Prof. Dr. Ersan Şen
Prof. Dr. Ersan Şen
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Dil Birliği

GİRİŞ 02.05.2014 GÜNCELLEME 02.05.2014 YAZARLAR

Dil, devlet ve ülke bütünlüğünün ayrılmaz bir parçası ve unsurudur. Kim ne derse desin ortak bir dili konuşmayan, birbirini anlamayan ve dolayısıyla sağlıklı iletişim kuramayan insanlardan oluşan bir toplum ve millet olamaz.

“Millet” kavramına karşı çıkıp, yerine “halk” veya “toplum” ya da “topluluk” kavramlarını kullanmak isteyenler için de ortak dil kullanımının bütünlüğü sağladığı, bu kavramların birisi kapsamında yaşayan insanların birlikte yaşamasının temel unsurlarından birisinin de aynı dili konuşup anlaşmak olduğu kabul edilmelidir. Bunun aksi düşünülemez. Birbirini kullanılan dil bakımından anlamayan, ortak bir dilde mutabık kalıp görüşmeyen insanların aynı ülke üzerinde yaşayıp ortak menfaatleri paylaşmak suretiyle kalıcı birlik kurabilmeleri de mümkün değildir.

Bir ülkede yaşayan ve farklı anadil kullanan insanların, bölge ve topluluklara göre farklı dilleri ön plana çıkarıp, “resmi dil” kavramını arka plana attıkları bir durumda, ortaya birbirini anlamayan, görüşmeyen/görüşemeyen, kendilerini farklı kimlik ve vatandaşlıkta gören insanlarla karşı karşıya kalmak kaçınılmazdır.

Bir ülkede yaşayan farklı toplulukları, ırkları, kültürleri ve sahip oldukları anadilleri dikkate alarak, yani empati yapmak suretiyle “anadil” meselesine yaklaştığımızda ve dolayısıyla kimisine göre “körü körüne aynı dil” dayatmasını yapmadığımızda da, bir ülke, kimisine göre “millet” veya “ulus” ya da “halk” kavramları altında yaşayıp, ortak değer ve yararlarda buluşmanın, bunları paylaşmanın yolu, o ülkede yaşayan insanların aynı dili konuşup birbirlerini anlayabilmelerinden geçer. Aksi halde, ortak dili terk edip, değişik gerekçelerle insanları ortak dil/resmi dil kullanma konusunda terke ve bu dili unutturmaya zorlamanın sonucu kopmaya, önce “demokratiklik” ve “özerklik” sözleri ile başlayan taleplerin farklı boyuta ulaşması da kaçınılmaz olacaktır.

Aynı ülkede yaşayıp ortak değer ve yararları paylaşan, bu konuda ısrarını sürdürüp samimi niyetlerini ortaya koyan tüm vatandaşların bir ortak dil/resmi dil etrafında birleşmesi, birbirlerini anlayıp konuşabilmesi, kopmaması, ötekileşmemesi, ötekileştirmemesi, birlik ve beraberlikle ülke üzerinde yaşam sürdürebilmesi esastır.

Kanaatimizce, üniter yapıda yaşamış ve buna alışmış milletlerin hangi gerekçeyle olursa olsun ortak dil esasını terk etmemesi gerekir. Çünkü bölünme ve ayrışmanın en önemli nedeni, zannedilenin aksine, ırk ve kültür farklılıklarından değil, aynı dili kullanmamaktan, yani aynı ülkede yaşayan insanların birbirini anlamamasından kaynaklanır. Birbirini anlamayan milletler ve toplumlar parçalanmaya mahkumdur. Elbette bir ülkenin bölünmesinin yegane sebebi sadece dilden kaynaklanmaz. Ancak bu unsurun önemli bir etken olduğu da inkar edilmemelidir.

Özerklik ve federatif yapı niteliği taşıyan yönetim biçimleri, Türkiye Cumhuriyeti coğrafyası için uygun değildir. Yerel yönetimleri güçlendirip merkezin yetkilerinin yerel teşkilatlara aktarılmasının yegane yolu, özerklik veya federatif devlet yapısından da geçmez. Yerel yönetimleri güçlendirmeye dair gerekçelerle, Türkiye Cumhuriyeti'nin yönetim sisteminin üniter yapıdan uzaklaştırılmaya çalışılması, net bir şekilde ırka ve bölgeye dayalı milliyetçiliğin ve dolayısıyla da ayrışmanın önünü açacaktır. Bu kapsamda sadece anadilin öğretilip kullanılmasını sağlamaya, fakat ortak resmi dili kullanmayı öteleyen niyet ve davranışların, kişi hak ve hürriyetlerine bağlı masum bir talep olarak nitelendirilmesi doğru olmayacaktır.

Ülkenin özellikle bir coğrafi bölgesinde anadilde eğitim - öğrenim veren kreşlerin ve anaokullarının açılması, çocuğa ortak dilinden önce yalnızca anadilinin öğretilmesi, ilköğrenimde anadilini ön plana çıkaran çalışmaların yürütülmesi, anadilin öğretilmesinden sonra resmi dilin öğretilmesine ancak ortaöğrenimde geçilmesi, yükseköğrenimde anadilin ön planda tutulup resmi dilin bir kenara bırakılması, bu yolda öğrenim planları, müfredatın ve kitapların hazırlanması, ayrışma isteğinin tipik bir işaretidir. Bu niyetin ardından “kimsenin ayrılmak, ayrışmak ve Ülkeyi bölmek niyeti yok, yegane isteğimiz kişi hak ve hürriyetlerinin iyileştirilmesi” demek, net bir bölgeye, ırka ve kültüre bağlı, Ülkede yaşayan diğer unsurları gözardı etmekle eş anlamlıdır.

Ayrıca, “farklı dil konuşmaktan niye korkuluyor, herkes anadilini kullanarak istediği gibi konuşsun” gerekçesi de sadece “korku” kavramı ile açıklanamaz. Elbette kimsenin anadilini kullanmasından korkulmamalıdır. Ancak meselenin bu yönde bir korku ile açıklanması doğru değildir. Mesele, anadillerinin yanında aynı ortak dilleri konuşan insanların birbirini anlayıp, birlikte yaşamasından ibarettir. Konuyu bu yönü ile değerlendirmek isabetli olacaktır.

Devlet; hukuku ve kanunları her yerde eşit, dürüst ve iyi uygulamalıdır. Toplumsal mutabakatla kendisine yetki verilen devletin yetkileri kimseye bırakılamaz ve hiçbir güce terk edilemez. Silahla, suç işleyerek, Anayasa ve kanunlara rağmen hukuka aykırı yol ve yöntemlerle Devlete karşı gelen, bundan da kendi lehlerine sonuçlar elde ettiklerini ve elde edeceklerini zannedenler, silahı ve güç kullanmayı sürekli tehdit aracı haline getirenler, “demokratik hukuk devleti” ilkesinin külfetlerini üstlenmeyip sadece nimetlerinden yararlanmak suretiyle ülkenin diğer insanlarını bir kenara koyduklarında, birlikte yaşam sürdürme, herkesin hak ve hürriyetlerinin eşit korunmasının sağlanmasını isteme hususlarında samimi olduklarını göstermekten uzak kalırlar.

Son söz; “dil birliği” konusunda, tüm Ülkeyi, vatandaşları kapsayıp, birlik ve beraberliği korumaya yönelik sağduyulu ve gerçekçi yaklaşımların isabetli olacağını ifade etmek isteriz.

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL