Ortak Akıl - Ortak Doğru
Çünkü hukukçu olmayanlar, kavram karışıklığı yaşamamak ve en azından kişi hürriyeti ve güvenliğini yakından ilgilendiren konularda ortak sesleri duymak istiyor. Kişiye, olaya ve duruma göre pozisyon almayan, gerçekten ortak hukuk dilini konuşan ve genel hukuk kaideleri hakkında topluma tarafsız bir şekilde doğru ve yanlışları ileten açıklamalara ihtiyaç var.
Anayasa mahkemesi, gerekçesi henüz açıklanmasa da 10 yıla varan tutuklu yargılanma süresini isabetli bir şekilde iptal etti. Karar hemen yürürlüğe girse idi, Türk Hukuku'nda azami tutukluluk süresi hangi sanık yönünden olursa olsun 5 yılı geçemezdi.
Masumiyet/suçsuzluk karinesi ile yargılanan insanların 5 yıldan fazla tutuklu yargılanmalarının, hatta bu kadar uzun süre yargılanmalarının önlenmesine, “hukuk devleti” ilkesini benimseyen, hukukun evrensel ilke ve esaslarını kabul eden toplumun sevinmesi ve bu çabayı tereddütsüz şekilde desteklemesi gerekirdi.
Ancak beklenen olmadı. Yine en basit konuda, yani uzun tutukluluğun yanlış olduğuna dair mutlak doğru da bile ortak bir noktada buluşulamadı. Hukuka göre değil de, kişiye, duruma ve olaya göre sübjektif tavır takınanlar, Anayasa Mahkemesi'nin 10 yıl tutukluluk süresini uzun bulmakla birlikte, bu kararın mefhumu muhalifinden 5 yıllık tutukluluk süresini kısa bulduğu, bu nedenle Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ikisini ortasında bir azami tutukluluk süresini belirlemesinin gerekli olduğuna vurgu yapıldı.
Kabulü mümkün olmayan bu düşünce, örtülü olarak uzun tutukluluğu savunurken, tutuklamanın bir tedbir olduğunu hiç dikkate almadığı gibi, makul süreli tutukluluğu, makul sürede yargılamayı, masumiyet/suçsuzluk karinesini, tutuklamanın bir ceza olmadığını, geç gelen adaletin adalet olamayacağını, insanları adliye kapılarında ve tutukevlerinde süründürmenin yanlışlığını, hukukun bir araç olmayıp amaç olduğunu, hukuk ve adalette keyfi ve/veya eşitliğe aykırı uygulamaların yanlışlığını, tutuklu insanların çektiği ızdırabı, tüm hatanın sürati yargılama yapamayan kamu otoritesinde olduğunu ve Türk Hukuku'nda izlenen sistemin tahkik değil itham sistemi olduğunu gözardı etmektedir.
Oysa doğru olanlar bu gözardı edilenlerdir. Duruma göre taraflı gözle yapılan yorumla dikkate alınmayan ilke ve esaslar, bazı zamanlarda uygulandığında ise ortaya gerçekten tuhaf sonuçlar çıkabilmektedir. Ortada savunulması gereken bir doğru varken, sırf bazı sübjektif nedenler uğruna bundan sapmak ve tersini desteklemek gayretine girişmek, neyin doğru ve neyin yanlış olduğunu öğrenmeye, anlamaya çalışan birey ve toplumun aklını karıştırmaktan ve hukuki doğrudan uzaklaşmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararının hemen değil de gerekçeli kararın Resmi Gazete'de yayımından bir yıl sonra yürürlüğe girmesinden hoşnut olanları anlamak ise gerçekten mümkün gözükmüyor. Ya tutuklama tedbirinin ne anlama geldiği ve şartları bilinmiyor ya da bunlar bilinmekle beraber sübjektif nedenlerle tutuklamanın ceza yerine uygulanması isteniyor.
Nerede ise, insanlar yargılamadan cezalandırılsa veya 10 yıl gibi bir tutukluluk süresi az olduğundan bahisle 15 veya 20 yıl tutukluluk süresi kabul edilse, kendilerine uygulanmamak kaydı ile bu sürelerin haklılığının savunulduğunu duyacak hale geldik.
Davaları bitirilmeyip veya bitirilemeyip, uzun yıllar kapalı cezaevini zor koşullarında tutuklu olan insanların suç işleme eğilimlerinin olduğu ve yeni suçlar işleyebilecekleri gerekçesiyle tutukluluklarının devamının savunulması, hiçbir şekil ve şart altında kabul göremez. Masumiyet/suçsuzluk karinesi karşısında bu tür bir görüşün savunulması doğru değildir. Benzer mantıktan hareketle, suç işleme eğilimi olduğundan bahisle hapis cezasını çeken mahkumun da salıverilmemesi gerekir. Oysa bu fikre herkes karşı çıkar, hatta cezasının bir kısmını iyi halli çekenin serbest bırakılması gerektiği, bunun aksinin hukuk devletinde bu yolun kabul edilemeyeceği, yeni suç işlenmesinin önüne geçmenin başka yöntemlerinin olduğu ve kimsenin de henüz işlemediği bir suçtan dolayı sorumlu tutulamayacağı söylenir.
Mahkum için desteklenemeyen ve hukuki görülmeyen bu düşünce, masumiyet/suçsuzluk karinesi altında yargılanan tutuklu bakımından hiç ileri sürülemez.
Ancak adalet kaçma veya delil karartmaya dair somut sebeplerin varlığı halinde uygulanabilmesi mümkün olabilen tutuklama tedbiri, ceza yerine veya sanığın başka suçları işleme eğilimi gibi sübjektif, amaç ve fonksiyonuna girmeyen bir gerekçe için uzun süreli kullanılamaz.
İnsan, kendisine yapılmasını istemediği bir muameleyi başkasına yapılmasını istememelidir. Tüm insanlar eşittir. Herkes, aynı insanca muameleyi görme, hukuk devleti ilkesi ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından eşit yararlanma hakkına sahiptir.
Son olarak, iptal kararının 5 Temmuz 2012 tarihinden önce özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde görülen davalarda tutuklu bulunan sanıklara uygulanmayacağı, çünkü Terörle Mücadele Kanunu'nun 10. maddesinin 5. fıkrasının iptal edildiği, oysa 5 Temmuz 2012 tarihinden önce açılan davalarda Ceza Muhakemesi Kanunu'nun mülga 252. maddesinin uygulandığı, Terörle Mücadele Kanunu'nun 10. maddesinin uygulanmadığı, bu nedenle de azami tutukluluk süresinin 10 yıl olarak tatbik edilmesi gerektiği gibi kabulü hiçbir şekilde mümkün olamayacak düşüncenin ileri sürüldüğü görüldü. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 252. maddesinin yürürlükten kaldırıldığı, 5 Temmuz 2012 tarihinden önce açılan davalara 6352 sayılı Kanunun geçici 2. maddesi uyarınca Terörle Mücadele Kanunu'nun yeni 10. maddesinde öngörülen usul ve esasların uygulanacağı gerçeği karşısında, bu konuda fazla söze ihtiyaç olmadığını ifade etmek isterim.
Hukuk ve adaletten konuşurken, herkesi empati yapmaya, hukukun evrensel ilke ve esaslarını tanımaya, eşit uygulamaya davet ediyorum. Bu ilke ve esasların herkese lazım olduğu ve olabileceği gerçeğini her zaman hatırlayalım.
ersansen@hotmail.com