Boykot mirası ve geleceğimiz
II. Meşrutiyet’in ilanı, Osmanlı Devleti’nde geniş bir kamuoyunun oluşumu açısından dönüm noktası olarak bilinir. Boykot faaliyetleri, mitingler, protesto gösterileri medyanın sürükleyici etkisiyle bunalım dönemlerinde geniş kitleleri harekete geçirmeye çalışmıştır ki bu o dönem için devrim niteliğindedir. Hüseyin Cahit Yalçın’ın Tanin’de çıkan “Avusturya Emtiasını Almayınız!” başlıklı yazısı Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakına karşı, hedefine ulaşamamış bir tepkiyi dile getirmektedir. Zira Osmanlı Devleti, kısa süre içinde İstanbul’da imzalanan protokolle Bosna-Hersek’in Avusturya-Macaristan’a katılmasını tanımak zorunda bırakılmıştır. Hemen ardından “Girit bizim canımız, feda olsun kanımız” feryatları da Girit sorunu etrafında kamuoyu oluşturma çabalarını resmeder. İstanbul basınının orkestra şefliğinde tepkiler bütün Anadolu'ya yayılmış ve Anadolu basını marifetiyle de yerelleştirilmiştir. Fakat Girit, bu gösterilere katılan on binlerce insanın feryatları arasında Yunanistan’ın olur.
Bugün hâlâ mitingler, protestolar, boykot kampanyaları direniş çabalarında merkezi bir rol üstleniyor. İsrail’in Gazze’ye yönelik geniş çaplı vahşi bir yok etmeye, bir soykırıma dönüşen saldırıları Müslümanlar nezdinde içten içe yaşanan bir travmaya dönüştü. Vatanlarını savunan bir avuç insanın bu karşı koyuş mücadelesine destek vermek için seçenek arayışına giren insanlar, tıpkı Meşrutiyet döneminin ağır bunalımlarında olduğu gibi boykot kampanyalarına, kitlesel gösterilere, yürüyüşlere katılmaya başladı. Geleneksel medyada atılan manşetler, çıkan haberler, köşe yazıları sürecin en önemli motivasyon kaynaklarından biri olmaya devam ediyor.
İnsanlar yeni medyanın sağladığı olanaklarla da kendilerini diri ve güncel tutmaya çalışmaktalar. Yeni medya bugün, cansız bedeni kıyıya vuran Aylan Bebeğin fotoğraflarından sonra Gazze’de katledilen bebeklerin, çocukların görsellerine, katliam ve yıkım görüntülerine, haykırış ve feryatlar arasında paylaşım rekorları kıran boykot listelerine ev sahipliği yapıyor. Soykırım karşıtı koronun solistliği, bugün ironik bir şekilde, WhatsApp, Telegram, Instagram, Facebook, X vb. mecralar aracılığıyla icra ediliyor. İnsanlar tüm bu görsel denizinin içinde tepkilerine; hızla tükenme, kanıksanma, seyirlik malzemeye dönüşme tehlikesi altında yön vermeye çalışıyorlar.
Bu tepkiler değersizliğimizde (!) değer arayışımızı resmediyor biraz da. Fakat umuda ancak kendi değersizliğimize, parçalanmışlığımıza kendi elimizle katıldığımızı anladığımızda yakınlaşacağız. Müslüman ülke yönetimlerinin duygusal sessizliğini, siyasi, ekonomik ve askeri örgütsüzlüğün beraberinde getirdiği güçsüzlüğü, tüm Dünyaya yayılan bu geniş çaplı vicdan hareketinin yanında olamamayı ve bu konuda kaçan fırsatları düşünmek yalnızca üzüntümüzü değil sorumluluklarımıza dair farkındalığımızı da arttırmalı. İslam Dünyasının siyasi, ekonomik ve askeri birliğini sembolize eden söylemlerin ve bu konudaki projelerin gazete manşetleri aracılığıyla magazinleştirilmesinin, karikatürize edilmesinin, Batının örgütlü desteğiyle manipüle edilerek akamete uğratılmasının faturasını Irak, Suriye, Afganistan ve nihayet soykırıma dönüşen bir tarzda bugün Gazze’de masum bebekler, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar ödüyor.
21 yüzyılın ilk çeyreğine hızla yol alırken İslam coğrafyasının, siyasi, askeri ve ekonomik birliktelik şöyle dursun Müslümanların en temel insan haklarını, can ve mal güvenliğini, onur ve haysiyetini koruyabilecek bir caydırıcı güçten yoksun olması nedeniyle demokrasi ve insan hakları promosyoncuları, kendi geliştirdikleri mecralar aracılığıyla acınası halimizi belgesel formatında izlemeye devam ediyorlar. İsrail’in araçsallaştırdığı Antisemitizm etiketi ise Batılı halkların insani refleksleri üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor. Bu suçlamayı bir cadı avına dönüştürme eğilimindeki Batılı yönetimler, söylem üzerinde egemenlik kurarak İsrail’in Antisemitizmin en büyük kaynağı olduğu hakikatini örtbas etmekteler.
Boykot kampanyaları, gösteriler, yürüyüşler, insanlığa dair ümitlerimizi diri tutan değerine rağmen bu yoksunluğu daha doğrusu yoksun bırakılmışlığı telafi etmeye yetmiyor maalesef. Meşrutiyetten devraldığımız boykot ve protesto geleneğini üzerine hiç bir şey ilave etmeden gelecek kuşaklara miras bırakmak istemiyorsak bu vicdani uyanışı, siyasi otoriteleri “birliğe” dair güçlü aksiyonlar almaya sevk edecek bir dalgaya, bu dalgayı da sürdürülebilir bir bilinç formuna dönüştürmeliyiz. “Gazze’nin Geçilmez”liği biraz da, siyasi otoritelerin böylesi bir küresel vizyon girişiminin gereksinim duyduğu geniş bir kamuoyu desteğine bağlı. Türk Devletleri Teşkilatı girişimine daha çok odaklanmalıyız mesela. Hatta Pakistan, Katar, Malezya gibi ülkelerle etki alanının genişletilmesi için daha sık çağrıda bulunmalı, söylem üstünde egemenlik kurmalıyız. Ülkemiz buna liderlik edecek güce adım adım erişiyor, eğer gerçekten vicdanlarımızın mahkûmu olmak istemiyorsak bu ikinci fırsatı kaçırmamamız gerekiyor. Bu yönde kaçırdığımız ilk fırsatın mimarının komplo teorisi, fantezi, ütopya olarak etiketlenen kavram, söylem ve öngörülerinin bugün siyasi, askeri uzman ve teorisyenlerce tekrarlanmaya başlaması bize umut var dedirtiyor.
Prof. Dr. Hakan AYDIN
Erciyes Üniversitesi
-
İhsan 10 ay önce Şikayet EtHocam elinize emeğinize sağlıkBeğen
-
Nurettin 11 ay önce Şikayet EtTebrikler kıymetli hocam elinize,emeğinize sağlık.Beğen
-
Mahmut Varol 11 ay önce Şikayet EtTebrikler değerli hocam Kaleminize ve yüreğinize sağlıkBeğen Toplam 3 beğeni
-
İsmail 11 ay önce Şikayet EtEvet boykot belki de halklar olarak elimizden gelen tek şey ama ötesi de olmalı. Boykotu sürdürülebilir kılmak önemli. Değişen gündemlerle boykot gündemimiz de değişmemeli.Beğen Toplam 8 beğeni
-
Müstear 11 ay önce Şikayet EtKalemine sağlık güzel bir yazı olmuş. Filistin konusunda ne kadar aciz olduğumuzu yazmışsınız.Allah tüm İslam alemini ıslah etsin.Beğen Toplam 10 beğeni