Örümcek evi olmasın insanın dünyası
İyi isim yapmalısın kendine,
Ayırıp tanıyabilmelisin eşyaları da;
Bozarsın, daha fazlasını istersen, her şeyi.
Goethe
Modern toplumun ürettikleri ve değer yargıları, davranışlar ve ilişkiler itibarıyla dünyanın bir örümcek ağı haline geldiğini yerleştirdi zihinlere. İnsanlar ve ülkeler arasında yaygınlaşan ilişkiler/bağlar yoluyla şekillenen dünyanın mevcut hâli, etkileşimin gücüne işaret etmek üzere, örümcek ağı kavramıyla anlatılıyor. John Burton söz konusu kavramı uluslararası ilişkileri betimlemek için kullansa da, kimi zaman bireylerin dünya ile bağı da bir tür örümcek ağına benzetilir.
Daha doğrusu, kendine kendince bir ev edinen örümceğin durumuna düşmüş sayılır böylesi kişiler. Peki, kimdir bu örümcek ağına tutunanlar? Cezbeden tuzağa düşenler?…
Bunların kim olduğu önemli değil. Önemli olan, tercih ve davranışlarla kendini gösteren durumlardır. Sonuçtur. Ve bunun insan için, toplum için ne anlama geldiğidir.
Eşyayı ve varlığı tanımak…Varlık âlemindeki konumunu bilmek…Kendine “öğretilen”i bilmek… “Öğreten”i tanımak…Bunlar insandan beklenenler.
Ama bir de insanın tercihleri var.
İnsan… Hangi insan?
Dalâlette hevesince tanrılar yaratan…
Hırslarıyla acele sahte kârlar çoğaltan…
Verdiği sözü unutan, belâ’dan belâya düşen…
Ağa takılan, tuzağa düşen insan…
Hâlbuki tüm canlılar dünyasının en şereflisi olarak gelmişti dünyaya insan. Doğuştan günahkâr filan da değildi. Her doğan, en yüce iradenin merhametiyle tertemiz geliyor dünyaya. Thomas Hobbes, Machievelli, Carl Schmitt gibi Batı’nın Siyasal Gerçekçi teorisyenlerinin düşündüğünün aksine, insan doğası itibariyle külliyen kötü değildir. Kötü olan bireyin tercihleridir ki bu da zaten insanın dünya sınanmasıdır. İnsanın dünyasının bir örümcek evi olup olmaması da buna bağlıdır.
Dünyaya nasıl bir algılama ve bilinçle bakıyoruz?
Eğer insan belirli bir algılama ve bilinç düzeyinde bakabilirse dünyanın gelgitlerine,
onun için ne mâsiva vardır artık ne tanrılar,
ne de dost dudakları dilleri harlar
söze gergin bir yerleri sözle…
Bu hâl, ölmeden önce ölmenin hâlidir. Bozamaz hiçbir şey bu haldeki insanı. Hiçbir rüşvet karşılık görmez burada. Şeytan bile başka yollar aramaya başlar. Örümcekler ev yapamaz, tutunacak yer bulamaz böylesi çevrelerde.
Rüşvet, insanların zaaflarına hitap eder. Herkes her işte kendine göre bir rüşvete tevessül etme eğilimi ya da zaafı gösterebilir. Örneğin bir haber editörü ya da yazarı bile, haberin web yani ağ (!) üzerinden daha fazla okur tarafından tıklanılmasını sağlamak amacıyla, okurun merak duygusuna yönelik bir rüşvet başlığı tercih edebilir. Başlığın doğurduğu beklenti yazının içeriğiyle tam karşılanmıyorsa, burada bir zaafın kurbanı olunuyor demektir. Ama sadece editör/yazar değil, ilgili ilgisiz merak duygusunun seline kapılan okur için de geçerli bu. Bir anlamda burada da her iki tarafın gayretiyle inşa edilen bir örümcek evi çıkıyor karşımıza. Evlerin en çürüğü…
Bu türden evler kurmaya programlanmış örümceklerin topluma musallat olmasıdır en kötüsü de. Bunun da sorumlusu insandır. Kitlelerin amaçsız merak/ilgi sığlığında gemisini yürütmeye çalışan, “gemisini yürüten kaptan” sözünün bencilliğinde kimlikten yoksun toplum fertlerinin çoğalmasına önayak olan insan…
Hangi dünya menfaatıdır ki, ey insan, alır götürür seni seraplar diyarına?...
Dindiremezsin bu gidişle bu yolda alevleri
seraptan seraba taşan ruhundaki…
Önce ruhunun gereksinimlerini karşıla ki, açlığıyla ne var ne yok sömürmesin çevresinde. Açlığı ve tokluğu fark etsin. Öncelikle kendisine faydası olsun ki başkaları da fayda beklesin. “Kendisi himmete muhtaç bir dede, nerde kaldı gayriye himmet ede”. Dün söylenmiş olan söz, bugün de geçerlidir.
Söz, dilden gelir. Dil, gönül kapısıdır. Söz dile ihanet ederse, gönül evini yıkar. Bizim inanç dünyamızda doğruluk hâkimdir. Sadelik, açıklık, özü ve sözü bir olmak…Öğretildiği gibi dosdoğru olmak zorundadır insan. Dost edineceği kimseler de öyle.
Aksi halde, örümcek ağı gibi, görünüşte etkileyici ve esrarengiz, ama gerçekte “evlerin en çürüğü” sayılan bir ev /dünya kurmuş olur insan kendine.
Söz yerini bulmalı
Ah, ne kadar da çok konuşuyor insan…Ne kadar çok konuşuyoruz… Kellim kellim layenfa’ (konuş konuş faydasız) mı? Hayır. Böyle olmamalı. Söz yerini bulmalı. Hayata geçirilmeli. Eşyanın, hadiselerin lisan-ı hâl ile konuşmaları bile ibret almaya vesile olabilirken, insanın yapıp ettikleri ve sözleri berhava edilmemeli.
Bir söz duymuştum, “kıl beni ey namaz”, diyordu. Güzel bir sözdü. Ne ki, asıl maksadı iyi kavramak gerekliydi. Ne demek istiyordu bunu söyleyen? “Kıl beni”: et beni yani yoğur beni, istikamet ver bana… Benliğimi öyle bir potada erit ki, gündelik dünyevî beğenilerin, menfaatların cezbelerine kapılmasın.
Evet, “kıl beni ey namaz”, söze sâdık kıl!... Sözün özündeki vefaya sadakatten gafil olmamak için dirayetli kıl… Hitap ettiğim toplumun çoğunluğuna hoş görünme kaygısından beni uzak kıl…Hitabetimin ve sözümün kaynağına bağlı kıl… Beni gevşetmeden, bozulup pörsümeme ve sağa sola savrulmama izin vermeden, kararlı kıl. Mâsivaya bağlılıktan ve gafletten âzade kıl. Beni böyle kıl.
Gel gör ki, insanın kıldığı, kıldığını zannettiği namazlar vardır onu şeytana yoldaş eden…. “Veyl” derekesine yuvarlayan. Bırak bu namazları yüzsüz insan. Sen sahte kılma namazı, “dosdoğru” kıl ki, o da güvenilir kılsın seni. O kılsın karanlıklarda pür-sürur yüreğini. Sözü de iyi özümse ki, hâlin rüsvay etmesin halk içinde seni.
Örümcek evinde oturulmaz
Her şeye rağmen, umutsuz değiliz. Fazla şikâyetçi olmak gerekmiyor. Bazı işaretler, devinimler de görüyoruz çevremizde. Bu, mıknatıs-metal ilişkisi gibidir. Biri aranılıyorsa, ötekinin var olması şart. Değerli bir metali ancak mıknatıs çeker. Mıknatısın işlev görmesi de metalin varlığına bağlıdır, metal yoksa mıknatıs iş yapamaz. Kâğıdı çekemez.
Yazar-okur ilişkisi de böyledir. Geçen hafta Haber 7 sitesindeki bazı teknik sorunlardan dolayı, belki orada yorum yazma olanağı bulamadıkları için, çok sayıda okuyucudan e-posta adresime ileti geldi. Hepsi de seviyeli, beklenti ve görüşler de içeren mesajlardı. Gönderenlerin tümüne buradan teşekkür ediyorum. Her birine ayrıca yanıt verememiş olmamı anlayışla karşılamalarını diliyorum.
Sözünü ettiğimiz okuyucu iletileri içerisinde devlet-toplum ilişkisini iyi kavramış olanlar bulunduğu gibi, Bağdatlı Ruhi’nin "çün hisse imiş kıssadan ehl-i dile maksûd,/maksûd nedir anla bil ey ârif-i dânâ" şeklindeki sözlerine atıfta bulunularak, hâdiselerden ve yazılanlardan dersler çıkarmak gerektiğini dile getiren de vardı.
Böyle duyarlı ve katılımcı okurların varlığını, yukarıda işaret etmeye çalıştığımız umut verici gelişmelerin güvencesi sayıyorum. Temennimiz, dünyamızın bir örümcek evine dönüşmemesidir. Çabamız bunun içindir.
Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat
icanbol@hotmail.com
-
kenan elli 14 yıl önce Şikayet Etokuyucu hissi... ismetlim'in takva-fetva konularına hakim olduğu anlaşılıyor.. yazarın okuyucu potansiyelini dikkate aldığımızda, yazıda çerçeve ve değerlendirmelerin bu gerçekten hareketle daha kuşatıcı olması okuyucunun beklentisi olabilir.. tabi ki "kellum kellum la yenfe" de değil dediğimiz..Beğen Toplam 2 beğeni
-
kenan elli 14 yıl önce Şikayet Etokuyucu hissi... ismetlim'in takva-fetva konularına hakim olduğu anlaşılıyor.. yazarın okuyucu potansiyelini dikkate aldığımızda, yazıda çerçeve ve değerlendirmelerin bu gerçekten hareketle daha kuşatıcı olması okuyucunun beklentisi olabilir.. tabi ki "kellum kellum la yenfe" de değil dediğimiz..Beğen Toplam 2 beğeni
-
İsmetlim 14 yıl önce Şikayet EtAslolan niyettir. Takva ölçeğinde bir anlayış her halükarda ümitli olmayı telkin ve tavsiye eder."Ölmeden önce ölme" deyimi aslında günümüzün tabiriyle otokontrol mekanizmasını çalıştırmak demektir.Bu da peşin kaygılarla ahir zaman fitnesine prim verilmesini mazur göstermemeli.Bu anlayış aslında fetva ölçüsüyle şekillenir.Birbirinin mütemmimidir.Tevbe neden Allah'ın en sevdiği haslerlerden biridir?Çünkü orada ümitle yakarış vardır.Bu yakarışı da ahir zamanda ümitvar olanlar yapar.Aslolan niyettir.Kategori çarpıklığı bizde zemin bulmamalı.Beğen Toplam 1 beğeni
-
kenan elli 14 yıl önce Şikayet Ethalife olan insan. yazı, kul olan ve aynı zamanda yaratan tarafından en şerefli olarak kabul edilen ve halife olarak gönderilen insanın, buna uygun yaşamını tarif etmekte. bu tarife uygun yaşayabilene ne mutlu..Beğen Toplam 2 beğeni
-
kenan elli 14 yıl önce Şikayet Etahir zaman gerçeğini görmeli.. "ölmeden önce ölmenin hali" ahir zaman içinde takva ölçeğinde bir anlayış olsa gerek. oysa günümüzde fetva ölçüsünde yaşayabilmeyi bile az bir erdem olarak görmemeli. ümitli olmak inanan insana daha yakışıyor..Beğen