Prof. Dr. Ersan Şen
Prof. Dr. Ersan Şen
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Anayasa Mahkemesi’nin inceleme sınırı

GİRİŞ 24.09.2015 GÜNCELLEME 25.09.2015 YAZARLAR

Anayasa Mahkemesi’ne tanınan bu yetki, esasında İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin iç hukuka gelmesi anlamını taşımaktadır.

Anayasa Mahkemesi’ne tanınan bu yetki, yerel mahkemece veya kanun yolunda yapılacak  yargılama sırasında gözetilmesi gereken hususları kapsamamaktadır. Bir başka ifadeyle Yüksek Mahkeme, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Anayasa ile korunan kişi hak ve hürriyetlerinin ihlal edilip edilmediğine dair iddiaları inceler. Bu özelliğinden dolayı Yüksek Mahkemece yapılan yargılamanın olağanüstü bir kanun yolu, hatta yargılama birliğinin dış istisnası olduğu kabul edilmektedir.

Ancak uygulamada; bir umut kapısı sayılan Anayasa Mahkemesi’ne, nerede ise  olumsuz sonuçlanan her davadan dolayı başvuru yapıldığı, Mahkemenin iş yükünün aşırı şekilde çoğaldığı, bunun da makul sürede yargılanma hakkını ve başvurularının ayrıntılı şekilde incelenmesinin zora soktuğu, bireysel başvuruda incelenmeyi hak eden dosyalarda gündeme getirilen hak ihlali iddiaların tespitini güçleştirdiği ve geciktirdiği bir gerçektir.  Bireysel başvuru dilekçeleri ile ek belgelerin gerektiği gibi hazırlanmamasının, uzun yazılmış dilekçelerin, yerel mahkeme ve kanun yollarında dile getirilmesi gereken maddi vakıalar ile hukuku aykırıların başvurulara konu edilmesinin, bu sorunun ciddiyet kazanmasında  önemli payı vardır.

Yüksek Mahkemenin bireysel başvurularını inceleyecek raportör sayısının ve kalitesinin artırılması ve bu konuda Mahkemenin desteklenmesi, yukarıda zikrettiğimiz sorunun çözümünde faydalı olacaktır. Yüksek Mahkemeye çok sayıda hak ihlali başvurusunda bulunulmasına yol açabilecek iddiaların azaltılması, kişilerin yaşadıkları sorunların kaynakta çözülmesi ve akla gelen her konuda bireysel başvuruda bulunulmasının önüne geçilmesi ile mümkün olabilir. Bu önüne geçme, bireysel başvuru hakkının kullanılmasının zorlaştırma veya engelleme olarak anlaşılmamalıdır. Bireysel başvuru şartlarının  sıkılaştırılması ve somutlaştırılması suretiyle amaç ve fonksiyonlarını daha uygun kullanılması sağlanabilir.

Esasında Yüksek Mahkeme, verdiği ilke kararlar ışığında yaptığı “kabul edilebilirlik” incelemesi sırasında birçok başvuruyu esastan incelemeye girmeksizin reddetmektedir. Bu yöntemin sorunun çözümüne katkı sağladığı katkı sağladığı kabul edilmekle birlikte, bireysel başvuru kapsamına girmeyen yeni başvuruları engellemeye yeterli olmadığı, kişilerin her durumda bireysel başvuru yapma yolunu kullanmaya devam ettikleri,  esastan incelenmesi gereken başvuruların makul sürede incelenmesi sorununu çözmediği ve esastan incelemeyi hak eden dosyaların gözden kaçırıldığı ileri sürülebilir.

Anayasa Mahkemesi; “Yerel mahkemeler önünde dava konusu yapılan maddi vakıaların kanıtlanması, delilerin değerlendirilmesi hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile yerel mahkemelerce uyuşmazlıkla ilgi varılan sonucun esas yönünden doğru olup olmaması, bireysel başvuru konusu yapılmamalıdır. Bunun istisnası, yerel mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuruya konu hak ve hürriyetleri ihlal etmesidir. Kanun yolu şikayeti niteliği taşıyan ve kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlar, açıkça keyfilik bulunmadıkça bireysel başvuru kapsamında incelenemez. Örneğin başvurucu; bireysel başvurusunu konu ettiği yargılama sırasında karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığını, kendi delillerini ve iddialarını sunma hakkinin engellediğine karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili şekilde itiraz etme fırsatı elde edemediğine veya uyuşmazlığın çözülmesi ile ilgili iddia veya savunmalarının yerel mahkemece dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğuna dair bilgi veya somut kanıt sunmalı veya mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik oluşturan herhangi bir durum tespit edilmelidir. Bu sebeplerle; delillerin değerlendirilmesine, hukuk kurallarının yorumlanmasına ve yargılamada varılan sonucunun dürüst olmadığına ilişkin bireysel başvurular hak ihlal tespitine konu edilemez.” gerekçeleriyle benimsediği ilke kararına aykırı başvuruları, açıkça dayanaktan yoksun olduğundan bahisle kabul edilemez bulup usulden reddetmektedir.

İlk bakışta Anayasa Mahkemesi’nin bu ilke kararı doğru ve  mantıklı gözükse bile, bu soyut tespitin maksadını aşacak şekilde kullanıma açık olduğunu ifade etmek isteriz. Birçok hak ihlali iddiasının temeli, dürüst yargılanma hakkına dayanmaktadır. Dürüst yargılanma hakkının kapsamı ise oldukça geniş olup, IHAS m.6, Anayasa m.36 ve m.38’e göre belirlenmelidir. Hatta iç hukukta, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda sayılan şüpheli ve sanık hakları da dürüst yargılanma hakkının kapsamında kabul edilmelidir.

Her ne kadar Yüksek Mahkeme delilerin değerlendirilmesine bakmayacağını söylese de, “hukuku aykırı deliler“ konusu “kabul edilebilirlik” kapsamında görülemez. Bir delil hukuka aykırı ise, o delili dikkate alarak verilen kararın Anayasa ile Ceza Mahkemesi Kanunu’na uygun olduğundan, dolayısıyla dürüst olduğundan bahsedilemez. Anayasa m.38/6’ya göre; “Kanuna aykırı elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez”. Temyizde geçen sürenin tutukluluktan sayılmayacağını dair kararlar da, Anayasa m.19, CMK m.2/1,b-f ve m.102’ye aykırıdır.  Çünkü Türk Hukuku’nda; kovuşturma safhasının temyizi kapsaması, bu sırada yargılanan kişinin “sanık” sıfatının devam etmesi ve temyizde geçen süresinin tutukluluktan sayılması kabul edilmiştir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin bu konularla ilgili farklı kararlar vermesi, Türk Hukuku bakımından bağlayıcı değildir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, iç hukukun kişi lehine öngördüğü kanunlara ve uygulamalara müdahale etmeyeceğini, üye ülkeleri kişi aleyhine kararlar vermeye zorlamayacağını her durumda ifade etmektedir.

Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi; yukarıda bahsettiğimiz konularda deyim yerinde ise elini taşın altına koyup, Anayasa ve Kanununun kişiyi koruyan hükümlerini dikkate almak suretiyle hak ihlali kararları vererek, bu konularda “kabul edilemezlik” gerekçesine sığınmayacağını net bir şekilde ortaya koymalıdır.   

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL