber 7
osman.atesli@haber7.com
Twitter: @oatesli