Prof. Dr. Recep Bozdoğan
Prof. Dr. Recep Bozdoğan
HABER7 YAZARI

İstanbul'u nasıl dönüştürmeli

GİRİŞ 08.12.2020 GÜNCELLEME 10.12.2020 YAZARLAR

İstanbul, yirminci yüzyılda yaşanan şehirleşme sürecinin “en bahtsız kurbanı” oldu.

 

 

Şehrin başına çöken talihsizliklerin ilki batmakta olan bir devleti Cihan Harbi’ne sokan kadroların sebep olduğu felaket idi.

Kaybedilen savaş, bir milletin ölüm-kalım mücadelesine dönüşürken, beş asırlık payitaht da tarihinin en acı günlerini yaşadı.

 

 

Ekim 1923’te kurtarılan İstanbul, “kurtuluş” sevincini doyasıya yaşayamadan bir gecede vilayete dönüştürülüverdi.

Cumhuriyet’in kurucu elitleri, adeta zümrüt bir mücevher kutusu görünümündeki İstanbul’a uzun süre sırt çevirerek, Ankara’da modern bir şehir inşa etme gayretine girerken, Cumhuriyeti kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ömrünün son demlerini burada yaşadı, son nefesini burada verdi.

Padişahların, üstüne titredikleri ve imar etmek için birbirleriyle yarıştıkları Dersaadet, Cumhuriyet döneminde valilerin insafına terk edildi.

Şehrin imarı için Avrupa’dan davet edilen şehir plancılarının hazırladıkları teklifler, Ankara’nın gündemine uzun yıllar giremedi.

İstanbul’u hakiki mânâda anlayan Batılı ilk mimar olan Le Corbusier’in, “şehrin kültür mirasının olduğu gibi korunması”nı tavsiye eden mektubuna asla itibar edilmezken, “İstanbul’u Bizans döneminden ibaret gören” Henry Prost, şehrin aziz hatırası üzerinde 14 yıl tepindi.

Prost’un hazırladığı bölük pörçük planlar, şehri tarihî köklerinden koparırken, 1950’lerde gerçekleştirilen imar hareketleri, şehrin mimarî dokusuna telafisi imkânsız zararlar verdi.

Adnan Menderes’in iyi niyetle başlattığı bu süreç, maalesef tam bir yıkıma dönüştü.

1965’te kabul edilen Kat Mülkiyeti Kanunu ise tarihî İstanbul’a nihai darbeyi indirdi.

Çoğu zamanla yıpranmış olsa da köşklerle, konaklarla ve yalılarla bezeli İstanbul mahalleleri birkaç yıl içinde beton bloklara teslim oldu.

Baharın çiçeklere, yazın yeşile ve güzün altın yağmuruna tutulan İstanbul sokaklarından geriye bitişik nizam inşa edilmiş çirkin apartman sıraları kaldı.

20. yüzyılın İstanbul’a sürprizleri henüz bitmemişti.

1950’lerden itibaren Anadolu’dan akın eden milyonlar, kısa zamanda şehri kuşatan gecekondular inşa etti.

İstanbul’u saran ve şehir hukukunu hiçe sayan işgal, inşa ve satış dönemi, şehre tarihinin en çarpık şehirleşme sürecini yaşattı.

1980’ler ise ayrı bir kıyım ve yıkım dönemi olarak şehrin yakın tarihindeki yerini aldı.

Merkezî yönetim ve yerel yönetimler, şehri dönüştürme iddiasıyla hayata geçirmeye çalıştıkları projelerle bir yandan kaş yaparken diğer yandan da göz çıkardılar.

Bu dönemde birçok tarihî eser göz göre göre yok edildi.

İstanbul 90’lı yıllara büyük bir dönüşüm hasreti ile girdi.

Yaklaşık 50 yıl süren yıkım-işgal-kondurma dönemi geride azmanlaşmış-kanserleşmiş bir sanayi şehri bıraktı.

Şehrin her tarafını saran orantısızlıklar ikili yapıda bir kentsel doku ortaya çıkardı.

Mecidiyeköy ile Zincirlidere, Etiler ile Armutlu, Çamlıca ile Hekimbaşı birer mekânsal dilemma örneğine dönüştü.

Kemer Country, Beykoz Konakları ve Tepekent gibi sitelerle başlayan ultra lüks konut dönemi, “rezidans” adı verilen yeni bir mesken türünü hem terminolojiye hem de kentsel dokuya kazandırdı.

Gelinen nokta, şehrin geleceğine dair çanların en şiddetli şekilde çaldığını da göstermekteydi.

İstanbul yavaş yavaş bir mekânsal ayrışma sürecinden geçmekteydi.

2000’li yıllarda sağlanan siyasî ve ekonomik istikrarın getirdiği iktisadî gelişim, şehri baş döndürücü bir değişim sürecine soktu.

Neredeyse her ilçede hatta her semtte lüks konutlar, plazalar ve alış-veriş merkezleri inşa edilmeye başlandı.

Bakırköy gibi ilçelerdeki alış veriş merkezi sayısı bazı Avrupa ülkelerini bile geride bıraktı.

Çıldırmış bir tüketim kültürünün şekillendirdiği hayat tarzı, maddî gelir düzeyini esas alan bir konut üretim ve edinim modelini de beraberinde getirdi.

Zengin-fakir herkesin yan yana yaşadığı, iyi ve kötü günde kader birliği yaptığı Osmanlı mahallesinin tarih oluşundan yaklaşık bir asır sonra, manevî bağlamdan kopuk bir başkalaşım süreci iyice pekişti.

İstanbul’da sağlıklı ve anlamlı bir kentsel dönüşüm gerçekleştirerek, şehri, içine düştüğü mekânsal ayrışma girdabından kurtarma amacıyla 2012 yılında yürürlüğe giren Kentsel Dönüşüm Kanunu yeni bir süreç başlattı.

Bu sürecin kodları neler olmalı?

İstanbul 2053 vizyonuna nasıl yürümeli?

İstanbul’u nasıl anlamalı, anlamlandırmalı ve geleceğe taşımalı?

Bu soruların cevabını bir sonraki yazıda bulmaya çalışacağız.

Kalın sağlıcakla.

YORUMLAR 1
  • Bir Dost 3 yıl önce Şikayet Et
    Güleni Şöyle Dursun Ağlayanı Bahtiyar İstanbul...
    Cevapla