Tutukluların hakları ve ceza yargılamasına öneriler
Mahkeme, tutuklu iken yakalandığı kanser hastalığı nedeniyle tutukevinde yaşamını yitiren Gülay Çetin'in, cezaevinde bulunan hükümlülerin ağır hastalıktan dolayı serbest bırakılabileceğine ilişkin hükümlerden, tutuklu olduğu için yararlandırılmamasını, işkence ve ayırımcılık yasaklarına aykırı bulup, Türkiye Cumhuriyeti'ni mahkum etmiştir.
Ceza Muhakemesi Kanunu'nda, maalesef tutuklama tedbirinin şüpheli veya sanığın sağlık durumuna veya yaşına göre uygulanmaması ve yerine adli kontrol tedbirine başvurulmasına dair net bir hüküm bulunmamaktadır. Tutuklulukta “ölçülülük” prensibinin kullanıldığı yegane yer, Ceza Muhakemesi Kanunu m.100/1'in ikinci cümlesidir. Bu hükümde, “İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde tutuklama kararı verilemez.” ifadesi kullanılarak, masumiyet/suçsuzluk karinesine aykırı bir düzenleme getirilmiştir. Buradaki ölçülülüğün, şüpheli veya sanığın rahatsızlığı veya yaşlılığı ile ilgisi bulunmamaktadır. Suçluluğu sabit olan hükümlülere ilişkin düzenlemeler, tutuklulara göre daha iyi durumdadır. Bunun en iyi örneği, açık cezaevi şartları ve Cumhurbaşkanı'nın özel af yetkisi olarak gösterilebilir.
Belirtmeliyiz ki, Türkiye'de yargılamalar uzun sürdüğü ve dolayısıyla tutukluluk süresi de uzadığı müddetçe, tutuklama tedbiri konusunda yaşanan sorunlar çözüme kavuşmayacaktır.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, bu kararında Türkiye'ye tavsiyelerde de bulunmuştur.
Buna göre, şüpheli veya sanıkların sağlık durumları ile ilgili her türlü insani önlemi almakla yargıçlar yetkili kılınmalı, hayati tehlike altında bulunanların serbest bırakılması konusunda mahkemeye yetki tanınmalı, sağlık sebepleri ile hükümlülere tanınan tüm haklar tutuklulara da tanınmalı (kanaatimce, masumiyet/suçsuzluk karinesi sebebiyle daha fazlası tanımlanmalı, hatta adli kontrol tedbirinin tatbikinin tercihi yönünde emredici yasal düzenleme getirilmeli), resmi sağlık muayeneleri usulü basitleştirilmeli ve hastalar gecikmeli veya karmaşık yargılama usulleri ile mağdur edilmemelidir.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin Türkiye ile ilgili verdiği yeni karar ortada, 4. Yargı Paketi Tasarısı da Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne geldi. Yüce Meclis, bu kararı da dikkate alarak, “masumiyet/suçsuzluk karinesi” altında tutuklu yargılanan insanların sorunlarına çözüm getirecek yasak düzenlemeleri yapmalı, en azından bu insanlara mahkumlara tanınan hakları vermelidir. Ancak Türk Hukuku'nda yaşanan en önemli sorunun, tutuksuz yargılanma hakkının tanınmaması ve uzun süren yargılamalar olduğu gerçeği de gözardı edilmemelidir.
İkinci konu, Ülkemizde ceza yargılamasında yaşanan sorunların nasıl çözülebileceğine ilişkin somut tespitlerdir.
- Bölge Adliye Mahkemeleri faaliyete geçirilmelidir.
- Yargıtay'ın maddi vakıa inceleyen ve dosyaların tümünü okuyan bir mahkeme olmadığı ve hukukilik denetimi yaptığı gerçeği kabul edilmelidir.
- İstanbul'da bulunan diğer adliyelerin takipsizlik ve yetkisizlik kararlarına itirazları incelemekle yetkili sayılan Çağlayan'daki İstanbul Ağır Ceza Mahkemelerinin yargıç sayısı mutlaka artırılmalıdır.
- Türkiye çapında en az on bin yeni hakim ve savcıya ihtiyaç olduğundan, genç mezunların hakim ve savcılık mesleğine kabul edilip yetiştirilmesi suretiyle birkaç senede bu eksiklik giderilmelidir.
- Savcılık makamına bağlı Adli Kolluk Teşkilatı mutlaka kurulmalı ve Adli Tıp Kurumu geliştirilmelidir.
- Eylem ve suçlamayı gösteren, kovuşturma için yol haritası teşkil eden iddianamenin kısa olması ve iddianame ekinde delillerinin sunulması usulü tercih edilmelidir. Bu şekilde, eylem ve sanık sayısının fazla olduğu kovuşturmaların daha kısa, basit ve anlaşılır gerçekleşmesi mümkün olabilecektir. Aksi halde, uzun iddianamelerin okunmasında, eylem ve sanıkların ayrıştırılmasında zorluk çekildiği, yargılama ve duruşmaların Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 190. maddesinin 1. fıkrasında öngörülen sürede bitmediği bir gerçektir.
- Gizli tanıklığın istisnai bir tanıklık türü olduğu, bu sebeple gizli tanığın beyanlarının maddi gerçeğe ulaşmak kapsamında alınması, dava ile ilgili olmayan beyanlarına başvurulmamasını ve sanık haklarının gözetilmesi isabetli olacaktır.
- Kovuşturmanın sözlülüğü dikkate alınarak, hakim, savcı, sanık ve avukatının söylediklerinin tümünü kayda alan ve yargılamayı kesintiye uğratmayan bir yöntemin tatbik edilmesi doğru olacaktır (steno sistemi gibi).
Son olarak; önceki çalışmalarımda da incelediğim bu sorunlara farklı açıdan değinen “Tüm Yönleri ile Telefon ve Ortam Dinlemesi” kitabımın kısa bir süre önce yayımlandığını ve “Suç Örgütü” isimli kitabımın da bu hafta sonuna kadar çıkacağını, Kıymetli Okuyucularımın bilgisine sunmak isterim.
ersansen@hotmail.com