Prof. İbrahim S. Canbolat
Prof. İbrahim S. Canbolat
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Türkiye'nin eylemsizliği

GİRİŞ 29.08.2013 GÜNCELLEME 29.08.2013 YAZARLAR

Bu gerçekliğin Türkiye ve bölge ülkeleri için neyi ifade ettiği kadar, küresel siyaset açısından ne anlama geldiği de çok önemlidir. Önce Türkiye ile ilgili gözlemlerden yola çıkarak, konuyu iç bütünlüğü ve çelişkileriyle, kavramaya çalışalım.

Bilindiği gibi, Türkiye, baştan beri Filistin, Suriye, Mısır olaylarıyla ilgili çok açık bir tavır sergileyerek, mazlum halkların baskıcı iktidarlara karşı verdikleri mücadeleyi desteklemiştir. Bu, insan hakları ve beklentiler itibariyle, doğru bir tavırdır. Ama gel gör ki, siyasetin koşullarına uygunluk açısından değerlendirildiğinde, daha farklı bir manzara çıkıyor karşınıza. Aynı zamanda bir ikilem ile karşılaşıyorsunuz.

Yanlış işleri, uygulamaları gördükçe, haksızlık karşısında susmayıp konuşmak... Konuştukça yalnızlaşmak... Bunun sonucu olarak da, birlikte hareket edilecek bir ortak bulunamadığı ve tek başına dış politika yürütülemeyeceği için, eylemsizleşmek...

Ahlâkîlik ve siyasî gereklilik

Demek ki, ahlâkî ilkelere uygun davranışla siyasetin gereklerine uygun tercih arasındaki farkı göz ardı etmemek gerekiyor. Sizin dürüstlüğünüz ve haklılığınızdan çok, dünyanın sizi nasıl algıladığı önemlidir. Türkiye yürüdüğü yolda haklı olmasına rağmen, yalnız ve eylemsiz kalabiliyor, öyle olmuştur.

Ancak, burada Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun Batılı başkentler nezdinde sergilediği girişimleri ve bölge ülkeleriyle temas arayışını göz ardı etmemek gerekir. Bir iyi niyet girişimi ve çözüm arayışı anlamında, bunlar, tabii ki takdir edilecek çabalardır.

Bizim burada sözünü ettiğimiz eylem, başka bir şeydir. Ortaya koyulan hedef yönünde sonuç alma işidir. Bu ise uluslararası alanda yalnız gerçekleşmiyor.

Şimdilerde ABD ile bazı Avrupalı devletlerin önayak olduğu bir Suriye müdahalesinden söz ediliyor. Bu gelişme belki zahiren, Türkiye'nin iki yılı aşkın bir süreden beri her fırsatta kınadığı ve gitmesi gerektiğini savunduğu Beşar Esat'a karşı bir uluslararası koalisyonda Türkiye'nin de rol alarak, eylemsizlikten kurtulmasına zemin hazırlayacak gibi görünebilir. Ne var ki, Türkiye'den beklenen eylem bu ülkenin ve içinde bulunduğu coğrafyanın tarihsel ve kültürel dokusuyla uyumlu olmak zorundadır. Oysa şimdi gündeme gelen olası müdahale, öncelikle Batı'nın küresel ve bölgesel çıkar hesaplarına dayanıyor.

İki gerekçeli müdahale olasılığı

Buna rağmen, Türkiye'nin böyle bir müdahalede iki gerekçeyle yerini alması söz konusu olabilir. Birincisi, sorunun herhangi bir biçimde tarafı konumundaki bir bölge ülkesi olmasıdır. Örneğin, en az beş yüz bin insan bugün Suriye'den kaçarak Türkiye'ye sığınmıştır ve bunların da kendilerine özgü ekonomik ve sosyal sorunları bulunmaktadır. İkincisi, Türkiye Batı'nın bir müttefiki ve NATO üyesi olarak, Batılı bir operasyonda görev almak durumunda kalabilir.

Ama her iki halde de Türkiye'nin dile getirilen eylemsizliğine çözüm anlamında bir gelişmeden söz edemeyiz. Öyle bir gelişme ya da müdahale, Türkiye'nin uzun süreden beri Suriye, Mısır ve diğer Müslüman ülkelerde gözlemlenen şiddetli uyuşmazlık ve devlet katliamları konusunda açıkladığı ve izlemeye çalıştığı siyasetin bir başarısı olarak görülmez. Böyle olması arzu edilirdi, ama onun gerçekleşmesine uluslararası konjonktür ve Realpolitik izin vermiyor.

Peki, izin verilen nedir? Bu koşullar altında bile olsa, Türkiye'nin yukarıda değindiğimiz eylemsizliğine çare olabilecek bir katkısı mümkün müdür?

Türkiye, öz çıkar takibinde

İşte bu noktada siyaset devreye giriyor. Siyaset, yani iyi ve yararlı olanı bulma yolunda mümkün olabileni gerçekleştirme işi. Göreceli bir durum söz konusu. Takip ettiğiniz çıkar ya da fayda durumu sizin için ne kadar hayatî değerde ise, işiniz de o ölçüde zor demektir. Çünkü bu bir öz çıkar takibidir.

Buna karşılık, esnek söylemlere yer verilen tamamlayıcı çıkarlarda durum daha farklı olabilir. Burada uluslararası alanda kamuoyu desteği bulmak da pek zor olmayabilir. Küresel siyaset şimdi bunu yapmaya çalışıyor

Türkiye'nin güçlüğü, hem siyasî irade hem de halk nezdinde Ortadoğu sorunlarının öz çıkar derecesinde algılanması ve bunun gerçekleşme zorluğu ile açıklanabilir. Realpolitik ile yaşanılan zorluktur bu bir bakıma.

Oysa Batının böyle bir derdi yoktur. Örneğin, Amerikan Dışişleri Bakanı Kerry, ABD Başkanı Obama'nın "dünyanın en zayıf insanları üzerinde dünyanın en korkunç silahını kullananların hesap vermesi" gerektiğine inandığını söylerken, aslında, uluslararası topluma da etkili bir mesaj yollamış oluyor. Bunun küresel siyasetin, hatta normal dış politikanın gereği olduğuna dair genel bir kanaat hâkimdir uluslararası ilişkilerde.

Bugünlerde, Amerikan dış politikasının neredeyse yarım yüzyıldır teori ve pratiğinde katkısı bulunan Zbigniew Brzezinski'nin de özellikle kimyasal saldırılara karşılık verilmesi hakkındaki görüşlerine rastlıyoruz internet metinlerinde. Bu tesadüf değildir, bir siyaset geliştirme anlamında düşünülebilir.

Brzezinski, herşeye rağmen, kimyasal saldırıya bir karşılık verilmesini ve bunun geniş kapsamlı bir stratejik planlamayı zorunlu kıldığını belirtiyor. Zaten Suriye'nin kimyasal silah kullandığı tespit edildikten sonra uluslararası toplumun, tabii ki başta ABD ve Batı'nın sessiz kalması düşünülemezdi.

Bir kimyasal saldırıya karşı müdahaleyi meşru kılacak hukukî temel olarak gösterilebilecek 1993 tarihli Kimyasal Silah Sözleşmesi (CWC) kimyasal silahların üretimini, depolanmasını ve kullanımını yasaklamaktadır. Bu silahın Suriye'de kim ya da kimler tarafından kullanıldığının önemi yoktur, açık ve yakın tehlikenin varlığı sabit olmuştur. Devletin bu işte parmağı varsa zaten suçludur, yok ise bu defa yönetim zaafiyeti söz konusu demektir. Her hâlükârda müdahale için hem hukukî hem de siyasî gerekçe oluşmuş sayılmaktadır.

Bu aşamada durumdan vazife çıkaracak olanlar, küresel siyaset aktörleridir. Bunlar için fırsat zamanıdır. Ama Türkiye için bunun tam tersi geçerlidir. Haklı olduğu çıkışları esnasında yalnız kalan Türkiye, şimdi ister istemez müttefiklerle olaya müdahale sürecinde bu yalnızlığı bir kenara bırakmak durumunda kalacaktır.

Uluslararası ilişkilerde yalnız(cı)lık, iki tip devlet için anlamlıdır: Ya çok küçük ve önemsiz, ya da çok güçlü devletler yalnızcılık politikası izleyebilir ve bundan kendilerince fayda sağlayabilirler. Türkiye gibi farklı beklentileri olan ve kendisinden beklentide bulunanların olduğu bir bölge gücü için yalnız(cı)lık, kazançtan çok kayıp potansiyeli içerir.

Hoş zaten Türkiye böyle bir stratejik tercih belirlemiş değildir. Türkiye'nin yalnızlığı ve eylemsizliği, dış faktörlerden doğan bir konjonktürel durumdur. Burada önemli olan, bu durumun ya da tersinin bedelinin ne getirip götüreceğidir. Şimdi bunun test edilmekte olduğu bir süreçteyiz. Kazanç ya da kayıp Türkiye'de herkesi bir biçimde etkileyecektir. Sorumluluk, bir ortak ödev hükmündedir.

Prof. Dr. İbrahim Canbolat - Haber 7

icanbol@hotmail.com
@icanbol

YORUMLAR 3
  • İsmetlim 12 yıl önce Şikayet Et
    Öncelikle Esed'i durdurmak gerek 2. ....Türkiye'nin tek başına neticeyi değiştirecek bir eylem göstermesinin de hem imkan,hem stratejik ve hem de dünya politikaları yönünden ne denli sağlıklı olacağı düşünülmelidir.Türkiye müdahale sonrası B planı üzerinde de çalışmasını sürdürüyor.Zira Türkiye açısından Esed'in gitmesi kadar sonrası da önemlidir.
    Cevapla
  • İsmetlim 12 yıl önce Şikayet Et
    Öncelikle Esed'i durdurmak gerek 1. Türkiye mevcut imkan ve stratejik hesapları istikametinde bir politika yürütmelidir,bunu da yapıyor.Yalnızlaşan bir Türkiye'den bahsediliyordu,ama şimdi ABD ve AB ülkeleri Türkiye'nin bulunduğu noktaya geldi.Bu müdahale sürecinin perde arkasında hangi düşünce yatar ne vardır,bu aşamada bunu gözardı edebiliriz.Zaten her gün insan öldürülüyor.önemli olan mevcut katliamın durdurulmasıdır.Müdahalede siviller de ölecek kaygısını öne sürerek girişimin yanlış olduğunu düşünenler biraz insaf etsinler de şimdiki günlük zayiatlara baksınlar.Artık istenilen noktalar etrafa zarar vermeden imha edilebilmektedir.....
    Cevapla
  • ertan korkmaz 12 yıl önce Şikayet Et
    Vay ki vay. 3 gün önce başbakan yardımcısı sn.Numan KURTULMUŞ katıldığı bir televizyon programında 2013 Şubat'ında bir ülkede çok önemli lider ve siyasetçilerin olduğu toplantıya gittiğini ve konusunun da Arap Baharı olduğunu söyledi.Ama tarafımca en acısı ise, Bu ülkelerin bu akımın birinci adımı için planlarının olduğunu ama sonrasına dair hiç planlarının olmadığını gördüğünü söylemesiydi.Yani anladığım istediklerine bahar,istediklerine gezi istediklerine saldırı yaptırıyorlar.Ve biz insanlar öldürülmesin diye başka ülkelerle savaşa hazırlanıyoruz insanlar öldürmek için.Vay ki vay.
    Cevapla