Prof. İbrahim S. Canbolat
Prof. İbrahim S. Canbolat
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Avrupalı Dadaloğlu türküsünü dinlemeli

GİRİŞ 22.12.2011 GÜNCELLEME 22.12.2011 YAZARLAR

      Anadolu kültürü herkese kapı açıp engin bir misafirperverlik örneği gösterirken, Avrupa’nın farklı düşüneni ya yakıp öldürdüğü ya da hapse attığı bilinir. Böyle bir cezaya maruz kalmak için mutlaka farklı bir dinin mensubu olmak gerekmiyordu, kilisenin söylemine aykırı bir fikir ortaya atmak yeterliydi. Avrupa tarihinde bunun örnekleri çoktur.

       Avrupa yakardı, Anadolu oldurur

      Jean Bodin, “Türk hükümdarı yabancının kılık kıyafetine karışmaz, farklı inançtan olanları yakmaz” derken, dolaylı olarak, yukarıdaki anlamda bir Avrupa alışkanlığına da gönderme yapmış oluyor. Bunun özellikle Müslümanlara ve Yahudilere yönelik dehşetengiz uygulamalarına tanık olmuştur dünya. Avrupa’da da kimse bunu inkâr etmiyor, edemiyor.

      Buna karşılık, Anadolulu Celâleddin olarak anılan Mevlana Celâleddin-i Rumî  “kim olursan ol, gel”, çağrısıyla, insanın kendi olma, kendi kimliğiyle var olma hakkını dünyaya ilân ediyor. Sayısız kültürlere, uygarlıklara ev sahipliği yapmış bulunan Anadolu belki de bundan dolayı “dünyanın kalbi”nin kalbi olmuştur.

      Şeyh Edebali’nin “insanı yaşat ki, devlet yaşasın”  felsefesinde dile getirdiği insan Türk ve Müslüman sınırlamasıyla değil, kelimenin tam ve genel anlamıyla, insan olarak düşünülmüş ve öyle algılanmıştır. Daha sonraki tecrübelerin de bununla uyumlu olduğu görülmektedir. Osmanlı Devleti’nin zaman içerisinde farklı inanç ve kültür alanlarına doğru genişleyerek,  altı yüzyıl varlığını korumasında insana saygının önemi büyüktür. Bu süreçte belki Türkler, esas kurucu unsur olarak, diğer etnik unsurlar karşısında ihmal edilmişlik hissine bile kapılmış olabilirler. Çünkü devlet yönetiminde ve bürokraside Gayrı Müslim vatandaşlar da ağırlıklı biçimde rol almışlardır. Bakan olarak, Avrupa başkentlerinde Osmanlı Devleti’ni temsil eden Büyükelçi olarak görev üstlenmiştir Türk ve Müslüman olmayan vatandaşlar. Devlet itimat etmiştir bunlara. İnsan ve vatandaş olarak bakmıştır. Edebali’nin sözünü yerine getirmiştir.

      Ama ne yazık ki, dünya siyaseti, gerçeği kendi çıkarları için tahrif etmenin önce teorisini hazırlamış, sonra da bunu uygulamaya koymuştur. İnsanın doğasının kötü olduğunu ileri süren bir Realpolitik aracılığıyla yapmıştır bunu. Hâlen de devam ediyor. Bu anlayışta öncelikli olan, devletin yaşatılmasıdır. Daha doğrusu, devletin gücünün arttırılmasıdır. Bu amaca yönelik her türlü yöntem ve araç meşrudur.

      Batı’nın Türkiye siyaseti bir plana göredir.  Ermeni soykırımı iddiaları, Ermenilerden çok Batılı güçlerin siyasetinin bir parçasıdır.1970’li ve 1980’li yıllarda Ermeni terör örgütü ASALA, belirli merkezlerin desteğiyle Türkiye’nin yurtdışındaki temsilcilerine yönelik faaliyetlerde bulunuyordu. Türk diplomatların ASALA tarafından öldürüldüğü haberlerine alışmıştı dünya. O kadar ki, bu satırların yazarı üniversite öğrenimini tamamlayıp yurda dönmeye hazırlanırken,  bir soru üzerine, Dışişleri’nde görev alabileceğini söylediğinde, Prof. Frank Pfetsch en az beş yıldır lisans ve lisansüstü derslerinden tanıdığı öğrencisine dönerek, “sakın öyle bir şey yapma Herr Canbolat, Türk temsilciliklerine saldıran Ermenilerin hedefi olmandan korkarım demişti. O dönemde böyle ses getirici, dünyanın dikkatini çeken eylemler yapılıyordu.

      Daha sonraki süreçte Batılı ülkelerde yaşayan Ermeniler siyasetin istismar edilen bir unsuru haline gelince, yöntem değişti. Bir yandan Ermeniler ve “Ermeni Sorunu” iç siyasetin malzemesi olurken, diğer yandan bu dış politikada Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanıldı. Şimdilerde bunun realpolitik mantıkla, insan aklına zarar uygulaması görülüyor. Daha sonra Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkûm ettirme çabası ve başka bazı talepler gelebilir. İşin aslının nasıl olduğu hiç önemli değil onlar için. Onlar olguları kendi çıkarlarına göre adlandırıp zihinleri bulandıran siyasal gerçeklik ile meşguldür;  ne ise o olan tarihsel gerçeklik ile değil.

      Dadaloğlu türküsü tarihsel bir veridir

      Tarihsel gerçekliğin anlaşılması için, aslında, bir Dadaloğlu türküsü bile yeterlidir. Hatta bunun tescil edildiğini de söyleyebiliriz. Beş yıl kadar önce, Türk-Ermeni ilişkilerini araştıran (ve Türklerin Ermeni soykırımı yaptığını düşünen)  bir Alman akademisyene Dadaloğlu türküsünün sözlerini ve hikâyesini anlatmıştık. (19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin iskan siyasetine uymayan Avşarlar, devletle karşı karşıya gelince, Suriye bölgesine zorunlu göçe tâbi tutulmuştu. Dadaloğlu’nun “Devlet vermiş hakkımızda fermanı/Ferman padişahın, dağlar bizimdir…” şeklindeki sözleri esas sorun hakkında fikir verir). Bu devlet politikası bir güvenlik önlemi olarak düşünülmüştür. Eğer 1915 tehciri (göçü) soykırım ise, ondan önce gerçekleşen Avşarlar hadisesinin de soykırım sayılması gerekir, çünkü bilimsel olarak bakılırsa, önceki vaka geçerlidir. Ama Osmanlı’nın Türk ve Müslüman olan bir topluluğa soykırım uygulaması mantıklı olmayacağından, 1915 olayının da soykırım sayılmaması gerekir. Bu tarihsel gerçeklik, gerek araştırmacı gerekse onun Almanya’daki danışmanı üzerinde ikna edici etki yaratmış ve sonuçta tezin seyri değişmişti.

      Ama bu arada çok ilginç bir gelişme oldu. Her hafta Bursa’da düzenli olarak görüştüğümüz Alman araştırmacının Almanya’da avukatlık yapan kardeşi, eğer Ermeni soykırımı olmadığına dair bir tez ortaya çıkarsa, kendisinin Avrupa’da hapse atılabileceğini söyleyip kardeşini uyarmıştı kendince.  Bu gözü pek araştırmacıya,“peki, sen ne düşünüyorsun?” diye sorduğumda, önce, “ben gerçeği araştırıyorum” demişti. Hemen ardından da,  muzipçe gülümseyerek, “hapse atılırsam kitabım daha çok rağbet görür”  diye eklemişti.

      Buradan bizim çıkaracağımız sonuç şudur: Avrupalılar Türklere karşı önyargılı ve onları mahkûm etmeye hazır bir halet-i ruhiye içinde olmanın dışında,   parlamentolarından soykırım yasaları geçirerek düşünce ve kanaat özgürlüğünü de peşinen mahkûm etmiş sayılıyor.

     “Ermeni soykırımı yapılmamıştır, benim kanaatim bu yönde” diyen birine 1 yıl hapis ve 45 bin Avro para cezası öngören bir yasa tasarısı da şimdilerde Fransa Parlamentosu’nun gündeminde. Dışişleri Bakanı Davutoğlu soruyor, “ben gelirsem beni de tutuklayacak mısınız?” diye. Düşünce ve fikir özgürlüğü, araştırma ve sorgulama serbestisi adına ne kadar beşerî kazanım varsa, Batı’nın bu niyeti ve uygulamasıyla ayaklar altına alınmış oluyor.

      Avrupa’nın cahiliye dönemi

      Dün Galileo Galilei’i “dünya dönüyor” dediği için idama mahkûm eden Avrupa, bugün tarihsel ve düşünsel/bilimsel boyutları olan bir konuda fikrini açıklayan insanı, kendi yasasına aykırı olduğu gerekçesiyle tutuklayıp hakkında cezai işlem yapabiliyorsa, demek ki (kendi cahiliye döneminden kalma) skolastik düşünceyi daha terk edememiştir. Aydınlanma çağına nedense hiç erişemeyen bir Avrupa var karşımızda.

     Bireysel anlamda istisnalar olabilir. Bir Batılı düşünür, “inancın sınırı geniş, ama pek dar düşünce”, derken,  bu yasakçı ve her şeyi kendi dar ufkuyla sınırlayan skolastik düşünceyi anlatıyor sanki. Oysa özgürce sorgulamaya fırsat tanınsa, 1915’de işlendiği iddia edilen bir suç için neden 33 yıl beklendikten sonra 1948 yılında ceza tanımı yapıldığını sorabilir insanlar. O tarihte Birleşmiş Milletler yoktu ama kısa bir süre sonra Milletler Cemiyeti kurulmuştu. Eğer bir soykırım yapıldığına ilişkin veri bulunmuş olsaydı, Milletler Cemiyeti bünyesinde de, tıpkı 1948’de Birleşmiş Milletler’de olduğu gibi, “Soykırım Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi” kabul edilebilirdi. Ama yapılmadı. BM’de kabul edilen ise İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler’in uyguladığı soykırımın hemen ertesinde gerçekleşmiştir.

     Ulusal parlamentolardan yasa çıkararak, bilimadamlarının, araştırmacıların ve düşünen insanların tarihsel/güncel gözlem ve sorgulama yoluyla gerçeği araştırmalarına engel olmak, kökü geride kalan çağlara kadar uzanan bir düşünce zorbalığından başka bir şey değildir. Geri kafalılık bu olsa gerek.

İbrahim S.Canbolat  / Haber 7
icanbol@hotmail.com

Twitter.com/icanbol

YORUMLAR 10 TÜMÜ
  • İsmetlim 14 yıl önce Şikayet Et
    Batının derdi Ermeni meselesi mi? Yoksa Türkiye'nin güçlenmesi mi?. Bizim tarihi geçmişimiz,temsil ettiğimiz medeniyetin kazandırdıkları meziyetlerle doludur.Bunun içinde evet..Hoşgörü var.Bu gün Tarihi tahrif ederek kendi çıkarlarına siyaset malzemesi yapanlar,bu günün firasetli ve dirayetli yöneticileri sayesinde tekrar dize geleceklerdir.Demagoji lakırdılarıyla içte ve dışta edebiyat yapanlar bilsinler ki artık böyle şeylere pabuç bırakılmıyor.Yazıda belirtilen "Batı’nın Türkiye siyaseti bir plana göredir.Ermeni soykırımı iddiaları, Ermenilerden çok Batılı güçlerin siyasetinin bir parçasıdır" ifadesi aslında her şeyi çok güzel özetliyor.Türkiye böylesine çıkar birliktelikleri ile karşı karşıya.Ama bu gün çok daha farklı bir yapıda.Hepsiyle birden mücadele ederken izlenilen yol,kimilerine göre zafiyet olarak kabul edilse de,Türkiye'nin düne göre (siyasi-iktisadi) gücü birilerini fena korkutuyor.Yazıda da belirtildiği gibi bütün çırpınışlar ve tahrikler buna matuf.Yeter ki kendi içimizde kendimizi yıpratmayalım ,kim diz çöküyor görürüz o zaman.
    Cevapla
  • ertan korkmaz 14 yıl önce Şikayet Et
    Diz Çöktük. Kendi meclisimizde fransa'ya karşı imza toplayamadık.diz çöktük. Libya'da kaddafinin karşısında çadırda otururken iyiydi arab baharında isyanlarda ölümünü insanca bulmadık.diz çöktük. Esad'ı kendine gelmesi için uarıyor nota veriyoruz,notalardan müzik oluşmuyor.nota karşısında diz çöktük. İsrail'e neler yapacağız ama ;dize gelmiyorlar.1 askeri için binlerce filistin'liyi affediyorlar.''Bizim kelle''ler pusuda patır patır dökülüyor.Diz çöktük. Deprem vergiler ortada yok, yok olan deprem vergisi .Van'da diz çöktük. Cumhuriyetle ve kurucularıyla hesaplaşmak için sırada bekliyoruz.Diz çöktük. ''Hepimiz ermeniyiz''diyerek pankartlar açtık yürüyüşler yaptık.İçim elvermiyor ama diz çöktük. daha çok sayabilirim ama yeter.Kendi geçmişi ve değerleriyle barışık Tam bağımsız TÜRKİYE'ye kimse güç yetiremez.Yetiremediklerinide en çok kendileri bilir.Biz yeterki kendimiz olalım.
    Cevapla
  • kenan elli 14 yıl önce Şikayet Et
    avrupanın çelişkisi-çıkmazı ve çıkış yoluna işaret. Olması gereken tüm tarafların arşivleri açıp, tarihsel ve fiili gerçeklikle yüzleşmesi. Aksi halde trübünlere oynanan, kendi siyasal emellerine çanak tutan siyasal gerçeklik arayışları git-gellerden öteye geçmez. Batı medeniyet imajını kendisine nakşettirmiş. Doğu ise, bağnaz- geri ve tutucu imajını. Tamamen yanlış da değil. Bununla birlikte "insanlık" ve insani yaklaşım ise, her zaman her yerin doğusunda daha önde olmuştur. Dadaloğlu doğu (anadolu) anlayışını ifade ederken, ermeni konusu ve bugünkü fransa parlamentosunun trübüne oynayan kararı ise, tamamen siyasal gerçekliğin bir yansıması. Gerçekler ve tenakuzlarla dolu bir fiili durum bu dünya.. Avrupanın medeniyet maskeli çelişkisini çok etkileyici örneklerle ortaya koyan yazarı kutluyorum.
    Cevapla
  • metin koçer 14 yıl önce Şikayet Et
    çöküş başladı. Çöküş sadece ekonomik olmaz fikri çöküş de beraber başlar. Demekki Fransa da dans etmeyi yasaklıyacağımız gün yaklaşıyor, Merak edilen bu emri verecek sagduyulu Bahadır kim olacak?
    Cevapla
  • Ahmet Yılmaz 14 yıl önce Şikayet Et
    NERDEYDİNİZ?. Ermeni meselesinde Dadaloğlu türküsü nün yararı olacaktı madem; neden daha önceleri dinletmediniz.Ciddiyettten uzak ne çok bireylerimiz varmış yahu!.
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle