Prof. Dr. Ersan Şen
Prof. Dr. Ersan Şen
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Son değişiklik ışığında yüksek yargı

GİRİŞ 04.07.2016 GÜNCELLEME 05.07.2016 YAZARLAR

Esasında buna kimsenin itirazı da yoktur. Ancak demokrasi ve hukukun üstünlüğünün yerli yerine oturmadığı, güvensizlik ve güç savaşının yaşandığı yerlerde, bu prensibin sözde kaldığı ve asıl kavganın yargının kontrol altına alınması veya diğer erkler için tehlikeli olmaktan uzaklaştırılması üzerine yaşandığı bir gerçektir.

Ekmek, su, hava ve toprak gibi vazgeçilemez bir ihtiyaç olan ve mülkün temeli kabul edilen adalete ulaşılabilmesi için, önce hukuk düzeninin kurulması, bu kapsamda da güvenilir yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının sağlanması, buna göre herkesin, her işlem ve eylemin de hukukilik denetimine açık olması gerektiği tartışmasızdır. Türk Hukuku açısından bu maksada ulaşılması yakın gözükmemektedir. Belki hukuk düzeni yerli yerine oturtulup da siyaset ile yargı arasında olması gereken ince çizgi çizildiğinde, güvenilir bağımsız ve tarafsız yargıya kavuşulması mümkün olabilir. Ne zaman mı? Umarım en kısa zamanda!
Özellikle 2007’li yıllardan bu tarafa yargıda ciddi bir çatışma ve değişim yaşandı, siyaset üzerinden yargıya müdahale, yargıyı ele geçirme, dizayn etme ve özel yetkili ağır ceza mahkemeleri eliyle insan hak ve hürriyetlerinin özünü ihlal eden birçok uygulamaya göz yumuldu. Dönem değiştiğinde ise, birden bire hukuka aykırılıkların farkına varıldı, açık hukuk ihlalleri görülür oldu ve bugünlere gelindi, yani birçok görünür doğrunun yanlış olduğu fark edildi. Oysa o zamanlar açık hukuk ihlallerini ısrarla gündeme getirdiğimiz halde, ya ciddiye alınmadık veya söylediklerimiz görmezden gelindi. 
Oysa yargıyı kontrol etme, ele geçirme oyunu çok tehlikeli idi; o dönemin siyasetçileri bilerek veya bilmeyerek hukuk düzeni ve yargıda sarsıntılara neden olacak tasarruflarda bulundular ve birisi diğerini tetiklediği için de bulunmaya devam ettiler, belki de kendilerine göre devam etmek zorunda kaldılar. Artık ok yaydan çıkmıştı ve bundan geri dönüş yoktu. Yasama ve yürütme organları ellerinde bulundurdukları en önemli silah olan “kanun çıkarma gücü” ile hukuk düzenini ve yargıyı toparlamaya veya dizayn etmeye çalışsa da, bunun çok kolay olmayacağı, en önemlisi de toplumun hukuk güvenliği hakkına olan inancında eksilmeyi hemen durduramayacağı ve yükseltmeyeceği bir gerçekti.

2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği ve sonrası çıkarılan yeni kanunlarla yeniden yapılandırılan Hakimler ve savcılar Yüksek Kurulu eliyle hakimlerin ve savcıların görev ve görev yerlerine, yani mesleki bağımsızlık ve tarafsızlıklarına müdahale hız kazandı, ve 2007 yılında faaliyete geçmesi kararlaştırılan bölge adliye mahkemeleri nedeniyle Yargıtay ve Danıştay’ın üye sayıları azaltılması gerekirken, “liyakat” ilkesi gözetilmeksizin tersine önemli derecede artırıldı. Bu andan itibaren hiçbir vaziyet eskisi gibi olmayacaktı.

2013 yılı sonuna gelindiğinde yaşanan yargı ile siyaset, esasında cemaat ile Hükümet çatışmasında sonra HSYK’ya, Yargıtay’a ve Danıştay’a müdahale yeniden gündeme geldi. Bu defa temel gerekçe; özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin hukuk dış uygulamalarının önüne geçilmesi, cemaatin yargı (HSYK, Yargıtay, Danıştay ve yerel mahkemeler) üzerinde ağırlığının ve etkisinin ortadan kaldırılması ve Türk Milleti için karar veren mahkemelere kavuşulması idi. Kanunlar üzerinden HSYK’nın yapısına, Yargıtay ve Danıştay’ın üye sayıları ile yapılarına müdahale edildi, azaltılması gereken Yargıtay ve Danıştay üye sayıları 2014 yılında bir kez daha artırıldı. Bu defa işler 2010 ve 2011 yıllarında yaşananların tersine döndü ve yüksek yargıda ciddi bir çatışma ortamına girildi. Buna bağlı olarak başta siyasi soruşturma davalar olmak üzere birçok dosya yön değiştirdi.
2011 ve 2014 yıllarında yüksek yargıya seçilen üyelerin seçilme yeterliliklerinde ve tercih edilmelerinde sorun olup olmadığına bakılmaksızın; seçilme zamanları, toplu seçilmeleri, üye seçimde dikkate alınması gereken objektif kriterlerde yaşanan belirsizlikler gibi nedenlerle, bu yolla yüksek mahkemelerin yapısına müdahale edildiği ileri sürüldü, bu algı topluma yerleştirildi ve dolayısıyla yargı erkinin yıpranması devam etti.
Siyasi iradeye göre, çok önemli bir güç olan yargının kontrolsüz bırakılmazdı. Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçecek olması, hem şeklen yüksek mahkemelerin üye sayılarının azaltılması ve hem de yargıda varlığı kabul edilen cemaat etkinliğinin azaltılması için çok isabetli bir gerekçe idi. Beklenen oldu, istinaf, yani bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçecek olması gerekçesinden hareketle, üye sayılarının azaltılması ve yeniden yapılandırma için Yargıtay ile Danıştay’a yeniden yasal müdahale geldi. Esasında hedef doğru idi, Yargıtay’ın ve Danıştay’ın üye sayıları azaltılmalı ve bu mahkemeler gerçek yüksek mahkeme kimliği ile içtihat mahkemeleri olarak yargı yetkisi kullanmalı idi. Hakikat bu olduğu halde neden daha önce yüksek mahkemelerin üye sayıları artırılmıştı? Bunun sebebini tekrar anlatmama zannederim gerek yok. Ancak bu nedeni masumane yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı olarak açıklamak isabetli olmayacaktır. Anlık ihtiyaç veya siyasi tepkiler sebebiyle ilerisi dikkate alınmaksızın yapılan radikal değişiklerin dikiş tutmayacağı, aksine sisteme zarar vereceği bilinmelidir.

Buna göre;

1-    2011 yılında Yargıtay’ın ve Danıştay’ın üye sayılarının artırılması hatalı idi.

2-    2014 yılında da Yargıtay’ın ve Danıştay’ın üye sayılarının artırılması hatalı idi.

3-    Bölge adliye mahkemeleri gerekçe gösterilerek Yargıtay’ın ve Danıştay’ın üye sayılarının azaltılması isabetlidir.

4-    Üye sayılarının “liyakat” ilkesi gözetilerek, Anayasa m.138, 139, 140, 154 ve 155’de öngörülen hakim ve savcı güvenceleri ile müktesep/kazanılmış hakları ihlal edilmeksizin azaltılması gerektiği, aksi halde Anayasaya aykırılığın gündeme geleceği söylenecektir. Mevcut şartlarda ve asıl maksat dikkate alındığında, yürürlüğe girecek Kanunda ve tatbikinde Anayasaya uygunluk mutlak gözetilip sağlanabilir mi? Hayır.

5-    Anayasaya aykırılık varsa sonuç değişir mi? Anayasa Mahkemesi, ilgili Kanun hakkında Resmi Gazete’de yayımlanmadan veya hemen yayımlandığında yürürlüğü durdurma kararı vermedikçe değişmez. Yüksek Mahkeme yürürlüğü durdurma kararı verebilir mi? Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa ve 6216 sayılı Kanunda sayılan yetkilerine göre, bir kanunun daha Resmi Gazete’de yayımlanmadan yürürlüğünü durdurma kararı vermesi zor gözükse de, daha önce verdiği bu tür emsal kararlarda kullandığı “açık hukuka aykırılık” ve “giderilmesi çok güç ve hatta imkansız zarar” gerekçelerine dayanıp dayanmayacağını bekleyip görmek gerekir. Ancak ilgili Yasanın Resmi Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe girmesi ile üyelikleri biten yargı mensupları arasından Yargıtay’a ve Danıştay’a hemen yeni üye seçimi yapılacaktır ki, bu seçimden sonra Anayasa Mahkemesi tarafından verilecek kararın süreci olumsuz etkileme ve engelleme ihtimalinin olmayacağını ve bir yürürlüğü durdurma veya iptal kararının etkisinin Anayasaya aykırılığı tespitten öteye geçemeyeceğini ifade etmek isteriz. Çünkü Anayasa Mahkemesi kararları geçmişe etkili değildir. Her ne kadar Yüksek Mahkemenin, bir kanunun yoklulukla malul olduğuna dair kararının geçmişe etkili tatbik edilebileceğine dair görüş ileri sürülse de, bu düşünceye iştirak etmediğimizi, ancak yürürlüğü durdurma ve iptal kararlarından itibaren kanunun tatbik edilebilme gücünü kaybedeceğini söylemeliyiz.

Netice itibariyle;

Esasında yukarıda açıklanan türde yasal müdahaleler yargıya zarar vermektedir, fakat bu zarar verici faaliyetler yeni de başlamamıştır. Siyasi kaygı ve kontrol saiki ile yapılan müdahalelerin fayda sağlamadığı bir gerçektir. Burada yegane görünür doğru, bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçecek olması ve buna bağlı olarak Yargıtay’ın ve Danıştay’ın üye sayılarının azaltılması gereğidir.

Yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını zedeleyen, yargı mensubunun teminatsız olduğu algısına yol açmaya elverişli tartışmalı yasal düzenlemelerin umarım sonuncusu bu Kanun olur. Yine umarım HSYK; Yargıtay’a ve Danıştay’a üye seçimini “liyakat” ilkesini gözeterek yapar ve yargıyı siyasetten, en önemlisi de siyasi tesir ve baskıdan uzak tutar. Tutamazsa, “kuvvetler ayrılığı” ilkesi ile yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının, buna bağlı olarak da “hukuk devleti” ilkesinin, hukukun üstünlüğünün ve hukukilik denetiminin telafisi çok güç ve hatta imkansız zararlarla karşılaşma ihtimali pek muhtemeldir. Asıl onarılmaz zarar da, hukuk güvenliği hakkına ve adalete toplumun duyması gereken güven oranında yaşanabilir ki, mülkün ayakta kalabilmesi için bu oranın yüksek olması gerektiği şüphesizdir.

Son söz;

Bağımsız ve tarafsız yargı erki; “hukuk devleti” ilkesinin, hukukun üstünlüğünün ve hukukilik denetimin varlığı için elzemdir, esasında demokratik hukuk toplumun olmazsa olmazıdır.

 

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL