Prof. İbrahim S. Canbolat
Prof. İbrahim S. Canbolat
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Şeytanı Ramazan dışında da bağlamak

GİRİŞ 18.08.2011 GÜNCELLEME 18.08.2011 YAZARLAR

       Her gün milyonlarca insan şeytana lânet eder; ama şeytanın derisi kalın, ne utanma var onda ne de alınma.  O, hiçbir şey olmamış gibi, işine devam eder. Şeytan bu.  

       Ama insan öyle değil. Normal koşullarda insan, tepkisel bir varlıktır. Bunun hem yararı olur, hem de zararı. Hayatiyetin sürmesi bakımından yararlıdır insanın tepkiselliği. Hadiseler karşısında duyarsızlık, karar ve uygulama zafiyeti, hayat düzeninin bozulmasına sebep olur. Çevredeki gelişmelere insanın tepkisi eğer bir soruna çözüm, bir derde deva hükmünde işlevsellik gösterirse, bu çok yararlı bir tepkisellik olur.

       Demek ki bir yapıcı tepkisellik vardır.  Bu türdeki tepkisellik, bir hazırlığın ve birikimin ürünüdür. Boş bir tepki değildir. Gerekçeleri, açıklamaları, önermeleri vardır. Bu tepkiselliğin dayandığı mantığa göre, haksızlık karşısında suskun kalmak “dilsiz şeytan” işidir.

       Bir başka tepkisel davranış ise bunun tersi yönde gerçekleşir. Düşünce ve muhakeme süreçlerinden geçmeden, fevrî bir çıkış olarak belirir. Bazen kendince haklı sebepleri olabilir böylesi davranışın. Kafanın tasını attıracak şekilde damara basılmıştır belki de. Ya da mevcut değerler dünyasında en değerli gördüğü şey elinden alınmıştır kişinin. Bunlar karşısında feveran edip tepki göstermeden nasıl dursun? Aceleyle gösterir tepkisini.

       Acele işe de şeytan karışır. Bu ikinci türdeki tepkiselliğin zararı burada görülür. Şeytanı yalıtmanın, dışarıda bırakmanın bir yolunu bulmalı insan. Düşmanı şeytan olan insan.

       Çıplak şeytan

       Ramazandan sonra da şeytanı bağlamanın, ondan korunmanın yolu nereden geçer?

        Çoğumuzun hoşuna gitmese de, gerçekler acıdır, gerçek dost da acı söyler: o yol, gariplikten geçer. Buna itirazı olan, etsin, istediği yolu seçsin. Şeytanla insanın farkı zaten burada. Şeytan kovulmuş ve ona insanınkine oranla daha uzun bir süre verilmiştir. O,  iradesini daha en başta, insana secde etmeyi reddederek, tek yönde sınırlandırmıştır. O sadece isyandadır. Şeytanın şeytanlığı, bilgisizliğinden değildir. “Ben bilirim, ben daha iyiyim” demesindendir. Kibir ve gururundan dolayı aldatıcılığa ve azdırıcılığa soyunmuştur. Çıplaktır şeytan.

         Oysa insanın seçebileceği muhtelif yollar vardır. Şeytanla karşılaşıp aldanacağı yolu da seçebilir, üryan kalır, Allah’a giden yolu da seçip korunaklar edinebilir kendine. Aslında, insanın seçtiği bütün yollar sonuçta Allah’a varır. İnsanın dönüşü, istese de istemese de, Allah’adır çünkü. Ama bir farkla: hesap verme yükümlülüğünden dolayı, hesabın durumuna göre,  en sonda ayrılır seçilen yollar.

          Gariplik ve garipler yolu

         Gariplere dokunamaz şeytan, çünkü onların şeytanın eline gelecek bir tutam dünyalıkları yoktur. Neresinden tutsun gariplerin şeytan? Garip gelip garip gidecek kaynak(İslam)dan beslenenlerde şeytanı doyuracak gıda yoktur. Halim selim olur bu kaynaktan beslenenler.

       Garipler, bozguncuların tahrip edip unutturdukları değerlere sahip çıkar ve onların hayatın parçası haline gelmesine vesile olurlar. Faydası olmayan bilgiden/ilimden kaçınırlar… (Çünkü bu şeytanlaştırabilir, azdırabilir…) Kalpleri katılaşmış değildir onların, korku ve umut arasındadır, aşk ile ürperir her daim.

       Mutmain ruhludur garipler… Kalabalıkların beğenisinden, övgüsünden uzak dururlar. Ama Hakka yakındırlar. Kalpleri de aydınlıktır, yüzleri de. Dönüşlerinin nereye olacağını bilirler. Hep oraya, O’na yönelirler.

       Garipler, halim selimdirler.

       Garip gelip garip gidecek kaynak ne ise, halim selim olmanın kaynağı da odur. Tevhid/Birlik çizgisinde İbrahimî yöneliş ve duruş, garip gelip garip gidecek kaynağın esas gözüdür.

       İbrahim (A.S.), kalb-i selim ile geldi Rabbine. Oğlu (İsmail) halim bir evlat idi. Allah’ın izniyle sabredenlerden olacağını söyledi. Ve öyle oldu. O, halim bir evlat olarak gönderildi ve halim bir insan oldu. Babasını, tüm semavî dinlerin atasını hiç üzmedi. Babası ona, “oğlum, bak, ben uykumda görüyorum ki seni boğazlıyorum, ne dersin?” diye sorduğu zaman, “babacığım, sana emredileni yap, inşallah beni sabredenlerden bulursun” demişti.

       Baba, rüyada gördüklerinin Hak’tan mı yoksa şeytandan mı kalbine düştüğü konusunda henüz emin değildi. Bir şeytan vesvesesine kapılıp hata yapmaktan korkuyordu. Aynı rüyayı üç kez aralıksız olarak gördükten sonra kalbi mutmain olmuştu. Hiç tereddüt etmeden yola koyuldu. Baba-oğul, teslim olanlardandı artık.

       Hem halim selim olmak, hem de insan boğazlama eyleminin faili olmak üzere yola çıkmak… Bu, normal koşullarda insan aklına ters gelir. Mantıken öyledir.

        Ama burada baba-oğul bir sınanmadan geçiyordu. Yaşanılan, “apaçık bir imtihan”dı. Böylesi imtihanlar, çetin oluyordu… Sonrakilere de dersti.

       Halim selim olmak, yürekten bağlanmak demekti.  Teslim olmaktı. Ama eylemsiz, durağan, Cebriye’cilerin anladığı türden kaderci ya da Batılıların düşündüğü gibi fatalist  bir teslimiyet değildi bu. İnsanın irade gücünü yok saymıyor, onu olması gereken yönde harekete geçiriyordu. Bu sayede kazanılmıştı imtihan.

       Şimdi, meselenin özünü oluşturan iki husus üzerinde duralım.  Bunlardan biri kalb-i selim, diğeri de belâ kavramıyla ifade edilen imtihan olgusudur.

       Tertemiz, sağlam bir kalp anlamında kalb-i selim, 16. yüzyılda yaşamış Bağdatlı Rûhi’nin dizelerinde de, esas kaynağa atıfla, yerini bulur. Maddî varlığın fayda etmeyeceği bir günde altın ve gümüş değil, tertemiz bir kalp istenileceği ifade edilir: 

      Sanma ey hâce ki senden zer ü sim isterler,
      Yevme la yenfau’da kalb-i selim isterler.

        Selim bir kalp yeter inanca ve aşka

       Selim bir kalp, temiz ve pak bir mekân sunar inanca ve aşka. Kalbin hayat damarı da böyle beslenir. Bir ortaklık meydana gelir. Kalp inançtan ve aşktan, bu ikisi de kalpten ayrı olamaz. İnanmayan bir kalpte aşk da barınamaz. Aşk, inanmaktır. Ondan sonrası üzerine kim ne konuşsa kendinedir, kendincedir… Fazla söz, aşkın gücüne gider. Selim bir kalp ona yeter.

       Kim  kalb-i selim ile gelirse aşkın membaına, bu ona yeter.

       İbrahim (A.S.) öyle geldi Rabbine.
       Ve halim bir oğlan çocuğu müjdelendi ona.
       Ne ki, uykuda gördüğüne sadakatinden İbrahim
       Kalbinin tereddütsüz teslimiyetiyle
       Uzatmak zorundaydı bıçağı boğazına
       Halim tabiatıyla
       Gözlerini bağlamasını söyleyerek
       Önünde diz çöken İsmail’in.

       Çetindi imtihanı İbrahim’in.

        Bu bir belâ mıydı? Evet, buradaki imtihan, belâ kavramıyla ifade edilmiştir. Arapça bir sözcük olan belâ,  birbiriyle ilişkili iki anlama sahiptir. Birincisi imtihan, sınanma; ikincisi ise dert, keder, zorluk, sıkıntılı durum anlamındadır.

       İnsan, yukarıdaki her iki anlam açısından düşünüldüğünde, belâdan kaçamaz. Her iki halde de belâ, insan olmanın meydana getirdiği bir durumdur. Ama sabit, değişmez bir durum değildir. Beşerî varlık sürecinde onun (insanın) ulaşacağı aşamaları belirleyen bir özelliğe sahiptir belâ. İnsan belâ ile baş edebildiği ölçüde, gerçek kimliğine/kişiliğine erişir.

       Ramazan dışında da şeytanı bağlamanın yolunu burada aramalı insan. Belâdan kaçmaya yeltenerek değil, onun koşullarıyla uyumlu, gerektiğinde dik duruşlu ve ödünsüz, özde ise halim selim ve garip yaşayarak.

Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat - Haber 7
icanbol@hotmail.com

YORUMLAR 10 TÜMÜ
  • kenan elli 14 yıl önce Şikayet Et
    farklı olmak ve farkındalık oluşturmak=yazar. Yazar akademik kariyer birikiminin ötesinde, farklı alandaki birikimini, etkili ve güzel bir anlatımla ortaya koymuş. Hem de kimi din bilginlerini dahi gıpta ettirecek ölçüde. Farklı olmak ve farkındalık oluşturmak yazarın zenginliği olsa gerek.
    Cevapla
  • tuncay tezel 14 yıl önce Şikayet Et
    SAMİMİYET VE VİCDANA GELEN İLK SESE UYARAK. Vicdana gelen ikinci ses daima şeytanın sesidir. Vicdan zayıf bırakılmışlara derhal yardım et der. İkinci ses de, ama yardım edersen sen zor durumda kalırsın, fakir kalırsın der. İşte o ikinci sesler yüzünden dünya bu halde. İkinci sesler şeytanın sesidir.
    Cevapla
  • İbrahim Dursun 14 yıl önce Şikayet Et
    ORTAK DÜŞMANIMIZ OLAN ŞEYTANI TANIMALIYIZ!-1. İblis/şeytan ateşten/alevden yaratılmış CİN TAİFESİNDENDİR.İnsanların ortak düşmanı OLAN şeytanın,küçük askerleri de vardır.Yani her insana musallat olan ayrı şeytanı vardır.Taaa ölünceye KADAR,onu saptırmaya çalışır.İblis kötülük fısıldayıcısı.Uymazsan sana zararı dokunamaz.İnsana apaçık düşman.Son nefese kadar.Büyük iblis ve mü minlerin şeytanı bağlansa da; inkarcının şeytanı ve şeytanın piyonu olan nefsi,rahat durur mu?Corç ve Hans oruç tutmayarak şeytanı bağlanır mı?Zira o artık kötülüklere boğulmuş ve şeytanı bile geride bırakmıştır.Şeytan zikrettikçe/ibadet ettikçe siner.Gaflet ve dalalete daldıkça azar.Neticede insanın başına bela olur.Bu nedenle ALLAHIN CC EMRİNİ ve nehyini bilmeyenler,çoğunlukla onun oyuncağı olurlar.Dinde ileri seviyelere ulaşanlar onun hilelerinden kurtulurlar.Şeytan kesinlikle meleklerden değildir.BİR BAKIMA İNSAN düşmanı olan iblisten kaçarak,Allaha cc sığınır.Uyanık müslümanlar için şeytan,istemeyerekte olsa kamçı vazifesi de görür.VesSELAM
    Cevapla
  • haydar zulfikar 14 yıl önce Şikayet Et
    faran kardeşim, Hz. Peygamber. Sen o yanlış mı söylemiş diyorsun yani. İnsan o bağlanmış şeytana ipi mesafesinde yaklaşırsa kendine zarar vermiş olur.
    Cevapla
  • faran 14 yıl önce Şikayet Et
    şeytan!. ramazanda şeytanlar bağlanmaz,oruç müminin iradesini güçlendirdiği için şeytanın tesiri minimize olur..tabi mümin dirayet gösterirse! şeytan bağlanmışsa ramazan boyunca dünyanın her yerinde işlenen onca melanet neyin nesi?
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle