Prof. İbrahim S. Canbolat
Prof. İbrahim S. Canbolat
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

AB, AKP, gerçek, geçmiş ve gelecek

GİRİŞ 17.03.2011 GÜNCELLEME 17.03.2011 YAZARLAR

      Geçen haftaki yazımızın son cümlesinde, her insanın kendi zihninde kurduğu dünya ölçeğinde bir sınanmadan geçtiğini ifade etmiştik. Karşınızdakinin söylediği, sizin zihninizdeki bilgi ve tahayyül ile uyumlu bir algılama düzeyinde karşılık bulur. Bugünkü yazımızın başlığında da görülebilir bu. Kimseyi yanıltmak istemiyoruz. Başlığı okuyup da yanılan olursa, bu bilginin farklı yorumlanmasındandır.

     Herkesin kendini, bilgisi ve dünyadaki hadiselere bu bilgi açısından bakıp yorum getirmesi itibarıyla,  bir iç muhasebeye çekmesini öneriyoruz. Bu, çevrede gözlemlenen “bildik” olgular ve insanî temayüller hakkında yeniden düşünmek demektir.

      İlim ile bilgi aynı şey değildir. İnsanın, bilmediğini bilmesi veya bilme yolunda irade göstermesi, ilim yolunda atılmış ilk adım sayılır. Hayata dair basit ve olağan bir bilgiyi ilim yerine koymak, insanın yanılgısıdır. İnsanların zihin dünyaları, aynı zamanda onların yanılgılarıyla da şekillenir.

       Yukarıda değinilen konunun dışında şimdilerde bir de Avrupa Birliği (ve Türkiye) hakkında bir bilgi çözümlemesine tanık oluyoruz. Prof. Yusuf Halaçoğlu’nun bir konferansta, “hammadde stoklarını ve merkezlerini kaybeden Avrupa Birliği’nin gelecek on yıl içerisinde çökeceği”ni söylediği haber verildi. “Bunu bir tarihçi olarak söylüyorum”, dediği vurgulandı. Haberin içeriği ve bununla ilgili yankılar dikkate alındığında, bunun daha çok bireysel ve ulusal tepkiyle bağlantılı bir çözümleme ya da değerlendirme olduğu anlaşılır. Prof. Halaçoğlu iyi bir tarihçidir. Avrupa Birliği’nin geleceğiyle ilgili dile getirilen görüşü aynen savunup savunmadığını bilmiyoruz.  Ama hemen ifade edelim ki, o görüş isabetli değildir, yanlış bir tahmindir.  

     Niçin?  Çünkü burada birçok şey birbirine karıştırılmakta, bundan dolayı da gerçekliğin tam anlamıyla kavranılması mümkün olmamaktadır. Bir olgunun kendi gerçekliği, ancak o olguya yönelik şahsî/ulusal değer yargılarından bağımsız biçimde araştırıldığı takdirde, bir anlam ifade eder. Ama biz söz konusu olguyu kendi çıkar algılamamızın etkisiyle, onun doğal gerçekliğini göz ardı ederek anlamaya ve anlatmaya çalışırsak,  her şeyden önce, yanılmış oluruz. Aynı zamanda başkalarını da yanıltırız. Son zamanlarda Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye bakışı, hatta baştan beri Türkiye’yi oyalayıcı tavrı sebebiyle bizim bu Avrupa Bütünleşmesi (AB) hakkında kendimize göre bir kanaat edinmemiz, onu eleştirmemiz normaldir. Bunu yapmalıyız da. Bu, Türkiye ile ilişkili olarak, Avrupa Birliği gerçekliğinin bir boyutu olabilir.

Avrupa Birliği gerçekliği bu değildir

       Ama esas Avrupa Birliği gerçekliği bu değildir. Onu kendi tarihsel, siyasî ve kültürel arka planıyla düşünmek ve öyle değerlendirmek durumundayız. Bugünkü Avrupa Birliği, dünyadaki en tahrip edici siyasî ve dinî savaşlara sahne olmuş bir coğrafyada muhtelif düşünürler tarafından önerilmiş, fikrî planda en az üç yüz yıllık bir barış ve istikrar modelinin hayata geçirilmiş hâlidir.

     Avrupa’da siyasî parçalanmışlığın yol açtığı savaşlar ve istikrarsızlık 16. yüzyıldan sonra keşfedilen, ulusal güç ve çıkar artırımına odaklı Siyasal Gerçeklik (Realpolitik) aracılığıyla dizginlenmeye çalışılmış, Güç Dengesi Sistemi devreye sokulmuştu. Ne var ki bu uygulama ancak nispî bir sükûnet getirmiş, bir müddet sonra Avrupa devletleri arasında tekrar büyük savaşlar görülmüştür. Örneğin stratejik bir bölge olan Ruhr havzası, Elsas Loren, Almanya ve Fransa arasında 1871 ve 1918 yıllarında  yıkıcı savaşlarla el değiştirmiş, İkinci Dünya Savaşı’nda ise tekrar Almanların eline geçmiştir. Bütün bunlar, Avrupa’da hâkim olan klasik güç dengesi sisteminden kaynaklanıyordu. İkinci büyük savaşı da yaşayan Avrupa, artık savaşları devre dışı bırakacak, kalıcı bir barış ve güvenlik modeli arayışına girmişti.  İşte bu anlamda, Emeric Cruce, Saint Simon, J.J. Rousseau gibi düşünürlerin 17. yüzyıldan itibaren dile getirdikleri Avrupa Birliği modelini uygulamaya yönelik olarak, 1951’de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun temeli atılmıştır.

       Şimdiki Avrupa Birliği’nin nüvesi hükmündeki bu oluşum, bir Üst Otorite’ye ulusal egemenlik devrini öngörüyordu. Bu model, özellikle David Easton’un siyaset tanımı (:değerlerin belirli bir otorite tarafından bütün topluluk için bağlayıcı biçimde dağıtılması)  esas alındığında, bir uluslarüstü siyasal sistem olarak belirir. Avrupa Birliği bu anlamda hem bir siyasal sistem hem de bir güvenlik sistemidir.[*] Aynı zamanda ekonomik ve sosyal birlik olarak tek Pazar, tek yurttaşlık, tek para uygulamasıyla üye ülkelerin sosyal ve ekonomik refah düzeylerini geliştirmeyi, gündelik hayatta ulusal bürokrasiyi kaldırarak Topluluk bünyesinde kişilerle hizmetlerin serbest dolaşımı yoluyla hukukî ve fiilî bir müktesebat (kazanım) oluşumunu hedefliyordu.

    Altmış yıllık bir geçmişi olan Avrupa Birliği, bu hedefleri gerçekleştirmiştir. Müktesebat konularından olmak üzere, burasının “özgürlük, güvenlik ve adalet alanı” olarak görülmesi, yurttaşların “iyi yönetilme hakkı”, gıda güvenliği, tüketicinin ve sağlığın korunması gibi hayatî önemi haiz konularda sistemin değer dağıtımı yapması, yani siyaset icra etmesi; bir yandan üye ülkelerin güvenliğine olumlu etkide bulunurken, diğer yandan da vatandaşların belirli bir refah düzeyine alışmalarını sağlıyor.  Bu edinilmiş başarılı tecrübeden, ulaşılmış durumdan geriye dönüş mümkün değildir. Kimse istemez bunu.

       Bir bütünleşme süreci olan Avrupa Birliği’nde sürekli olarak halkın nabzı tutulur. Sistem değişimi buna göre gerçekleşir. Eurobarometer aracılığıyla AB vatandaşlarının aylık olarak her konuda görüşü tespit edilir. Bunlar AB siyasal sistemine talep ve destek girdisi olarak kabul edilir. Alınan kararların sistemin etkin çalışması için ne derecede isabetli olup olmadığı, bir feedback (geribildirim) yoluyla ölçülür. Bütün bu süreçlerde AB vatandaşları çok önemli bir rol oynar. Sadece üye ülkelerin siyasî karar alıcıları değil, vatandaşlar ve bir kurum olarak AB siyasal sistemi etkilidir burada.

Avrupa Birliği budur

      Her konuda olduğu gibi hammadde gereksinimi ile ilgili ortak politikalar vardır. 1975 yılından itibaren Lomé Antlaşması ile AKP (Afrika, Karayipler ve Pasifik) ülkeleriyle hammadde teminine yönelik özel ilişkiler geliştirilmektedir. Kaldı ki Avrupa Birliği, hammadde ve enerji stokları üzerine kurulmuş bir yapı değildir. Onun kuruluş amacı; ekonomik, siyasî ve sosyal bir doku oluşturarak, Avrupa’da sürekli/kalıcı barış ve güvenliğin tesis edilmesidir. Bunun için önce Avrupa’da söz konusu sistemin yerleşmesi, daha sonra ise, aşamalı olarak, üçüncü ülkelere yönelik ortak politikaların uygulanması gerekiyordu. Şimdilerde bu ikinci adımın gerçekleştirilmesine çalışılıyor. Bu yönde hukukî irade beyanı hükmünde belgeler ve antlaşmalar vardır. 1987 Avrupa Tek Senedi, 1992 Maastricht Antlaşması ile ortak bir dış politika ve güvenlik politikası için yöntem ve araçlar belirlenmiştir. En son 2009’da yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması, 1950’li yıllarda “ortak çıkar adına ulusal egemenlik ferâgati” mantığıyla başlatılan Avrupa entegrasyonunu zamanın koşullarına uygun biçimde devam ettirmek üzere hazırlanmıştır.

      Avrupa Birliği budur. Tedrici olarak, ama devlet ve yurttaşlarla ilgili her alanı kuşatacak şekilde bir bütünleşme tecrübesidir. Sözü edilen ferâgatin büyük ödülü ise refah ve güvenliktir. Buradan geri dönüşün mantığı yoktur. Çünkü insanlar belirli bir standarda ve refaha alışmışken, hayatı yeniden zorlaştırma yolunu seçmezler. Bu aynı zamanda tehlikeleri de beraberinde getirir. Düşünün ki, Almanya’dan kalkan bir kişi bir günde sekiz on AB ülkesini dolaşıyor, iş veya gezi için, hiçbir sınır polisiyle, bürokratik engelle karşılaşmıyor, istediği yerde işini kurmaya karar verebiliyor, üstelik dövize filan da ihtiyaç duymuyor, çünkü cebindeki para her ülkede geçiyor. İşte bu soruluyor AB yurttaşlarına. Avrupa Birliği sizin için iyi bir şey midir, değil midir?... Hem de belirli aralıklarla, sürekli olarak. Ve  1950’li yıllardan bu yana AB yurttaşlarının büyük çoğunluğu Avrupa Birliği’nin (Avrupa Topluluğu’nun) kendileri için iyi bir şey olduğunu ifade etmişlerdir. Son zamanlarda  ortak AB parası Avro ile ilgili bazı sorunlar gündeme gelmiş olsa da, bir süre önce  Almanya’da yapılan bir anket göstermiştir ki, Almanların yaklaşık yüzde 60’ı Avro’yu destekliyor. Avro’yu eleştirenler, istemeyenler de vardır tabii ki. Ama çoğunluk her zaman desteklemiştir. Çünkü o Avrupa Birliği siyasal sisteminin belkemiğini oluşturuyor.

       Ortak parayı kullanmayan üye devletler de vardır. Bunlardan bir kısmı henüz ekonomik koşulları yerine getirmeyen ülkelerdir. Bir de İngiltere örneğindeki gibi, AB sisteminin esneklik özelliğinden dolayı (ki bu sistemin dayanıklılık ve sürekliliğini sağlıyor) muafiyet durumu söz konusu olabiliyor. Kıta Avrupası’ndan farklı bir çıkar algılamasına sahip İngiltere, başlangıçta, ulusal egemenlik yetkilerinin ulusüstü bir kuruma devrini öngören bir bütünleşme modeline karşı çıkmış, ama Avrupa’nın geleceğinin bu istikamette olduğunu gördüğünden dolayı buraya katılmayı kendi çıkarları için isabetli görerek,  1973’de İrlanda ve Danimarka ile beraber üye olmuştur. Hem de İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth) denilen çok sayıda Üçüncü Dünya ülkesiyle özel ilişkiler içerisinde olduğu halde tercih etmiştir bu üyeliği. İngiltere’nin hâlâ kendi ulusal parasını kullanıyor olması, biraz da bu sözü edilen ülkelerle ilişkilerinden dolayı ona tanınan bir muafiyetin sonucudur. Esasen İngiltere de Avrupa Birliği’nin ortak para uygulamasını prensip olarak desteklemiştir.

         Avrupa’nın geçmişi, yukarıda anlatmaya çalıştığımız yeni bir siyaset tarzıyla “çeşitlilikte birlik”  modelinin keşfedilmesini zorunlu kılmıştır. Bunun geleceği için,  denizaşırı ülkeler ve topraklarla ilgili düzenleme yapma mecburiyeti de ortaya çıkmıştır. Bu husus Roma Antlaşması (madde 131-136) ile geleceğe yönelik bir hedef olarak ortaya konulmuştur. AKP ülkeleriyle hammadde ve pazar konularında özel antlaşmalar yapılması, özellikle Fransa ve İngiltere’nin sözü edilen ülkelerin bazılarıyla geliştirdikleri temsil ve vekâlet uygulaması, o bölgelerden Avrupa’ya büyük ölçüde hammadde transferini mümkün kılmaktadır.

        Avrupa Birliği ile ilgili varoluş ve gelecek konusunu, yukarıdaki bilgiler ışığında değerlendirmek daha yararlı olacaktır. Türkiye ile ilişkiler ise ayrı bir yazının konusu olabilir. Burada son olarak şunu belirtmemiz gerekir: Avrupa Birliği sisteminin kendince çok iyi bir refah ve güvenlik modeli olması ile Türkiye’ye bakış veya Türkiye’nin buraya üyeliği, duruma göre, birbirinden bağımsız konular olarak ele alınabilir.

Not: Bir saldırı sonucunda ağır yaralanan İbrahim Tatlıses’e âcil şifa diliyorum. Ses sanatçılığının yanı sıra, Türkiye’nin muhtelif yerlerinde kurduğu işyerlerinde binlerce ailenin rızkını kazanmasına vesile olan, sosyal sorumluluk sahibi kişiliğiyle de temayüz etmiş bir insandır. Sevenleri, sevmeyenleri olabilir. Hataları, sevapları da… Bunlar insana özgüdür.

Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat - Haber 7
icanbol@hotmail.com


[*] Bununla ilgili bkz. İbrahim S. Canbolat, Avrupa Birliği ve Türkiye. Uluslarüstü Sistemle Ortaklık, 5. baskı, Alfa Aktüel, 2011.

YORUMLAR 10 TÜMÜ
  • Kamil 14 yıl önce Şikayet Et
    10 yıl içinde olup olmayacağını bilmem ama. yakın bir zamanda çökeceği belli,bu bir kaç yılda olabilir 10 yıldan biraz daha fazlada olabilir,bu tarihi kesin olarak bilmek falcılığa girer,yine 10 yıl kimine göre uzun kimine göre kısa gelebilir,bunlar çok önemli değil asıl önemli olan yakın bir tarihte bu balayının sona ereceği gerçeği
    Cevapla
  • kenan elli 14 yıl önce Şikayet Et
    teoriden pratiğe AB gerçeği... Avrupa Birliğinin varoluşu ile ilgili teoriyi anlatan, bilgilendiren bir yazı. Günümüzde AB-türkiye ilişkisinde, ABnin türkiyeye haklı haksız yaklaşımları, türkiyenin ABye karşı duruşu konulu yazarında ayrı bir yazının konusu olarak işaret ettiği şekilde, AB pratiğini anlatan bir yazı beklentisi oluştu yazıyı okuyunca..teoriden pratiğe AB gerçeği. teoride yeralan idealin pratikteki örtüşümü?.. örtüşüyor mu? yoksa hepsi teoride mi?
    Cevapla
  • İsmetlim 14 yıl önce Şikayet Et
    Avrupa Birliği.... Avrupa Birliği olgusu ,kendi hiyarerşik silsilesi içerisinde bir anlam ifade edebilir.Bu Birliğin ortaya çıkış mantığı,tarihi seyri ve nihai konumu yazıda teferruatlı bir şekilde açıklanmış.Türkiyenin münasebetleri nasıl olmalı ?Gerçi bunu ayrı bir başlık altında değerlendirmek gerekir diyor yazar.Mevcut iktidarın izlediği politika bu konuda bize bir fikir vermektedir.Herşeye rağmen mi?Sen bilirsin mantığı mı.Bu keyfiyet gerçekten irdelenmeye değer bir konu...
    Cevapla
  • Tahsin YIGIT 14 yıl önce Şikayet Et
    Roma&amp8217nın fethi. Ancak nasıl ki hadîs-i şerîf muktezâsı olarak İstanbul&8217un fethi gerçekleştiyse, Roma&8217nın fethi de bir mûcize-i Peygamberî olarak mü&8217minlere müyesser olup muhakkak gerçekleşecektir. Bu fetih de, diğerleri gibi sadece takdîr edilmiş olan vaktini beklemektedir&8230
    Cevapla
  • enver 14 yıl önce Şikayet Et
    YORUMLARA BAK DA KOPMA :). arkadaşlar hoca dam demiş sizler kapı bu nasıl okuyup algılama.. hoca genel olarak ab nın varlığının uzun vadeli olacağından ve bunun nedeni ve arka planından bahsetmiş sizler ise meseleyi türkiye ab iliişkileri ekseninde yorumluyorsunuz hoca zaten belirtmiş onlar ayrı bir yazı konusu diye.. hele yokmu akpyi bizim akp olarak algılayan koptum valla. o akp afrika karayip ve pasifik ülkelerinin kısaltmasıdır. yorumum olsun yorum yapılmaz gerçekten biliyorsan. ilişkili olarak anlatırsın derdini.........
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle