Prof. Dr. Ersan Şen
Prof. Dr. Ersan Şen
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı

GİRİŞ 06.07.2013 GÜNCELLEME 06.07.2013 YAZARLAR

Kişi hürriyeti ve güvenliğinin kesintiye uğratıldığı bir tedbir niteliği taşıyan tutuklama, maalesef Türkiye'de değişik gerekçelerle çok sık veya uzun süreli uygulanabilmektedir. Hangi eleştiri yapılırsa yapılsın, sık veya uzun süreli uygulanan tutuklulukların sonu gelmemektedir. Bu konuda en önemli sorun, uzun süren yargılamalardır. Türkiye Cumhuriyeti bu sorununu çözmediği müddetçe, “hukuk devleti” ilkesinde arzu edilen aşamaya gelemeyecektir.

Suç işlediği iddia edilenin adaletten kaçmasını veya delil karartmasını engellemek amacıyla bir tedbir olarak başvurulan tutuklama, maalesef keyfi uygulamalar, uzun süreli yargılamalar ve özellikle birbirine benzeyen konularda bile ortaya çıkan farklı uygulamalar sebebiyle sürekli eleştirilmektedir. Daha soruşturmanın başında veya ortasında tutuklanan, fakat aylar veya bir, hatta iki yıla varan sürelerde tabii hakiminin ve mahkemesinin önüne çıkabilen insanın, elbette kağıt üzerinde hak ve hürriyetlerinin olduğu, bu kapsamda suçlaması mahkemenin kesinleşmiş hükmü ile kanıtlanmadıkça suçsuz olduğu, süratli yargılanması gerektiği, adli kontrol tedbiri altında yargılanmaya hakkı olduğu söylenebilir. Ancak esas olan bunların söylenmesi değil, eşit ve dürüst olarak her insana uygulanmasıdır. Demokratik hukuk toplumunda yaşayan her bireyin buna hakkı vardır. Hukuk ve adalet düzenin temelini teşkil eder.

4 Temmuz 2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından verilen iptal kararının yürürlüğünün, gerekçeli kararın Resmi Gazete'de yayımlandığı günden başlayarak bir yıl sonraya bırakılması, yani Kanun hükmünün iptaline karar verilmekle birlikte, bu iptalin henüz anlam ifade etmemesi, bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden yeni kanun çıkarılmasının beklenmesi, buna gerekçe olarak da kanun boşluğunun doğmasının engellenmesi ve suç işleme eğilimi olanların serbest kalmasının önüne geçilmesi olarak gösterilmesinin kabul edilir hiçbir hukuki dayanağı bulunmamaktadır.

Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı, gerekçeli kararın Resmi Gazete'de yayımından itibaren bir yıl sonrasına karar yürürlüğe giremeyeceğinden, bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi tutukluluk süresini kısaltan yasal düzenlemeye gitmediği takdirde, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararının tutukluluk kararını veren mahkeme ve hakimlerini bağlayan bir etkisi olmayacaktır.

Kişi hürriyeti ve güvenliğinin korunduğu noktada, kanun boşluğu dikkate alınmaz. Burada bahsedilen, masumiyet/suçsuzluk karinesi ile uzun yıllardır tutuklu yargılanan insanların kişi hürriyeti ve güvenlikleridir. Davulun sesi uzaktan hoş gelebilir. Tutukluların, açık cezaevine ayrılan mahkumlar kadar haklarının olmadığı, ileride nasıl olsa cezalarından mahsup edileceği gerekçesiyle yıllarca kapalı cezaevinde tutulmasının hiçbir hukuki ve vicdani açıklaması olamaz. Gönül ister ki, Anayasa Mahkemesi iptalin yürürlüğe girmesi için hiç süre vermesin ve hukuka aykırılığı tescil edilen bir hükmün, yani 10 yıl gibi uzun bir süre tutukluluğun olamayacağını, yazacağı gerekçeli kararı ile net bir şekilde hemen ortaya koysun.

Hiç kimse bana, beş yıldan fazla tutuklu yargılanan insanın salıverilmesinin önlenmesinin haklılığından bahsedemez. Geç gelen adaletin adalet olamayacağı gerçeği karşısında, suçladığınız, yargıladığınız ve yargılamasını tutuklu yaptığınız insanı yıllarca hayattan koparılmasının hukuk devletinde bir anlamı ve açıklaması olamaz. Suçlanan her insan, süratli şekilde yargılanma hakkına sahiptir.

Akla, mağdurun ve toplum düzenin korunması gelebilir ki, masumiyet/suçsuzluk karinesi ile yargılanan kişinin hukuki durumu karşısında bu gerekçenin savunulur bir tarafı bulunamaz. Elbette suçu işleyen cezasını çekmeli, fakat bunun yöntemi insanları uzun süre tutuklu yargılamak değildir.

Tutuklu olan insanların suç işleme eğilimleri olduğundan bahisle, bu kişilerin yıllarca tutuklu kalsalar bile salıverilmelerinin yeni suçların habercisi olduğu da, potansiyel suçluluk esasını reddeden Ceza Hukukuna, masumiyet/suçsuzluk karinesine ve suçlanan insanı makul sürede yargılayamayarak hata yapan kamu otoritesine asla gerekçe olamaz. Bir insanın suç işleme eğiliminde olduğundan bahisle tutuklu bulundurulmasının yanlışlığı bir yana, bir an için bu gerekçenin kabul edilebilir olduğu düşünülse bile, hiç kimsenin yıllarca masumiyet/suçsuzluk karinesi altında tutuklu yargılanması doğru değildir. Bu takdirde, ya davayı bitirmek ya da bitirilemeyen davada adli kontrol tedbirini tatbik etmek gerekir. Suç işleme eğilimi olan insana karşı, hangi tedbirlerin alınabileceği Anayasa, yasalar ve uluslararası sözleşmelerde gösterilmiştir.

Anayasa Mahkemesi'nin son zamanlarda tutuklama tedbiri ile ilgili verdiği kararların olumlu gelişme olarak değerlendirmekteyiz. Umarız, bu kararların arkası sadece Anayasa Mahkemesi'nden değil, diğer yargı mercilerinden de gelir.

Ancak uygulamada hatalar devam etmektedir. Esas itibariyle tutuklama tedbirinde azami süreler olmamalıdır. Yine de kanun koyucu, azami süreler belirlemek suretiyle uzun süreli tutuklulukların önüne geçmeye çalışmıştır. Bugün, bu sürelerin adi suçlarda toplam 5 yıl yerine 3 yıl ve terör suçlarında 10 yıl yerine 6 yıl neden uygulanmadığı anlaşılamamaktadır. Belirtmeliyiz ki, bu tutukluluk süreleri dahi çok fazladır.

Kanunun açık hükmüne rağmen, temyiz aşamasında geçen sürenin tutukluluktan sayılmaması da hatalıdır. Çünkü temyiz, kovuşturma aşaması olarak görülmekte ve kişi bu aşamada da “sanık” olarak kabul edilmektedir.

Birden fazla suç isnadına muhatap olan kişinin her bir suçtan dolayı ayrıca tutuklandığı durumda, her bir tutuklamanın süre hesabının ayrı yapılması veya kişi bir başka suçtan mahkum olup da hapis cezasını çekmekte ise, bu sırada tutuklu yargılandığı suçtan dolayı tutukluluk süresinin hesabının ceza infazından sonraya bırakılması doğru değildir. Kişi yargılandığı davada birden fazla suçtan yargılansa da, her bir suçlamanın tutukluluk süresi ayrı hesaplanamaz. Tutukluluk süresi, tüm suçlar yönünden işlemeye başlar. Eğer bu suçlardan birisi asliye cezalık ve diğeri ağır cezalık ise, elbette ağır cezalık suç için öngörülen uzun tutukluluk süresi dikkate alınır. Bunun dışında, aynı yargılamada her bir suçlamadan dolayı ayrı tutukluluk süresi hesabı yapılamaz.

Tutuklama süresinin hesabında, iddiaya konu suçun asliye veya ağır cezalık olup olmadığı önemlidir. Sanığın hangi mahkemede yargılandığının önemi bulunmamaktadır. İddiaya konu suçlama asliye ceza mahkemesinin görev alanına girdiği halde, davanın ağır ceza mahkemesinde görülmesinin tutukluluk süresinin ağır cezalık işe göre uzun hesaplanması doğru değildir. Bu durumda tutukluluk süresi, azami bir buçuk yıl olarak hesaplanmalıdır.

Tutukluluk bir tedbirdir. Tutukluluğun bir ceza infazı olarak kabulü mümkün değildir. Bu sebeple, bir başka suçtan mahkum olup hapis cezası infaz edilen kişinin, tutuklu yargılandığı suçtan tutukluluk süresi işlemeye başlamalı, tutukluluk süresinin hesabı hapis cezasının infazı sonrasına bırakılmamalıdır.

Özetle; Türkiye Cumhuriyeti uzun yargılama sorununu çözmelidir. En önemli sorun bu noktadadır. Bu sorun çözülemediği takdirde, tutukluluk şartlarının bulunduğu kabul edilen, fakat yıllarca bitirilemeyen dava dosyaları açısından, hem uzun yargılama ve hem de uzun tutukluluk sorunları ortaya çıkacaktır. Tutuklama tedbiri ile ilgili hukuk kültürü bozukluğunun zamanla düzeleceğini ve tutukluluğun bir ceza olarak kabul edilmemesi gerektiğini ifade etmeliyiz. Adalete yatırım yapmak gerektiği tartışmasız ortadadır.

Prof.Dr. Ersan Şen - Haber7

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL