Kiminle barış?
Kullanılacak kavramın ne anlama geldiği, sonucun nereye varacağı iyi düşünüldüğünde, kavram seçiminin önemi daha iyi anlaşılır.
"Barış süreci" mi demeliyiz bu yeni döneme? Kiminle barış? Nasıl bir barış? Barış sadece sözde mi kalacak yoksa hukuki/yasal bir zeminde mi gerçekleşecek? Barışın muhatabı kim? En fazla istismar edilen kavram barış, hiç iyi bir yankı oluşturmuyor, ne yazık ki. Barış, genellikle siyasî bir söylem olarak yanıltmıştır güç odaklarının hileli oyunlarında.
Türkiye'de barıştan söz ederken, bunları hesaba katmak durumundayız. Bu soruların yanıtı belli olmadan, en azından konu taraflarca bir idrak noktasında kendi gerçekliğinde tam algılanmadan, ülke yararına olacak bir siyasi ve toplumsal çözümün altyapısını hazırlamak kolay olmaz. Oysa sözü edilen türden bir kalıcı çözüme ihtiyacı var bu ülkenin. "Çözüm süreci" ifadesi, bu anlamda, daha nötr ve kabul edilebilir bir ifade biçimi olabilir.
Konunun bir de dış boyutu var.Türkiye'nin uluslararası krizlerden etkilenmediği, engellerle karşılaşmadığı, bir bakıma yalancı bahar yaşadığı/yaşatıldığı gibi düşünceler ileri sürülüyor. "Diğer ülkeler krizlerle boğuşurken, Türkiye nasıl bu kadar iyi durumda olabiliyor, bunun ardında dış güçler mi var acaba?" diye soruluyor.
Acaba Türkiye bir oyunun içine mi çekiliyor?
Böyle bir soruyu kendimize yöneltmek için gerekçelerimiz olduğununu düşünüyorsak, soruyu geri plana itmek doğru olmaz. Ancak ona makul bir yanıt bulduktan sonra, net fikirlerle yaklaşabiliriz konuya.
Meseleyi yalnızca son dönemdeki gelişmeler çerçevesinde değil de AK Parti iktidarının başladığı 2002 yılından itibaren incelersek, daha doğru tespitlerde bulunuruz. Bu dönemde uluslararası konjonktür AK Parti gibi İslamî gelenekten gelen ama kendini merkeze doğru konumlandıran bir siyasî iktidarı destekleyici özellikteydi. Batı ve İslam dünyası arasında geçişkenliği sağlayıcı konumuyla Türkiye, her iki taraf için mutedil bir İslam ülkesi örneği oluşturuyordu. Başbakan Erdoğan bu dönemin koşullarını iyi değerlendirmiştir. Türkiye'nin de yararına olacak şekilde.
İçinde bulunduğumuz dönemdeki koşullar ise, özellikle Ortadoğu'daki gelişmeler ve Kürt sorunuyla ilgili olarak daha farklı durumlar içeriyor. Buna geçen haftaki yazıda kısmen değinmiştik.
Çözüm süreci bağlamında konuya eğildiğimizde, bir ikna etme ve edilme sorunuyla karşılaşırız. Kişisel algı ve fikir boyutunda ikna görevi düşüyor belki her birimize. Söz ve davranışımızın karşı tarafta güven oluşturması ve etkin olması buna bağlı. Bu aşamalardan geçen söze, öneriye itibar edilir, edilmesi gerekir.
Mutabakat (Batılı moda kavramla: konsensüs), toplumdaki farklı gruplar arasında aranmaz sadece; asıl mutabakat, kişinin düşünce ve duygu dünyası ile zahiri davranışı ve sözleri arasındaki uyumda görülür. Burada aranmalıdır. Eğer burada mutabakat yani uyumluluk yok ise, söz ve davranış sahtedir. İnsanları sahteciliğe ve yalana sevk eden her türlü ortam, iyi çözüm üretmek için yeterince elverişli koşullara sahip değildir.
Söz konusu ortam ve koşullar, siyasî iradenin önerdiği çözüme bir kesimin tam destek vermesini ya da tümüyle karşı çıkmasını kolaylaştırıcı nitelikte olabilir. Böylesi toptancı ve kamplaştırıcı tercih ve uygulamalar ülkeye fayda getirmez. Bu bir kültür meselesidir, aynı zamanda. Esas sorun oradadır.
Bir başka yöntem, toplumun farklı kesimlerini temsil etmesi amacıyla belirlenen kişilerin katılımıyla toplumsal mutabakat arayışıdır. Ne var ki, bu yöntem, yukarıda ifade edilen düşünce-eylem uyumunun ihmal edilmesi ya da her fikrin en sivri/yandaş temsilcilerinin bir araya getirilmesi halinde, gerçek anlamda bir toplumsal mutabakat için asgari müşterek zemini oluşumuna izin vermez.
Diğer yandan, bir merkez tarafından belirlenen "akil insanlar", sorunun çok boyutluluğu ve tarafları dikkate alındığında, çözüm önerisi ve yol göstericilik itibariyle temsil yeteneğinden yoksun olur. Hükümetin belirlediği "akil insanlar", diğer muhalefet partileri bir yana, kendini mevcut süreçte iki ana taraftan biri olarak gören BDP'lilerce de kabul edilmiyorsa, Başbakan Erdoğan'ın üstlendiği riskli görevin ağırlığı daha kolay anlaşılır. Halbuki, sözü edilen görevin (riskler bertaraf edilerek) başarıyla neticelendirilmesi, Türkiye'nin içeride ve dışarıda alternatif güç unsurlarını besleyecek ve onu sağlam bir konuma yerleştirecektir.
Risklerden biri, bu süreçteki belirsizliktir. İmralı'dan şu an için devleti zor durumda bırakacak ve kamuoyunun da tepkisine sebep olacak bir talep gelmezken, PKK'nın Kandil ayağı teröristlerin çekilmesini "Kürt sorununun demokratik siyasal çözümünün bir parçası" olarak değerlendiriyor.
Bu sözü edilen çözümün içeriğinde nelerin olduğu, nelerin olabileceği ya da olamayacağı konusu henüz gündeme gelmemiştir. Akil insanların bu konuda kendi aralarında konuşup tartışarak bir sonuca varmaları mümkün olacak mı? Buna yetkileri var mı? Olsa bile, bu taraflarca ne ölçüde kabul edilecek? Bunlar bilinmiyor.
Bir diğer risk ise siyasî iradede teröristlerin kendiliğinden çekilip gitmeleri yönünde bir beklentinin olması, ama böyle bir beklentinin herhangi bir idarî ya da hukukî düzenleme olmadan gerçekleşmeme olasılığıdır. Öyle olacağı da anlaşılıyor. Bu durum, bütün planları bozabilir.
Yeni koşullar, yeni değerlendirmeleri gerektirir.Önceki yıllarda PKK militanlarının sınır aşarak gelip gitmeleri olağandı, terörist faaliyetler de zaten böyle yürütülüyordu. Şimdi bunların geri dönmemek üzere sınırın öte yakasına geçmelerine göz yumulması, hangi garantiyle olacak? Onların bundan kazancı sadece serbest geçişlerine izin verilmesi mi? Bu onlar için bir anlam ifade etmez, dün de yapıyorlardı bunu. Amaç, "Kürt sorununa demokratik çözüm" için kapı aralamaktır. Bunun gerçekleşmemesi durumunda, teröristlerin sınırdan, dün olduğu gibi, yeniden Türkiye topraklarına sızmayacaklarını kim garanti edebilir?
İşte bu yeni durumlarla ilgili siyasî ve hukukî yeniliğin göze alınmaması da ayrı bir risk unsurunu oluşturur. Büyük hedefler konularak başlatılan iş yarıda kalabilir, üstelik zarar da verebilir ülkeye. "Akil insanlar"ın, bu bakımdan da, sürecin şeklen yürütülmesine yönelik olarak değil, sorunun tespiti ve çözüm içeriğine katkı sağlayıcı kişiler olarak devreye girmeleri bir anlam ifade edebilir.
İbrahim S. Canbolat
icanbol@hotmail.com
-
ALAİ KOC 12 yıl önce Şikayet EtKÜRDÜN SORUNU NEYDİ?. Birisi de bunu açıklasa da öğrensek..sorun falan yoktu ortada.Herşeyi yapabiliyorlardı.İstemedikleri türk kelimesi..bayrak vs gibi terimlerdi.O da kalkıyor kısmetse..Geriye ne kaldı?Tapu dairesine gitmek...KOLAY GELSİN.............Beğen Toplam 2 beğeni
-
ertan korkmaz 12 yıl önce Şikayet Etakil'ler kanaat önderi değil.. Çözüm süreci içerisinde yer alacak olan AKİL'lerin toplum tarafından ne ölçüde kabul göreceği ve bu sürecin işleyişinin ne kadar içerisinde oldukları çok önemli.Çünkü bunlar kanaat önderi değil sadece akil'ler.Bu süreç inşallah iyi sonuç verir ama bu süreç için barış kelimesi hiç yakışmıyor.çözüm ve ortak paydalar içerisinde TÜRKİYE'halkları olarak yaşamak için atılan adımlar silsilesi desek daha doğru.Beğen Toplam 3 beğeni
-
İsmetlim 12 yıl önce Şikayet EtRisk her zaman olacak,önemli olan farkındalıkla hareket etmektir.vazgeçmek değil.. Çözüm sürecinin ilk hedefi; yıllarca tahrik edilmiş,bir şekilde kandırılmış kürtlerin, içinde bulundukları handikapları aşarak teröristlerle aralarını açmalarını sağlamaktır.Yoksa teröristlere kucak açmak değildir.Teröristlere bir fırsat tanınıyor,kullanırlarsa ne ala,değilse artık şu çok iyi bilinecek ki;Yapılabilecek her şey yapılmıştır.Buna rağmen kirli emellerini devam ettirmek isteyenler de en yakınlarından bile destek göremeyecekler ve sadece uzaktan kumanda edenlerin emirleri durumlarını belirleyecektir.Dolayısıyla devlet ve güvenlik güçleri çok daha rahat bir şekilde üzerine düşeni yerine getirecektir.Eskiden olduğu gibi güvenlik güçleri ve istihbarat içinde de çatlaklar olmayacağı için başarıya ulaşmak çok daha kolay olacaktır.Riskler olabilir,ama onu görerek ve tedbirleri alarak yola devam etmek inşallah hayırlı neticeye ulaştırır.Beğen Toplam 5 beğeni
-
kenan elli 12 yıl önce Şikayet Etsulhu hedefleyen çözüm süreci... yaşanan sürecin mayası iyi niyet temeline dayanıyor. süreç riski içinde barındırmaktadır aynı zamanda. sürecin safhaları ile ilgili farklı bakış açıları ile değerlendirmeler doğru olmakla birlikte, konuya pozitif bakışı kıran yaklaşımlardan da kaçınmak gerekir. süreçte barış ifadesi ise bir taraflı kazanım algısı vererek diğer tarafı tahrik içerir. barış ifadesi, geçmiş yıllardaki kullanım içeriği ve tek taraflı kullanımı nedeni ile, ideolojik ve tarafgirli bir algı taşıyor ülkemizde. sulh ifadesi ise, tüm tarafları ile kazanım algısı bırakan, kapsayıcı ve yapıcı bir ifade. daha da ötesi insan fıtratına uygun ve tarafların mutluluğu ile sonuçlanan ilahi kaynaklı bir yöntem. barış süreci ifadesi yerine sulhu hedefleyen çözüm süreci ifadesi tercih edilmeli..Beğen Toplam 3 beğeni
-
Şevket Özsoy 12 yıl önce Şikayet EtAKİL YAZI. Akil Adamlar(?)ın okuması gereken AKILLI BİR YAZIBeğen Toplam 2 beğeni