Prof. Dr. Recep Bozdoğan
Prof. Dr. Recep Bozdoğan
HABER7 YAZARI

Bari cumhurbaşkanımızı dinleyin!

GİRİŞ 24.11.2020 GÜNCELLEME 25.11.2020 YAZARLAR

Şehir, asırlar süren yolculukların adım adım inşa ettiği mekândır.

 

 

Onun inişler ve çıkışlarla dolu tarihi, bilinenlerden daha çok bilinmeyenlerle dolu bir define gibidir.

Gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen nice eserlerin, bilinmeyi murad eden nice hâdiselerin, hâfızalara düşmeyi bekleyen nice hâtıraların, hikâyelerin yaşandığı mekândır şehir.

 

 

Şehrin gelişim süreci tıpkı bir halı gibi ilmek ilmek dokunur.

Ona gönül veren eller, atılan her ilmekte şehrin zenginliklerine yeni değerler katar.

Gün gelir kudretinin zirvesine ulaşır şehir.

Timur’un elinde Semerkant olur, Kanunî’nin elinde İstanbul, Hârun Reşid’in elinde Bağdat, El Hakem’in elinde Kurtuba…

Gün gelir görülmemiş bir vahşete mâruz kalır; Ruslar’ın eline düşen Kazan, İspanyolların eline düşen Kurtuba, Moğolların eline düşen Bağdat, Haçlıların eline düşen İstanbul…

Şehir, güngörmüş insanlar gibi asla unutmaz.

Yaşanan acı hâdiselerin hâtıraları onun ruhunda müzmin yaralara dönüşürken; zaferin, zenginliğin ve zarâfetin taçlandırdığı yıllar ise saadet devirleri olarak yâd edilir.

Bazı şehirler köklü bir medeniyet birikiminin üzerinde yükselir; Anadolu’da Bursa, İran’da İsfahan, Pakistan’da Lahor, Suriye’de Şam…

Bazı şehirler engin kültür havzalarının buluşma noktasında inkişaf etmiştir; Mısır’ın Kahire’si, Türkistan’ın Buhara’sı, Hindistan’ın Delhi’si, Türkiye’nin Urfa’sı…

Bazı şehirler ise yıkılmış ama yok edilememiş medeniyetlerin hâtıralarını ayakta tutmaya çalışır; Tenoctitlan’ın enkazında inşa edilen Mexico City, Qosqo’nun yıkıntılarından yükselen Cusco.

Şehir hakkında konuşmak evvel emirde “haddin bilmeyi” gerektirir; tıpkı Yunus Emre’nin tavsiye ettiği gibi.

Şehri biçimlendirmeye teşebbüs etmek ise büyük bir cür’et gerektirir.

Şehre şekil vermek bilgi ister, hüner ister, tecrübe ister, hassasiyet ister; ama en çok da saygı ister, tevâzu ister, erdem ister, irfan ister.

Şehri okuyabilecek bir göz, anlayabilecek bir zekâ, anlamlandırabilecek bir zihin ve yönlendirebilecek bir basiret ister.

Şehri dönüştürme iddiası her türlü tamahkârlıktan arınmış ahlâkî bir kemâlât ister.

Kuldan önce, Yaradan’ın emanet ettiği tabiî değerlerin hüsn-ü muhafazasını ister.

Toprağın, suyun, havanın, topografyanın, dağların, denizlerin, göllerin, akarsuların, floranın, faunanın ve bahşedilen sayısız nimetin kadrinin ve kıymetinin bilinmesini ister.

Mesela İstanbul’un, hiçbir şehre nasip olmamış Boğaz’ının, Haliç’inin, adalarının, tepelerinin, derelerinin, göllerinin, koylarının, ormanlarının ve topografyasının korunmasını ister.

Bursa’nın yeşilinin, su ile özdeşleşen tabiatının, Konya’nın bozkırının ve ona tezat Meram’ının, Kayseri’nin Erciyes’inin ve onu yücelten ovalarının korunmasını ister.

Antalya’nın falezlerine, şelalelerine, İzmir’in körfezine, Adana’nın bereketli topraklarına, Van’ın göllerine, Erzurum’un dağlarına saygı ister.

Yüzlerce, binlerce yılda teşekkül eden geleneklerin, göreneklerin, kültürün ve mimarî mirasın yaşatılmasını ister.

Urfa’da kerpiçle, Mardin’de taşla, İstanbul’da ahşapla, Bolu’da hımışla inşa edilmiş sivil mimarî dokunun muhafazasını ister.

Şehrin dayandığı estetik değerlerin geliştirilerek yaşatılmasını ister.

Tarihî bir caminin yanına ona meydan okuyan bir yapının kondurulmasına müsaade etmez.

Bir sarayın üst tarafına cam giydirmeli bir binanın heyûla gibi oturtulmasını tasvip etmez.

Bu mefkûrede kubbelerin, minarelerin, kulelerin çizdiği siluet “ufku bâlâ” diye küçümsenmez.

Tarihî merkezlere, benzerleri ancak otoban kenarlarında görülebilecek koca koca trafik levhaları dikilmez.

Kentsel dönüşüm “emsal pazarı”na çevrilmez, “kaks”larda “taks”larda misli görülmemiş artışlar yapılmaz.

Plan notları üzerinden “rant” kavgasına kapı aralanmaz.

Şehirlerde birbiri ardına yükselen kuleler, rezidanslar, siteler sadece isimleriyle değil, şekil ve şemailleriyle de “burası hangi şehir?” dedirtmez.

Türkiye şehirlerinin içine girdiği hızlı değişim süreci, Sayın Cumhurbaşkanımızın bile kuvvetli uyarıları tekrar tekrar yapmasına sebep olan bir mecraya doğru yol almakta.

Bu yanlış yönelimin durdurulması için Cumhurbaşkanımızın yaptığı iki farklı konuşmada kullandığı ifadeleri aynen tekrar etmekte büyük fayda var:

“Bir şehre bakan, ama oradan gönül dünyasına bir şeyler alamayan, ruh dünyasında bir değişiklik hissetmeyen, o şehre bakar ama taşlardan, betonlardan ve kuru kalabalıklardan başka bir şey göremez. Bir şehre gönül gözüyle bakanlar orada şehrin ruhunu, tarihini, medeniyetini, kültürünü görür. O şehrin ruhunu bütün derinlikleriyle teneffüs eder, hisseder. Şiir gibi bir şehir, içinde yaşayanları şair yapar; masal gibi bir şehir, içinde yaşayanları masal kahramanlarına dönüştürür.”

“Bizim bütün kadim şehirlerimiz ‘mimarî sükûnet içinde hareket’ anlayışı ile inşa edilmiştir. Şehir, harekete göre değil, hareket şehre göre şekillenirdi. Pazar, çarşı, cami, imaret, çeşme, hükümet konağı yerli yerinde olurdu; şehir telâşe üretmez, huzur ve sükûnet üretirdi. Evimizdeki sükûneti sokakta da hissettirecek şehirlerimiz vardı.”

“Türkiye’nin kimlikli, kişilikli ruh ve estetik sahibi şehirleri harap oldu gitti, bilgisiz, bilinçsiz, erdemsiz insanların ellerinde. Medeniyet tasavvuru olmayanlar, geçmişten beslenip geleceği inşa etmek yerine, köksüzlükten beslenip, açlıkla, hırsla, tamahla betonlar dikenler yüzünden, bizim neslimiz viran bir miras devraldı.”

“Eskiden yeşilin içine yeşil ile uyumlu yapılar inşa edilirken, şimdi artık saksıda çiçekler yetiştiriliyor. Eskiden derelerin, nehirlerin etrafına evler inşa edilirken, şimdi maalesef dereler örtüldü, nehirlerin yatağı değiştirildi. Eskiden sokaklar yaşlılar, çocuklar ve engelliler için inşa edilirken, şimdi beton zeminler inşa ediliyor.”

“Yüksek bina inşa etmek mahâret değildir. Yüksek binalar insanoğlunu topraktan uzaklaştırır. Bizim mimarimizde yatay yapılaşma egemendir. Son dönem inşa edilen birçok yapıda, özellikle yüksek binalarda ‘ruh’ yok. Oysa tarihî mimarlık mirasımızda ‘ruh’ var, gönül zenginliği var. Bunun çok iyi idrak edilmesi ve üzerinde hassasiyetle durulması lazım. Şehir bize Allah’ın bir emanetidir. Şehrin sahibi ne belediyelerdir ne de fertlerdir. Şehrin sahibi herkestir.”

Şehirlerimizi, içinden sağlıklı nesiller çıkamayacak beton yığınlarına çevirmeye azmedenlerin, hiç olmazsa Cumhurbaşkanımıza kulak vermesi, belki vicdanlarını da harekete geçirir.

Yanlışta ısrar etmek inat, yanlıştan dönmek erdemdir.

Zararın neresinden dönülürse kârdır.

Kalın sağlıcakla.

YORUMLAR 2
  • NURİ 3 yıl önce Şikayet Et
    saygı değer profösor sehirleri sürekli insaa eden kim sakarya da hiçbir deforme yokken sürekli parkeleri değiştiren kim parkelere harcanan paraları eğtime bilime vermeyen kim geçilmeyen yollara garanti dolar veren kim bizim ihtiyaımız varken dünyaya milyar dolarları sarfeden kim 10 milyon mülteci alıp ekonomiyi bu hale getiren kim ülkenin neredeyse yüzde 15 nüfüs değişimini sağlayan kim
    Cevapla
  • Mustafa AKKAYA 3 yıl önce Şikayet Et
    Muhterem hocam, elinize yüreğinize sağlık. Şehri ne güzel anlatmışsınız. Şehir; medinedir, medeniyettir, sevdadır, kültür ve yaşamdır. Allahım razı olsun hocam.
    Cevapla