Prof. Dr. Faruk Taşcı
Prof. Dr. Faruk Taşcı
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Türkiye’nin geleceği: “Ölüm” yerine “Uyarı”

GİRİŞ 06.12.2025 GÜNCELLEME 07.12.2025 YAZARLAR

İbn Haldun’un devletlerin yaklaşık 120 yıllık bir ömre sahip olduğu ve bu ömrün dört nesillik bir döngü üzerinden şekillendiği yaklaşımı var. “Terörsüz Türkiye” sürecinin “riskleri” temelinde Türkiye’nin geleceğini düşünürken bu yaklaşımın dikkate alınması faydalı olacaktır.

Bu yaklaşım, sadece devletlerin nasıl kurulduğunu ve yükseldiğini değil, hangi zayıflıklar nedeniyle gerilediğini ve yıkılabildiğini de açık bir şekilde göstermekte. Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana 100 yılı aşmışken, İbn Haldun’un teorisi/yaklaşımı doğal olarak şu soruyu gündeme getirmekte: 

Biz bugün hangi nesildeyiz ve geleceğe hangi istikamette gidiyoruz?

Nesil derken, ilgili dönemin neslinin içinden çıkan ve devlet kademlerinde üst yönetici konumlarda olan “elit kesim” diye not etmek lazım. 

İbn Haldun’a göre birinci nesil, “kurucu nesildir”; bahadırlık, atılganlık, şeref ve ululukla devleti kurarlar. 

Birinci Dünya Savaşı, Milli Mücadele ve yüzbinlerce şehit denkleminde kurucu nesil var. Bu neslin içinden çıkan elit kesim, devleti ayakta tutacak çeşitli hamleleri ortaya koydular ve aralarında belli bir asabiyet kurdular.

İbn Haldun’a göre ikinci nesilse kurucuları taklit eder; onların bıraktığı güç ve kurumlarla refaha erişmişlerdir. 

Cumhuriyet’in ikinci yarım yüzyılı, modernleşme projelerinin yerleştiği, devlet kapasitesinin artırılmaya çalışıldığı, ancak aynı zamanda (İbn Haldun’un uyardığı gibi) asabiyetin bir miktar gevşediği bir evredir. Bu gevşemenin farkında olunmuş ki, kurucu figürleri yüceltme ve koruma devreye sokulmuştur. Bu nedenle, bu dönemde devletin gücü toplumun tamamına sirayet etmek yerine, daha seçkinci/elitist bir karakter taşımıştır. Yine de kurucu neslin hatıralarının belli hamlelerle gündemde tutulmaya çalışılması, nispi oranda devleti koruma refleksinin tamamen kaybolmasına engel olmuştur.

Üçüncü nesil, İbn Haldun’un deyimiyle “hakir yaşamayı tabiat hâline getiren”, asabiyeti neredeyse tamamen kaybetmiş nesildir. Bu aşamada devletin kurucu karakteri unutulmaya başlanır; direnç zayıflar, kimlikler çözülmeye başlar, dış unsurlarla güç devşirme arayışı artar. 

Türkiye’nin 1980 sonrası döneminde, küreselleşme dalgası, ekonomik kırılganlıklar ve toplumsal kutuplaşma gibi faktörlerin etkisiyle zaman zaman bu aşamaya yaklaşılmıştır. Dış etkilere/manipülasyonlara açık hale gelen siyasal zemin, iç uyumu zayıflatan ve neredeyse asabiyeti devre dışı bırakan yeni gerilimler doğurmuştur.

İbn Haldun’un dördüncü nesli ise ihtiyarlık dönemidir. Asalet ve şerefin tüketildiği, devletin kendini yenileyemez hâle geldiği safhadır. 

Bugün Türkiye bu aşamada değil; fakat bu aşamaya sürüklenme riskleri görünmez de değil. Ekonomik kırılganlıklar, siyasetin zaman zaman “düşmanlık” eksenine sıkışması, kurumsal erozyon, toplumsal güven kaybı ve liyakat tartışmaları, dördüncü nesle giden patikanın işaretleri olabilir, Allah muhafaza.

Fakat İbn Haldun’un yaklaşımını mutlak bir şema gibi okumak yanlış olur. Devletler yıkılabilir, yıkılmıştır da; ama kendini yenileyebilen devlet/ler bu “ölüm” döngüsünü kırabilir. Osmanlı döneminde “yenile(n)me” işlemi “devşirmeler” yoluyla mümkün olmuştur. Devşirmelerin de (karanlık yapılar tarafından) devşirilmesi ise, Osmanlı’nın ölümü olmuştu ama!

Hal böyle olunca, bugün Türkiye’nin önündeki en kritik hamle, İbn Haldun’un devletlerin çöküş sebepleri arasında saydığı asabiyet kaybını “tersine çevirecek bir yenilenme iradesi”ni ortaya koymak. 

Adalet mekanizmasının güçlendirilmesi, kurumların güven tazelemesi, ekonomik istikrarın sağlanması ve toplumsal kutuplaşmanın azaltılması, dördüncü nesle sapmadan “yeniden kurucu bir nesil” yaratmanın yoludur. Tabii olarak, “yeni(lenmiş) kurucu nesil” demek aynı zamanda “yeni kurucu lider” demek.

Eğer Türkiye bu yenilenmeyi başarırsa, İbn Haldun’un döngüsü bizim için “ölüm” değil, “uyarı” olarak kalır. Gelecek ise yeni/den bir kuruluş iradesiyle şekillenir. İşte “Terörsüz Türkiye” süreci, bu hususta belirleyici olacaktır.

Prof. Dr. Faruk TAŞCI / Haber7

YORUMLAR 19 TÜMÜ
  • Murat 2 hafta önce Şikayet Et
    Yazı hakikaten kıymetli bir düşüncenin ve uyarlaması, ürünüdür. Liyakat kısmı, liyakatin tartışıldığı kısımda çok önemlidir. Yani 4 üncü evre terörsüz Türkiye iradesi yenilenme iradesini ortaya koyan kıymetli bir adım olarak gösterilirken liyakatin bittiği günümüzde liyakatli devlet kadroları ciddi anlamda yenilenme iradesinde ortaya konmalıdır. LİYAKAT, LİYAKAT, LİYAKAT, LİYAKAT
    Cevapla
  • malumün ilanı 2 hafta önce Şikayet Et
    Neslin evreleri işin somutlaşmış kısmı,küreselleşen dünyada (ubudiyet sahibi) azimli gençler dünya sahnesinde son perdeyi oynayacaktır,kendi kültürünü muhafaza etmeyen milletler haliyle çağın kölesi olarak varlıklarını sürdüreceklerinden geleceklerini de haliyle başkalarının yapıp etmelerine terk ediyorlar. Ülküsü olmayanın ideali de olmayacaktır
    Cevapla
  • Mustafa Kocaman 2 hafta önce Şikayet Et
    Tabi bazen daha ağırı olur. İranı yaklaşık 1000 sene Türklerin yönetmesi, Doğu Türkistanı yüz senedir Çinlilerin yönetmesi gibi. Bazen de en ağırı olur, tüm güney Amerika'da bir daha neredeyse geri gelmemek üzere İnka, Aztek ve Mayaların yok olması gibi.
    Cevapla
  • Murat taşçı 2 hafta önce Şikayet Et
    Hocam İbn Haldun'u tamamen yanlış anlamışsın... Bu durum doğal şartlarda kurulan devletler için gećerli olabilir.Bir devletin ne zaman kurulacağını nereye kadar büyütüleceğini ve ne zaman yıkılacağını malesef İngiliz belirliyor ve hala öyle... Türkiye bu durumda bir kıyas olamaz malesef. Ne zaman ki gerçekten kurulursa ben sana söylerim.
    Cevapla
  • EbûSaîd 2 hafta önce Şikayet Et
    Osmanli aynı hanedan ile 6 Asır devam etmiş. Hem de 500 yıla yakın dünya devleti olarak. Ancak laik cumhuriyet nesillerde hükmünü tamamlamışa benziyor. Laikçi kesim sosyolojik çürüme ile nihayete erdi. Devleti Anadolu çocukları sirtliyor. O da birinci evresinde.
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle