Prof. İbrahim S. Canbolat
Prof. İbrahim S. Canbolat
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Türkiye'de toplum ve siyaset bağışıklığı

GİRİŞ 18.07.2013 GÜNCELLEME 18.07.2013 YAZARLAR

Bütçe açığının azaldığı, istihdam kapasitesinin artarak işsizlik oranının düştüğü bir dönemde ülkenin ekonomik ve toplumsal refahı ile birlikte siyasî istikrarı için de uygun bir zemin oluşmuş sayılmaz mı?

İstatistik güç/kudret değildir

Normal mantık böyle bir gelişmenin mümkün olabileceğini, hatta engellenemez bir sonuç olarak ortaya çıkacağını söyler. Ne var ki, siyasî hesaplar ve beklentiler bunun her zaman öyle olamayacağını gösteriyor. İstatistik bir durum tespiti verisidir, ama bu tek başına ülkede güç/kudret anlamına gelmez. Siyasî iradeye güç/kudret yolunu açabilir, ama çoğu zaman engelleyicileri de olur bunun.

Kara propaganda

Realpolitik açıdan bakıldığında, siyasî başarının mutlaka ülkedeki ekonomik başarı ile ilişkilendirilmesi gerekmez, o karşı tarafın çıkar ve tehdit algılamasına bağlı değer yargısı ile ilintili bir durumdur. Eğer hükümet (siyasî irade) söz konusu çıkar ve tehdit algılaması açısından zararlı görülüyorsa, onun ekonomik ve toplumsal fayda itibariyle ülkeye sağladığı olanaklar göz ardı edilir. Bununla da yetinilmeyerek, hükümete karşı kara propaganda aracılığıyla itham ve suçlama yoluna gidilir.

Türkiye'de son zamanlarda gözlemlenen alenî bir durum olarak böyle bir gerçeklik etkili oluyor. Siyasî otoritenin bu reel durumu fark edip ona göre tavır alması bir mecburiyet haline gelmiştir. İki taraflı/boyutlu bir ülke gerçekliğine tanık oluyoruz.

Sıfır toplamlı strateji değil, dengeli siyaset

Nihaî başarı, bu gerçekliğin siyasî karar alma sürecinde dikkate alınıp gereğinin ifa edilmesi sayesinde kendini gösterebilir. Bu ise sıfır toplamlı bir ideal strateji tercihiyle değil, toplumun tamamına yönelik dengeli bir siyaset marifetiyle mümkün olur. Tabii ki bu yöntemin riskleri de vardır. Zaten riski göze almadan başarılı bir siyaset yürütmek hiç kolay olmayacaktır.

Türkiye'de Gezi eylemleriyle başlayıp farklı mecralara taşarak gelişen olayların gerekçesi, ekonomik sorunlar ya da hayat pahalılığı olarak açıklanmamıştır. Protestolar, daha genel ve zor tanımlanabilir bir akıl yürütmeyle, hükümete ve özellikle de Başbakan Erdoğan' a karşıdır. Belki de AK Parti iktidarıyla oluşan güç pozisyonundan bazı çevrelerin duyduğu rahatsızlık, giderek hangi hedefe yönelik olduğu açıklanamayan gösteri eylemlerini beraberinde getirmiştir.

Sorunun iki yüzü

Bu, sorunun yerel ve tepkisel yüzüdür. Bir de uluslararası ve planlı yüzü vardır. Burada Türkiye'nin çevresel güç/kudret potansiyelinden duyulan endişenin bozguncu etkisi üzerinde iyi düşünmek zorundayız.

Uluslararası çıkar odakları ve bunların bölgesel köprübaşları, Türkiye'nin gücünün kırılması için içeride neye karşı olduğu pek belli olmayan bir savaşım başlatılmasına yönelik planları desteklemektedir.

Sosyolojik ve kültürel doku

Bu yüzden, Türkiye içerisinde yaygın bir toplumsal muhalefet hareketinin, muhalif tavrın oluşması, yukarıda sözünü ettiğimiz uluslararası çıkar odağının işine gelir. Bunlar Türkiye'de deneniyor. Ama ülke açısından memnuniyet verici bir biçimde gözlemliyoruz ki, bu topraklar üzerinde, her şeye rağmen, tehlikeli denemeleri boşa çıkartacak bir sosyolojik ve kültürel doku mevcuttur. Bu sayede siyaset, toplum ve güvenlik birimleri nezdinde bir bağışıklık kazancından söz etmek mümkündür.

Bir tür hedefsiz kalkışma denemesi karşısında, yukarıda sözünü ettiğimiz üç birimden her biri artık kriz durumlarındaki davranış konusunda tecrübelidir.

Özellikle de bölgede Mısır örneğinde tespit edilen siyaset ve toplum düzeyindeki bağışıklık zafiyeti ile karşılaştırıldığında, Türkiye'nin demokratik teamül ve kuvvetler ayrılığı ilkesi itibariyle daha iyi bir konumda olduğu görülür. Dünya da görür bunu. Hoş, Batı'nın mutlaka demokrasiden yana bir tutum içerisinde olmadığı, sözü ile eyleminin birbiriyle çeliştiği biliniyor artık. Mısır bu bakımdan bir test hükmündedir.

Buradan Türkiye için iki sonuç çıkarmamız mümkün: Birincisi, demokrasi söylemiyle halk iradesinin tecellisi için yürürken Batıya güvenin olmayacağıdır. Burada gerekli olan, ülkenin öz kaynaklarının geliştirilmesidir.

İkincisi, toplum ve siyaset bağışıklığının görünür kılınması yolunda ilerlerken ülkeyi kamplaştırıcı ve ayrıştırıcı söylem ya da davranıştan uzak durma zorunluluğudur. Buna hiç ihtiyacı olmayanların başında hükümet çevreleri gelir. Marjinal muhalif hareket yakıp yıkmayı tercih etse de, bunları hedefe koymaya gerek yoktur. Halk zaten görüyor olup bitenleri.

Örneğin Taksim esnafı eylemlerden dolayı maruz kaldığı zarar-ziyan büyük olmasına rağmen, sabırlı bir duruş sergilemiş, ama ısrarlı biçimde protestoyu gündemde tutma taktiğine karşı da gerekli tavrı göstermiştir. Herhangi bir hedef olmaksızın birden bire başlatılan gösteriler esnasında işyeri tahrip edilen ve çoluk çocuğuna ekmek götüremeyecek duruma gelen esnafın güvenliğinin ve haklarının korunması, tabii ki, devletin görevidir.

Oyunu bozmak

Devlet bir yandan eylemcilere karşı serinkanlı ve zararsız bir etkisizleştirme uygulaması, diğer yandan ise vatandaşların özgürlük ve güvenlik haklarının garantisi amacıyla muhtelif önlemler almak zorundadır. Bu arada dikkat edilmesi gereken husus, toplumda çeşitli kesimler arasında ötekileştirici ve belirli kimlik/aidiyet hissi etrafında taraflaştırıcı eğilimlerin önlenmesidir.

İçeride bağışıklık sistemi güçlü bir Türkiye; Mısır, Gazze,  Suriye ve Irak ile ilgili olarak da uluslararası çıkar odaklarının oyununu bozabilir. Yeter ki, kendisi, daha doğrusu, toplum ve siyaset, oyuna gelmesin.

icanbol@hotmail.com
twitter/icanbol

YORUMLAR 2
  • İsmetlim 12 yıl önce Şikayet Et
    Dün ve bu gün arasındaki farkı tek başına gezi parkı olayları anlatmaktadır.. Mısır'ın yaşadıklarını Türkiye geçmişte ve yakın tarihte yaşadı.Bu gün gezi parkı protestolarıyla provalarının yapıldığı aynı senaryolar,içeride güç ve destek bulamayınca daha önce alınan neticeyi alamadı.Çünkü;bu günkü iktidarın sağlam ve sabırlı duruşu içerideki bu olaylara destek olacak,durumdan vazife çıkaracak odakları pasifize etmiştir.Aslında bu bile başlı başına tek başına olağanüstü bir durumdur.İşte yazıda altı çizilen" sosyolojik ve kültürel doku " bu sağlam ve dirayetli duruşla elde edilmiştir.Bu kazanımın kaybedilmemesi için ortaya konulan öneri ve tavsiyelerin dikkate alınması gerekir.Ama bunu toplumun her kesimi ve muhalefetin de içine sindirerek gereğini yapması gerekir.sadece iktidarın hareket tanımlamasını yaparak ondan beklentilerimizi sıralarken,muhalefetin sadece Erdoğan gitsin de ne olursa olsun mantığını unutmamamız gerekir.Malesef muhalefetin manzarası budur.
    Cevapla
  • ertan korkmaz 12 yıl önce Şikayet Et
    toplumu ayakta tutan kültürüdür.. Toplumun kamplaşması ,biz siz kavgası ,siyasetçilerin üstün gayretiyle olmaktadır.Cumhurbaşkanı için bir taraf balkabağı,bir başka taraf başka partinin genel başkanına kuluçkaya yatmış,o tarafta bu sözü ifade edene ağzındaki lağım kapağı gibi ifadeler kullanıyor ve bunlar bizleri temsil ediyorlar.yazık.Gerçekten hala kültürünü yaşatan bir toplumuz ki sadece izliyor ve kınıyoruz.Söz düellosu için ayırdıkları zamanı yeni anayasa için ayırsınlar vede mücadelelerini orada daha iyi anayasa yazımı için harcasınlar.
    Cevapla