Ve 4. Yargı Paketi Tasarısı Meclis'te
Çıkacak veya çıkan yasal düzenlemeden hoşnut olan veya hoşnut olmayanın isteği yine de bitmiyor. Tekrar kanun çıksın istenir. Artık bu bir hukuk kültürü oldu; "kanun çıksın sorun çözülsün". Suç ve ceza siyasetinde istikrar, kanun değişikliğinin getireceği iş yükü ve yol açacağı hukuki sorunlar pek düşünülmez. Paketler halinde sunulan temel yasalardaki değişiklikler, bu işin uygulayıcılarına, yani sahada olanlara "Nasıl yapalım, yapalım mı, öneriniz var mı?" türünde sorularla da pek sorulmaz.
Elbette kanun çıkacak, fakat ana kanunlarda yapılan bu kadar çok değişikliğin ne fayda getirdiğini, yakın zamanda çıkan temel kanunlarda hata veya eksiklik bu kadar çoksa, işin başında neden acele edildiğini anlamak da mümkün olamamaktadır.
Kanun çıkararak her sorun çözülemez. Yeni yürürlüğe girmiş temel kanundan olumlu sonuçlar almak, bu kanunun en az 10 veya 20 yıllık uygulamasını görmeden ihtimal dahilinde bile olamaz. Kanunlarda sürekli değişikliğe gidildiğinde, inandırıcılık, eşitlik kaybedilir ve haklı olsun veya olmasın herkesin bir beklentiye girmesi kaçınılmaz olur.
Sokağa baktığınızda, birçok insan kanun koyucudan "af kanunu" çıkarmasını beklemektedir. Bu beklentiyi, 4. Yargı Paketi Tasarısı'nın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na sunulduğu 7 Mart 2013 tarihi itibariyle tecrübe ettik. 8 Mart 2013 tarihinin gazetelerine ve internet haberlerine bakıldığında, ilk yansımaların hayal kırıklığı, siyasi veya başka amaçla işlenen ya da işlendiği iddia edilen suçlardan dolayı gerçek beklentinin, dile getirilmese de "af" veya "af benzeri müessese" olduğu anlaşılmaktadır.
Kanaatimizce Hükümet, açıkça söyleyemese de Meclis gündemine getirdiği yasal düzenlemenin tüm yükünü üstlenmek istememekte ve bu konuda muhalefet partilerinden öneri ve destek beklemektedir. Farklı neden ve amaçlarla sürekli hale gelen ve bir türlü çoğunluğun memnun edilemediği yasal düzenlemelerin konusunu oluşturan Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, Ceza İnfaz Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu gibi yasalarda değişikliğe "dur" denilmeyip devam edilmesinin, sonuçta yorgunluğa ve yılgınlığa yol açması, yarardan çok zarar getirmesi kaçınılmazdır.
Temel kanunlarda yapılması hedeflenen ve bir türlü son noktası konulamayan değişiklikler, hangi gerekçeye dayanırsa dayansın toplum tarafından kabul edilmedikçe, yürürlüğe konulsalar bile hoşnutsuzluğu ortadan kaldırmayıp, aksine çoğaltacaktır. Hükümet, deyim yerinde ise herkesten elini taşın altına koymasını istemekte ve yarın ortaya çıkabilecek faturanın bedelini ödemekten imtina etmektedir. Bu nedenle, Tasarının Meclis çalışmalarında değişmesi ihtimali de gözardı edilmemelidir.
Af veya af benzeri düzenlemeleri eleştirmekle birlikte, bu konuda yasal düzenlemeye gidilmesi düşünülmekte ise, bu düzenlemenin öncelikle eşit yapılması gerekir. "Eşitlik" ve "adalet" ilkelerini taşımayan yasal düzenleme, ister istemez ağır eleştiri ve toplumun önemli bir kesiminin korunup gözetilmediği hissine kapılmasına yol açabilecektir. Bu noktada, toplum ve mağdurlardan gelecek eleştirileri de ayrıca dikkate almak gerekir.
Yazımızda, başlığı "İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" olan 4. Yargı Paketi'nin bazı hükümlerini inceleyeceğiz.
Tasarının 5. maddesinde, Terörle Mücadele Kanunu'nun "Açıklama ve yayınlama" başlıklı 6. maddesinde değişikliğe gidilmesi öngörülmüştür. Buna göre, terörle ilgili yayın ve yayımlarda uygulanacak adli para cezasının üst sınırının "beşbin" güne indirilmesi düşünülmektedir.
Terörle Mücadele Kanunu'nun 6. maddenin 2. fıkrasında yer alan, "Terör örgütlerinin bildiri veya açıklamalarını basanlara veya yayınlayanlara bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir." hükmünün yerine, "Terör örgütlerinin; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösteren veya öven ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik eden bildiri veya açıklamalarını basanlara veya yayınlayanlara bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir." cümlesinin getirilmesi teklif edilmektedir. Böylece, terör örgütleri ile ilgili yayın ve yayımlar suç olmaktan çıkacak, sadece cebir, şiddet veya tehdit içeren unsurlara yer veren yayın ve yayımlar suç sayılacaktır. Bu noktada ilginç bir durumun ortaya çıkacağını şimdiden ifade etmek isteriz. Çünkü kuruluş amacı bizatihi cebir ve şiddet kullanmak suretiyle baskı, korkutma, yıldırma veya tehdit yöntemlerinden birisine başvurmak olan terör örgütleri ile ilgili her bildiri, açıklama veya yayın beraberinde cebir, şiddet veya tehdidi ipso facto/kendiliğinden taşıyacaktır. Siyasi maksatlarla yapılacak veya yapılan her değişikliğin hukukla uyumlu olamayacağını bu vesile ile ifade etmek isteriz.
Tasarının 6. maddesi ile Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesinin 2. fıkrasının değiştirilmesi düşünülmektedir. "Terör örgütleri" başlıklı 7. maddenin 2. fıkrasında, terör örgütünün propagandasının yapılması suç iken, yeni düzenleme ile terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasının yapılması suç sayılacaktır. Bu hüküm yönünden de sorun vardır. Çünkü Terörle Mücadele Kanunu'nun 1. maddesi ile 7. maddesinin 1. fıkrası uyarınca, kuruluş amacı bizatihi cebir ve şiddet kullanmak suretiyle baskı, korkutma, yıldırma veya tehdit yöntemlerinden birisine başvurmak olan terör örgütünün propagandası, net bir şekilde beraberinde cebir, şiddet veya tehdidin desteklenmesini, övülmesini ve kaçınılmaz olarak teşvikini taşıyacaktır.
Türk Dil Kurumu'na göre "propaganda" kelimesi, "Bir öğreti, düşünce veya inancı başkalarına tanıtmak, benimsetmek ve yaymak amacıyla söz, yazı ve sair yollarla gerçekleştirilen çalışma ve yayma faaliyeti" olarak tanımlanmıştır. Görüleceği üzere propaganda kelimesi, özünde terörün ayrılmaz parçası olan cebir, şiddet veya tehdit unsurlarını meşru göstermeyi, övmeyi ve teşviki kapsamaktadır. Bir an için, yapılacak yasa değişikliğinin işe yarayacağı ve ifade hürriyetinin korunması bakımından cebir, şiddet ve tehdit ile bu unsurları taşımayan düşünce açıklamalarının birbirinden ayrılıp, ceza sorumluluğunun buna göre tayin edilebileceği ileri sürülebilir. Bu durumda, Anayasa ile kurulu düzene, yasama, yürütme ve yargı erklerini yıkmak amacıyla ya da Ülkenin her yerinde veya bir kısmında cebir, şiddet ve tehditle korku salıp, terör ve anarşiyi yayan suç örgütlerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru göstermeyecek veya övmeyecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik etmeyecek şekilde propagandasının, yani Türk Dil Kurumu'nun tanımı ile suç örgütünü tanıtmaksızın, benimsetmeksizin, yaymaksızın ve desteklemeksizin nasıl yapılacağını ve bu sırada yeni düzenlemenin suç tanımının dışına nasıl çıkılacağını anlamak mümkün değildir. Çünkü bir yapılanmanın "terör örgütü" olduğunun yargı kararı ile tespitinden sonra, terör örgütünün adını anmaksızın desteklediği düşüncelere yer veren, yazı yazan ya da konuşan bireyi suçlamak, elbette bu düşünce açıklamasının açıkça terör örgütünün propagandasını kapsamaması sebebiyle mümkün olmamalıdır. Bununla birlikte düşünce açıklaması, açıkça terör örgütünün propagandasını yapmakta ise, "propaganda" kelimesinin anlamından dolayı yeni düzenlemeyi de kapsayacağı tartışmasızdır.
Kanaatimizce bugüne kadar da yargı makamları, bir konuşmanın veya yazının terör örgütünün propagandasının olup olmadığının tespitini yaparken, bu propagandanın açıkça terör örgütü için yapılıp yapılmadığını da değerlendirmiştir. Yargı makamından, "suçta ve cezada kanunilik prensibi" nedeniyle başkaca bir anlayışı benimsemesi ve karar vermesi de beklenemez.
Tasarının 6. maddesi ile Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesinin 2. fıkrasına eklenmesi düşünülen hükmün devamı incelendiğinde, Tasarının "suç örgütü propagandası" kavramının kapsamını birey lehine daraltmaya yönelik anlayışına yer verilmediği görülmektedir. Yeni düzenlemeye göre, terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerin gizlenmesi amacıyla yüzün tamamen veya kısmen kapatılması; toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde; örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması veya taşınması veya slogan atılması veya ses cihazları ile yayın yapılması veya terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi suç sayılmıştır.
Bu değişikliğin gerekçesi incelendiğinde, Terörle Mücadele Kanunu m.7/2-b bendi kapsamına giren suçların unsurlarının daha somut hale getirilmesi sebebine yer verildiği görülmektedir.
Kanaatimizce, bu değişiklik önerisi ile ilgili yürürlükte olan mevcut ve önerilen düzenlemeler birbirinin aynısıdır. Yürürlükteki (b) bendinde olmayan "toplantı ve gösteri yürüyüşleri sırasında gerçekleşmese dahi" ibaresine yer verildiğinde, (b) bendinde sıralanan eylemlerden herhangi birisinin toplantı ve gösteri yürüyüşünde icra edilmesine gerek olmadığı, yani toplantı ve gösteri yürüyüşü dışında da bu eylemlerden birisini icra etmenin suç sayılacağı netleştirilecektir. Bu sebeple, Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesinin 2. fıkrası yönünden birey lehine bir değişikliğe gidileceğini söylemek isabetli olmayacaktır.
Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesinde birey lehine yapılması düşünülen değişikliği destekleyip desteklememek ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, yapılması hedeflenen değişikliğin insan hakları ve ifade özgürlüğü yönünden iyileştirme getireceğini ileri sürmek pek mümkün değildir.
-
kürşat atılgan 12 yıl önce Şikayet Etbir hukukçu olarak . hocam size katılıyorum yapılan değişikliklerle sözde örgüt mensuplarının alacağı cezalar hafifletilmeye çalışılacaktır bu işler yapbozla yürümez bu millet saftirik değil yazıklar olsunBeğen