Türkiye askerî vesayeti bitiriyor mu?
Türkiye askerî vesayeti bitiriyor mu?
Türkiye Cumhuriyeti, zamanın koşullarının gereği olarak, bir Osmanlı generali olan Mustafa Kemal tarafından kurulduktan sonra sürekli olarak bir askerî vesayet rejimi altında yönetilmiştir… 29 Temmuz 2011 tarihi, Türkiye’de askerî vesayetin sonu, demokratik siyasî rejimin ise yerleşmeye başladığının işareti olarak görülebilir mi? Bilindiği gibi, 29 Temmuzda Genel Kurmay Başkanı ve üç kuvvet komutanı, siyasî iradeye karşı bir kararlılık gösterisi ya da bir tepki anlamında, topluca emekliliklerini istemişlerdi.
Yeni bir durum
Şüphesiz bu, Türkiye’de askerlerin geleneksel davranış biçimi itibariyle, yeni bir durumdur. Askerin darbe yapmasına alışkın olunan bir ülkede, o cenahtan “biz çekip gidiyoruz” anlamında bir davranış, çok farklı yorumlara zemin teşkil edebilir. Her şeyden önce, burada hükümete bir tavır koyma istenci ve amacı vardır. Muhtemelen, Ergenekon tutuklusu subayların serbest bırakılıp terfi ettirilmesi talebini güçlendirici bir yaptırım unsuru olarak düşünülmüştür toplu istifalar, pardon, emeklilik istekleri. Bu emekliye ayrılış tarzı, toplumda, gerçek niyete uygun olarak, istifa şeklinde anlaşılmıştır. Doğrudur. Ama hukuken öyle değil. İstifa, ilgili kişiler için gelir kaybı ve hatta (toplu istifa olacağı için) suç sayılacağından, emeklilik yoluna gidilmiştir. Kendi geleceğini düşünmüştür asker.
Eğer amaç darbe sanıklarının serbest bırakılıp terfi ettirilmesi idiyse, bu hedefe böyle bir istifa blöfüyle ulaşmak hiç kimseye yakışmazdı. Bundan, siyasî irade kadar, hukuk ve demokrasi de yara alırdı. Zaten istifa blöfü tutmamış, komutanlar da istifa etmek yerine, emekliliği tercih etmişlerdir. Kendileri açısından bir geri adım sayılır bu. Asker kararlılığı değil.
Gerçi bu durum, nereden ve nasıl baktığınıza bağlı olarak, farklılık arzeder. Örneğin bir Alman yazar, Türkiye’deki generallerin söz konusu tutumunu 1933-1939 dönemindeki Alman generallerin Hitler’e destek veren tutumuyla karşılaştırarak, övmektedir. Çünkü bu yazar, Başbakan Erdoğan’ın “çılgın” bir gidişatla “modern Türkiye’yi tahrip etme yolunda” olduğunu düşünmekte, bu yolda “ona eşlik etmeyen” generallere övgüler yağdırmaktadır. Türkiye’de de buna benzer görüşler çoktur. Buna karşılık, Batılı birçok yorumcu, askerlerin ayrılışını Türkiye’de demokratik kuralların yerleşmesi olarak değerlendirmiştir.
Her ne olursa olsun, sözünü ettiğimiz ilişkiler düzeninde Türkiye’nin geleceği bakımından bazı taşların yerinden oynadığı görülmektedir. Askerî vesayet rejiminin istenmediğini de, en son 12 Haziran 2011 seçimiyle, halk açıkça ifade etmiştir.
Sistem muhalifi olmak ve dönüşüm
Esasen, bunun başlangıcı 2002 yılıdır. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin hükümeti devralmasıyla başlayan bu süreçte askerî kanattan muhtelif devirme planlarının deşifre edilmesi ve başarısızlıkla sonuçlanması, Türkiye’de antidemokratik düzenin de temellerini sarsmıştır. Burada, İslâmî duyarlılığın, kimilerine göre İslâmcılığın, kimlik tanımlayıcı bir değer olarak kabul edildiği bir siyasî partinin iktidara gelmiş olması, söz konusu askerî-sivil otorite çatışmasında belirleyici bir etken olmuştur.
Bu aynen, vücudun zindeliği ve serbest radikallere karşı bağışıklık kazanması için dengeli beslenme ve idmanın, hatta savunma sporlarının gerekliliği gibidir. AK Parti, bir yabancı unsur olarak, sisteme dışarıdan giren tehlikeli bir ajan gibi görüldüğünden, halk iradesiyle gelse bile, onun birtakım oyun senaryolarıyla alaşağı edilmesi gerektiğine inanılmıştır. “Ay ışığı”, “balyoz” operasyonlarıyla gerçekleştirilecekti belki de bu.
Sistemle uyumlu bir iktidar olsaydı, böylesi planlar da gereksiz olacaktı. Siyasetçi de, asker de, hatta halk da alışılagelmiş düzende gelenekselleşmiş rollerini oynamaya devam edecekti. Hiç kimse önlem almayı aklına getirmeyecek, bir risk üstlenmeyecekti. Sorumluluk da.
AK Parti, sisteme muhalif bir çevreden gelmesi ve kendisine yönelik algılamalar itibariyle, bu dönüşümde yadsınılmayacak bir rol oynamaktadır. Bu da ona sorumluluk yüklüyor. Hem demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün teşvik ve destek görmesi, hem de (eşzamanlı olarak) devletin zafiyetine ve ülkede sosyal/siyasal kırılmalara yol açacak gelişmelere fırsat verilmemesi gerekiyor.
|
Ramazan bilinciyle arınma çağrısı |
|
Ramazan münasebetiyle Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in , “herkes bir iftar sofrasını komşusuyla paylaşsın” çağrısında bulunması, ayrıca, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “her evden Afrika’ya bir fitre ve bir iftar” kampanyası başlatması, bu ayın atmosferine uygun, takdire değer bir duyarlılıktır. Bu çağrının, günlük hayatın gelgitleri arasında berhava olmadan, lâyıkıyla yerini bulmasını diliyoruz. Ramazan ve orucun, “irade eğitimi”ne vesile olmasını öngören söz konusu girişim, gayet pratik ve kolay uygulama seçenekleri de sunuyor. Ramazanın birinci günü başlayan kampanya süresince, ‘AFRİKA’ yazılıp 5601’e gönderilecek her kısa mesaj 5 TL tutarında. Üç mesaj gönderen, bir fitre ve bir iftar için ödeme yapmış olacak. Afrika’da açlık, sefalet, terk edilmişlik ve siyasetin çirkin yüzü ayrı bir yazı konusu olur. Buna belki tekrar döneceğiz bir başka yazıda. Ancak, şimdi bu kampanya vesilesiyle, daha lisans öğrenciliğimiz sırasında (1980’lerde) bir belgesel filmde Afrikalı insanın açlıkla ölüme yolculuğunu izledikten sonra dile gelen duygu ve sözleri, siz değerli okurlarımızla paylaşmak isterim. Belgeseldeki görüntüler… Afrika’nın kara derili, sevimli çocuklarının, annelerinin bilmem kaç zamandır bir lokma yemek, bir tadımlık normal su bulamadıkları için takatsiz kalmış bedenleri… Çakılmış kalmış gibi toprağa… Dönüp bir yana bakmak mı? Ne mümkün!...Kurumuş göz çukurunda bir tek parıltı…Kocaman beyaz hâle içerisinde siyah gözbebeği… Bakıyor sadece bir noktaya…Bir bu işte yaşadığının işareti.
Uzun sürmüyordu ama böylesi yaşantı. Dakikada 25 Afrikalı can ölüme yolculuğa çıkıyordu… Açlıktan ölüyordu çocuklar ve anneler. Dile gelen duygu şu sözlerle bitiyordu: Bir de ben |
Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat - Haber 7
icanbol@hotmail.com
-
Serdar Hasan 14 yıl önce Şikayet EtAsli göreve dönüş. Son yaşananları ülkemiz için büyük bir fırsat olarak algılamak gerekir. Asker aslî vazifesiyle iştigal ettiği sürece her zaman hepimizin göz bebeği olmuştur. Bu şekilde artık perde arkasından devleti yönetmek yerine, onu yapay düşmanlardan korumak yerine gerçekten korunması gerekenlerden korumak için neler yapılması gerekiyorsa o noktalara yoğunlaşacak, darbe sanığı için değil, dağlıca veya aktütün şehidi için gerekirse görevden istifa edebilecek bir komuta kademesine ulaşırız inşallah.Beğen
-
vatandaş 14 yıl önce Şikayet Etbitmeeez. "mümkünlü"de vesayetin biri biter öbürü başlar... Vesayetin bitirilebilmesi için belirli bir eğitim düzeyine gelmemiz gerekir... "eğitim şart"Beğen
-
kenan elli 14 yıl önce Şikayet Etartık eş başbakanlık geride kaldı... Mustafa Kemal'in süreç içinde" Osmanlı generali" olduğu GERÇEĞİ, yazıda okuyucuya ilginç gelebilecek bir tesbit. Evet artık değişim zamanı. Yıllarca süren askeri vesayet döneminin sonlanmasını,toplum büyük bir keyif ve memnuniyetle izlemekte. Askeri şuradaki, oturma düzenindeki yeni ve normale dönüşü gösteren oturma düzeni de, bundan böyle EŞ başbakanlık değil, tek başbakanlık dönemini işaret etmekte. Toplum olarak bu kazanca hepbirlikte sahip çıkma zamanı. Bugün bunu A partisi sağladı ise, yarın da A veya B partisi ile bu kazanca sıkıca sahip olunmalı. Yazarın ramazanda arınma çağrısı, anlamı ve derinliği ile, şiirle bezeli anlatımının, okuyucuda bıraktığı etkisi ile yazara gerçekten farklılık ve farkındalık kazandırmış..Beğen Toplam 1 beğeni
-
çubuktan 14 yıl önce Şikayet EtRahmet Ayı Ramazan. Oruç paylaşmak demektir. Fakirin Garibin halinden anlamak onlara yardım demektir. Biz onların yardımına koşalım ki O'da en sıkışık günde bize yardım etsin. Bu kampanyayı başlatan DİB'e ve duyuran sayın yazara teşekkürler.Beğen Toplam 2 beğeni
-
çubuktan 14 yıl önce Şikayet EtHerkes Görevini Bilsin. Bütün basın organları ve halktan gelen tepki veya tepkisizlik, herhalde istifa edenlerin, pardon emekliliğini isteyenlerin blöfünün ne derece değerli veya değersiz olduğunu gösterir.Devlete ve millete komplo hazırlayanların terfi için emeklilik isteniyorsa sonucuna da katlanmak gerekir. Herkes işine baksın. Ülkeyi kimin yönetmesi gerekiyor sa onlar yönetsin.Beğen Toplam 1 beğeni