Yabancı dil öğrenme özürlü müyüz?
Bilimsel etkinlik nedeniyle dün Malezya’dan İstanbul’a gelen ekiple epey muhabbetli bir gün oldu. Türkiye’de en çok dikkatlerini çeken şeyin ne olduğunu sorduğumuzda güzellikler, zengin tarih gibi bildik cevapların yanında olumsuzluklar sorulduğunda yanıtı yabancı dil konuşanın çok az olduğuydu. Ne zamandır üzerinde yazmak istediğimiz konu da böylece nihai halini almış oldu.
Ülkemizde yabancı dilin iyi öğretilemediğine veya öğrenemediğimize ilişkin şikayetleri sık sık hem devlet yetkililerinden hem de konuyla ilgili eğitimci ve araştırmacılardan duymaktayız. Hatta ilkokulun belirli sınıfından başlayarak yükseköğretimi bitirinceye dek geçen 12 senede yabancı dil öğretilmeye çalışılmasına karşın mezun gencin bir turistle karşılaşınca neden iki kelimeyi bir araya getiremediğinden dem vurulur.
İnsanımızın neden yabancı dil öğrenemediğine dair araştırma yapanların çok değişik teorileri vardır. İçlerinde, dil öğrenmede zayıf olan İngilizler ve Japonlar gibi tarihinde köklü devletler ya da imparatorluklar kurmuş ülkeleri örnek vererek benzer geçmişimizle karşılaştıranları bile görebilirsiniz. Türk insanı için ayrı bir müfredat geliştirilmesini isteyenler de vardır. Önemli sayıda insan ise yabancı dili öğrenebilmenin yolunun önce ana dil Türkçe’yi iyi öğrenmekten geçtiğini söyler. Kısaca hemen herkes bu konuda epey uzun konuşacak kadar malzemeye sahiptir.
Şüphesiz tüm bunlarda haklı yanlar olabilir ve vardır. Ancak bunların neden yabancı dilin öğretilemediğini veya öğrenilemediğini yeterince açıklayamadığını ifade etmek gerekiyor.
Hatta benzer teorilerin bir çoğunu şimdilik bir kenara koyarak sonda söylenecek şeyi başta söyleyelim: Başka ülkelerin insanları yabancı dil öğrenmede ne kadar yetenek sahibiyse bizlerin de aşağı kalır yanımız yok. Yabancı dil öğrenme özürlü filan da değiliz. Kendimizi aşağılamaya da gerek yok.
O halde yabancı dilin öğrenilememesinin ardındaki en önemli nedenler neler olabilir?
Yabancı dilin iyi öğretilemediğinden hareketle suç tamamen eğitim sistemine atılarak okulların yabancı dil öğretemediğinden şikayetçi olunmakta. Halbuki eğitim sistemi olarak çok daha geri durumda olan ülkelerde yabancı dili öğrenebilenlere ne demeli? Onların eğitim sistemleri mükemmel olduğu için mi yabancı dil öğrenme konusunda daha başarılılar?
Diller arasında göreceli de olsa zorluk bakımından farklılıklar olabilir. Ancak hangi yabancı dil olursa olsun etkin bir iletişim için gerekli seviyede dilin öğrenilmesinin bir yıldan çok daha az süreceği, çoğu durumda da altı ay gibi bir sürede bu işin halledilebildiği bir gerçek.
Yazımızda tüm bu kuramlar bir tarafa bırakılarak yabancı dil öğrenmek için olmazsa olmaz dediğimiz üçlü sac ayağı modeli açıklanmaktadır. Buna dil öğrenmek için üç altın kural da diyebilirsiniz. Bu model, uzun yılların gözlemine dayanmakta olup üzerinde bilimsel araştırmalar yapılarak doğruluğu geçerlenmiş değildir. Dilerseniz yeni bir kuram olarak da değerlendirebilirsiniz ve az önce diğerlerine yaptığımız gibi bu görüşleri de bir kenara atabilirsiniz.
Yurt dışında bulunuşumuz sırasında çeşitli vesilelerle Türkiye’den yurt dışına giden farklı yaş gruplarından oluşan insanlar üzerinde yapılan kişisel gözlemlere dayalı olan bu modelde yabancı dil öğrenmenin olmazsa olmaz üç şartı olduğunu söyleyebiliriz. Üç sac ayaklı bu model üzerine koyacağınız bir levha üstüne az önce kenara attığımız tüm kuramları koyabilirsiniz.
Bu üçlü sac ayağını ihtiyaç, ortam ve sürekli gayret olarak tanımlamak mümkün. Birbiriyle sıkı ilişkiye sahip bu olmazsa olmazlar yoksa yabancı dil öğrenmeyi unutmak veya ertelemek en iyisidir. Ya da öğrenemezseniz kendinizi yeteneksiz zannedip moralinizi boş yere bozmayınız.
Sizi dünyanın en iyi kurslarına alsalar, en iyi eğitim sistemlerinde en iyi hocalar hizmet etse bu üçü yoksa hem paranızı hem de zamanınızı israf etmeseniz iyi olur.
1) Yabancı bir dili öğrenmenin ilk şartı o dile ihtiyaç duymaktır
Türkiye’ye belli süreliğine gelen yabancıların kısa sürede Türkçe’yi öğrenmeleri size ne ifade ediyor? Onların yabancı dil öğrenme yeteneklerinin çok daha fazla olduğunu mu?
Kesinlikle hayır. Birinci önemli etmen bu insanların Türkçe öğrenmeye büyük ihtiyaç duymaları. Zira Türkiye gibi yabancı dilin çok az konuşulduğu bir ülkede çaresiz Türkçe öğrenmek zorundalar. Onların yerine kendinizi koyun. Dünyanın başka bir ülkesinde zorunlu olarak belli süre kalmanız gerektiğini düşünün. Bildiğiniz tutunacak başka bir diliniz yoksa orada konuşulan dili en kısa sürede öğrenmek zorundasınızdır.
İhtiyaç, sayılan üç önemli etmen içinde belki de en önemlisi. İnsanlar konuşa konuşa anlaşır demiş atalarımız. İletişimin çift taraflı süreç olması nedeniyle iki tarafın karşılıklı seçeceği bir dilde yapılmasını gerektirmektedir. Hangi dilin ihtiyacı karşıladığı meselesi ise suyun yolunu bulduğu gibi her iki tarafa da en kolay geleni tercih şeklinde olmaktadır.
Oğlunu Moskova’ya okumaya gönderen bir baba oğluna telefonda yabancı dille problemi olup olmadığını sorar. Oğlu da “Baba az kaldı. Sınıfın çoğu Türkçe’yi sökmek üzere” cevabını verir.
Yurtdışına çalışmaya gidip başta iş olmak üzere, sosyal çevresi, alışveriş de dahil olmak üzere ihtiyaçlarının çoğunu kendi ana dilinde karşılayabildiği için çok uzun yıllar Almanca’yı öğrenemeyen ilk kuşak insanlarının dil öğrenememesinin nedeni ihtiyaç duymamalarıdır.
Konuyla ilgili bir gözlemi paylaşalım. Bosna’ya eğitime gelen pek çok Türk öğrencinin tüm teşviklere rağmen Boşnakçayı öğrenme oranının Türkçe’yi öğrenen Boşnaklardan daha az olmasının nedeni dile olan ihtiyacın karşı tarafta daha fazla olmasıydı. Buna rağmen Türk öğrencilerin Boşnakçayı Türkiye’deki diğer gençlere göre daha iyi öğrenebilmesinin nedeni de okul dışına çıktıklarında Boşnakça’dan başka bir alternatiflerinin olmamasıydı.
Yabancı dilde eğitim yapan üniversitelerde sınıfta Türkçe bilmeyen yabancı öğrencinin olduğu durumlarda dersin tamamen yabancı dilde yapılırken aksi durumda çoğu kez ana dile dönülmesi bu çerçevede verilebilecek diğer bir örnektir.
2) Yabancı dil en iyi ortamında öğrenilir
Yabancı dil öğrenmenin ikinci koşulu ise ortamdır. Hatta yabancı dil en iyi ortamında öğrenilir diyebiliriz.
Buna, anaokulu veya ilköğretim gibi küçük yaşlardaki çocukların bulunduğu eğitim ortamları iyi bir örnek olarak verilebilir. Bu yaş gurubundaki çocuklar gerekli ortam sağlandığında telaffuzları da dahil olmak üzere yabancı dili mükemmel şekilde sadece birkaç ay gibi çok kısa bir süre içinde öğrenebilmektedirler. Türkiye’den çeşitli nedenlerle yurtdışına giden ailelerin lise düzeyindeki çocukları da (göreceli de olsa) Türkiye’deki yaşıtlarına göre çok daha kısa sürelerde öğrenmektedirler.
Yabancı dil öğretimi Türkiye’de ilköğretimin ilk yıllarına (özel okullarda ilkokul bire kadar) düştü. Buna rağmen dil öğreniminin kolay olduğu bu gruptaki çocukların yabancı dili konuşamamalarının sebebi dilin öğrenilmesi için uygun ortamın oluşturulamamasıdır. Yabancı dildeki kalıpları adeta bir teyp gibi kaydederek öğrenen bu yaş grubundaki çocuklara yetişkinlerin dil öğrenmesinde kullanılan gramer gibi yöntemler uygulanmaktadır.
Yurtdışına İngilizce öğrenmeye giden öğrencilere genelde ilk tavsiyeler diğer Türklerle birlikte fazla takılmamaları olmaktadır. Nedeni yabancı dilin en iyi ortamında öğrenilmesidir. Aslında daha önce bahsedilen ihtiyaç ve ortam sıkı bir ilişkiye sahiptir. Bulunulan ortamda sadece o dilde konuşulacak olması o dile olan ihtiyacı doruk noktasına çıkaracaktır.
Bilindiği gibi MEB yabancı dili geliştirme adına ithal yabancı dil öğretmeni uygulaması başlattı. İlgili uygulama bazı üniversitelerin hazırlık okullarında da sürdürülmekte. Bu tür uygulamalar ancak ihtiyaç ve ortam oluşturulabilmesi ölçüsünde başarılı olabilecektir. Eğer öğretecekleri yabancı dil kendi ana dilleriyse ithal öğretmenlerin faydası öğrencilerin telaffuzlarında ortaya çıkabilecektir. Ancak Moskova’ya giden öğrencinin misali ithal öğretmenlerin bahsettiğimiz nedenlerden dolayı kısa sürede Türkçe öğrenerek ihtiyaç/ortam formülünü bozması da mümkündür.
Yerli ya da ithal öğretmen olsun ihtiyaç ve ortam denklemini sağlayarak öğrencileri sürekli yoğun gayret yönünde motive edebildiğimiz oranda yabancı dil eğitimi daha başarılı hale gelecektir.
İhtiyaç ve ortam denklemiyle ilgili bir anım var. 1998 yılında Samsun’da yedek subay olarak askerliğimi yaparken ilköğretim dörtlere ilk defa İngilizce uygulaması başlamıştı. İngilizce öğretmeni bulunamaması nedeniyle kızımın da içinde bulunduğu sınıfta gönüllü ders vermeyi teklif etmiştim. Neticede orada bulunduğum dönem içinde ders verirken öğrencilerle tek kelime Türkçe konuşmadık. Öğrenciler beni yabancı birisi zannediyor, sürekli birbirine öğretmen nereden diye soruyorlardı. Dönem sonuna kadar öğrencilerin önemli bir kısmı Türk olsam bile Türkçe bilmediğim kesin kanaatine vardı. Eğitim sırasında ne kendilerinden defter tutmaları istendi ne de gramer kaideleri öğretilmeye çalışıldı. Eğlenceli, oyunlu, okulda ilk defa kullandığımız tepegözlü görsel yardımlarla etkin konuşmaya dayalı unutulmaz derslerdi. Bazı öğrenciler ders boyunca heyecandan sürekli ayakta diken üstünde gibi dururlardı. Kendilerine sorduğumuz sorulara “Öğretmen şimdi ne diyor?”, “Ne cevap vereceğim?” gibi sorularla yoğun gayrete dayalı olarak öğrendikleri kalıpları teyp gibi kaydeder yeri geldiğinde kullanırlardı. Dönem sonunda yapılan seviye tespit sınavında geldiklerini gördüğüm düzeye lise seviyesinde pek çok gencin gelemediğine eminim. En azından konuşma seviyesinde…
Zikredilen hususları değerlendirmeden yabancı dil öğretimindeki başarısızlığın salt kendi öğretmenlerimize yüklenmesi de pek adil gelmemektedir. Sınav sisteminin yanlış yönlendirmesi sonucu SBS’de veya YDS’de “full” çıkarabilmeye yönelik bir anlayışın ihtiyaç/ortam/gayret denklemini fazlaca desteklemeyeceği açıktır.
MEB’in uygulamasının başarılı olup olamayacağı konusuna tekrar geri dönersek: yabancı dile ihtiyaç duymayan bir sınıf dolusu öğrencinin yabancı öğretmenine bir süre sonra Türkçe öğreteceğinden emin olabilirsiniz.
3) Dil öğrenme sebat yani süreklilik ve yoğun gayret ister
Olmazsa olmazın üçüncüsünü o dili öğrenme yolunda sarf edilecek çabanın yoğunluğu ve sürekliliği oluşturmaktadır.
Aslında gayretin yoğunluğunu bir anlamda dile olan ihtiyaç belirleyecektir. Sebat dediğimiz şey ise ihtiyacın sürekliliği olup ortamın niteliğiyle yani kalitesiyle de ilgisi bulunmaktadır.
Yazının başında bir kenara koyduğumuz pek çok kuram bu süreçte işe yarayabilir. Motivasyonu artıracak eğitimsel unsurlar, dilin önemli bir öğesi olan kelime ezberlemeyi kolaylaştıran hafıza geliştirme teknikleri gibi değişik yöntemler burada söz konusu olsa da ihtiyaç ve ortam bunların adeta ön koşulu gibidir.
Sonuç olarak dil öğrenme konusunda başarısızlığı eğitim sistemine, öğretmenlere ve eğitimsel süreçler gibi etmenlere yüklemeden önce ihtiyaç, ortam ve sürekli yoğun gayret üçgeninde çözümler geliştirilmesi gerekmektedir.
Örneğin, yabancı dilde konulacak ulusal veya uluslararası bir sınavdaki belli seviyeye gelecek öğrenciler için burs verilmesi ve bunun yanında belli düzeyi sağlayamayanın mezun edilmemesi, dilde istenen yetkinliğe erişenlerin belli süreliğine yurtdışına gönderilmesi gibi teşviklerle ihtiyaç oluşturulmaya çalışılabilir.
Yine kampüslerde veya diğer belli yerlerde sadece yabancı dilin konuşulduğu uluslararası köşeler oluşturularak ortam gereksinimi karşılanabilir.
İhtiyaç/ortam/gayret denklemi karşılanmadığı takdirde yabancı dilin öğretilmesinin etkin ve verimli olamayacağı düşünülmektedir. Çok sayıda üniversitede %30 veya %100 yabancı dilde eğitim gibi uygulamalara rağmen yabancı dilin layıkıyla öğrenilememesi bunun kanıtıdır.
Yabancı dili öğretme adına eğitimin ana dil yerine yabancı dilde verilmesi ayrı bir yazı konusu olup ileride ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
Bu arada Malezya’dan gelen ekip bir hafta İstanbul’da kalacak. Giderlerken öğrenmiş oldukları Türkçenin benim Malezya’daki iki senelik ikametim sırasında öğrendiğim Malaycamdan çok daha fazla olacağından eminim. Aksi çıkarsa modelimizi değiştirme durumu hasıl olacak.
Prof. Dr. B. Gültekin Çetiner - Haber 7
drcetiner@gmail.com - http://www.drcetiner.org
-
hakikat nedir 14 yıl önce Şikayet Etcok guzel teskler. dediklerinize harfiyyen katiliyorum.saolun umarim okur ve ogreniriz.Beğen
-
Sabit Kal 14 yıl önce Şikayet EtYabanci dil bilenin cok az olmasi, dil ögreniminide zorlastirmaktadir. Ancak seytanin bu bacagi kirilirda yabanci dili konusacagimiz kadar az da olsa insan olursa, onlarla sadece kelimeleri hatirlamak ugrunada olsa, grameri yavas yavas icsellemek ugrunada olsa yabanci dil ögrenimi hiz kazanacaktir. Ayrica google toolbar'i indirip, Türkce tercümeye ayarlarsak, mesela eger Ingilizce ögreniyorsak, merakimizi ceken konularda haberler, bilimsel sayfalari ögrendigimiz dilde indirip fare ile tek tek, hatta cümle cümle tercüme ettirip anlamaya calisabiliriz. Elbetteki google ile tercüme ilk baslarda sacma sapan sonuclar cikaracaktir. Ancak gramerimiz ve kelime haznemiz artikkca bize önerilen kelime ve fiillerin en uygununu secip cok daha mantikli tercümeler vasitasiyal kelime haznemizi zengilestirebiliriz. Eger tercüme edilmis haberleride bulup karsilastirmaya calisirsak anlam ima konusundada cok hizli ilerleme kazanabiliriz. Bu konuda bazi gazetelerimizin ingilizce haberleri ve yazarlarin ingilizce tercümeleri cok faydali olur.Beğen
-
Mehmet Bodur 14 yıl önce Şikayet EtÖGRENMEYİ İHTİYAÇLAR BELİRLER. İNSAN İHTİYACI OLANI ÖĞRENİR..... Bir kişiye yüzmeyi öğretmek isiyorsanız bir kaç derslik teorik bilgiden sonra onu denize atacaksınız. Bakın o zaman ne güzel öğrenir. Ben ingilizceyi öyle öğrendim. Mecburdum öğrenmeye. Önce kafasını gözünü yardım cümlelerin. Zamanla düzelti ve mecburen de gelişiyor. Çünkü ihtiyacım var. Yurtdışından iletişim kurduğum herkesle ingilizce konuşmak, yazışmak zorundayım.Beğen