Türkiye niçin Norveç değil?
Türkiye, tabii ki, Türkiye olduğu için Norveç değil. Ama nereden icap etti böyle bir soru? Şuradan: Ne zaman Avrupa ile ilişkiler sarpa sarsa, hemen ondan (Avrupa’dan) uzak durmanın ve buna gerekçe bulmanın yollarını ararız. Avrupa Birliği’ne üyelik için bunca zamandır, görünüşte de olsa, siyasetçiler ve halk olarak ne gündemler oluşturmuşuz!.. Ne büyük beklentilere girmişiz… İşler biraz ters gittiğinde ise hemen üyelikle ilgili her şeyden vazgeçerek, Norveç örneğine sarılıp, “girmesek daha iyi olur, bak Norveçliler de istemiyor AB’yi” diye teselli aramaya çok yatkınız.
Şimdilerde Fransız parlamentosunda kabul edilen sözde Ermeni soykırımını inkâr yasa tasarısı da yukarıdaki anlamda tepkisel davranışa yeni bir rüzgâr vermektedir. Gerçi bu tepkiselliğin haklı sebepleri olduğunu da kabul etmeliyiz. Neticede uluslararası ilişkiler mütekabiliyet temelinde gelişir. Ne var ki, bu arada birbirine karıştırılmaması gereken durumlar olduğunu unutmamak zorundayız.
Elektrik kontağı
Bu olguyu elektrik kontağı modeliyle açıklayabiliriz. Elektrik akımının sağladığı enerji, aydınlanma ve üretim başta olmak üzere, birçok alanda birey ve toplum için faydalı olmaktadır. Böylesine önemli bir işleve sahip olan elektrik akımı, ancak yalıtılmış kablolar içerisinde, çevreyle teması engellendiği takdirde, sözü edilen faydayı sağlar. Kabloların yalıtımsız olarak birbirine veya çevreye temas etmesi hâlinde, bırakınız faydalı olmayı, elektrik kontağı sonucunda çıkacak yangınla çok büyük zarara sebep olabilir.
Zihinsel bozgunu engellemek
Sosyal ve siyasî konularla ilgili olarak da yalıtım ve ayrıştırma bir zorunluluk olur bazen. Hadiselerin birbiriyle ilintisini görmek ve bunu bir bulgu olarak değerlendirmek kadar, belirli durumlarda konuları birbirinden ayrı tutmak ve her birini kendi gerçekliğiyle değerlendirmek, sorunu tespit edip çözümlemenin en öncelikli şartıdır. Aksi halde, tıpkı elektrik kontağındaki gibi bir (zihinsel ve kavramsal) bozgunla karşılaşmak kaçınılmaz olabilir.
Bu genel açıklamadan sonra şimdi konuyu somutlaştıralım. Önce, Avrupa’yı ve Avrupa’nın geleneksel uygulamalarının doğurduğu sorunlardan bir çıkış yolu hükmündeki Avrupa Birliği sistemini, bir yeni siyaset modeli olarak, birbirinden ayrı tutmamız gerekiyor. İkisini aynı yere koyarsak, elektrik kontağı etkisiyle karşılaşırız. Bu birincisi.
İkinci olarak, Norveç ve Türkiye karşılaştırmasında her iki ülkenin ekonomik, siyasî, tarihsel ve kültürel gerçekliğini ayrı ayrı değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Norveç’in Avrupa Birliği’ne dâhil olmak istememesi, kendince anlamlı olabilir. Bu üyelikten, aidiyetten yoksun olmak, Norveç için bir kayıp sayılmaz belki. Hem siyasî irade, hem de kamuoyu algılaması bakımından AB üyeliği Norveç için idealize edilmiş bir hedef olmamıştır. Bunu bir tespit olarak ortaya koyuyoruz. İyi ya da kötü diye bir değerlendirme anlamında değil.
Şimdi aynı tespiti Türkiye ile ilgili olarak yaptığımızı düşünelim. O zaman, “biz de Norveç gibi davranalım” diyebilir miyiz? Öyle demeyi arzu edebiliriz, buna hakkımız var. Ama acaba koşullar bunun için elverişli mi? Hiç de elverişli olmadığı ortada. Bunun muhtelif sebepleri var.
Bir kere Türkiye Norveç değil. Karşımızdaki Avrupa da Norveç karşısındaki Avrupa değil. Bu iki husus önemli.
Peki, niçin Türkiye Norveç değil?
Ülkenin ekonomik gelişmişliği ve buna bağlı kurumsal kültür itibariyle iki ülke arasında büyük farklılık mevcut. Bu birinci sebep. İkincisi tarihsel, siyasal ve psikolojik arka plan açısından Türkiye kendine özgü bir kimliğe sahiptir. Batıya yöneliminde de etkilidir bu.
Ekonomik gelişmişlik farkı, Norveç’in seçeneklerini çeşitlendirdiği kadar, ona Avrupa Birliği ortalamasının üzerinde bir refah düzeyi sunuyor. Örneğin Avrupa Birliği’nde ortalama Milli Gelir 50 bin dolar civarında iken, bu Norveç’te 98 bin doların üzerindedir. Norveç Avrupa Birliği’ne girerek niçin oradaki fonlara kendi bütçesinden pay ayırsın? Avrupa Birliği’nin ekonomik desteğine zaten ihtiyacı yok.
Kurumsal kültür ve milletvekili maaşları
Ekonomik gelişmişlik ile kurumsal kültür arasındaki bağa işaret etmiştik. Bu hususu bugünlerde Türkiye’de tartışılan milletvekili maaşlarının arttırılması konusuyla ilişkilendirerek açıklayalım. Bizde milletvekili maaşlarının arttırılmasında, seçmenlerin Ankara’ya gelip vekillerinden devlet dairelerinde iş takibiyle ilgili yardım talebinde bulunmaları ve bu talebin karşılanması esnasında milletvekillerinin fazla harcama yapmak zorunda kalmaları etkili oluyor. Genellikle böyle gerekçelendiriliyor milletvekili maaşına yapılan zamlar. Kurumlar kendiliğinden çalışsa ve vatandaşın sorunları yerinde halledilse, Milli Gelirden bu maaşlara aktarılan pay da öyle yüksek olmaz.
Milli Gelirin 10 bin dolar olduğu Türkiye’de milletvekili maaşının Milli Gelire oranı yüzde 56’dır. Avrupa Birliği’nde milletvekili maaşının Milli Gelire oranı ortalama yüzde 10’dur. Norveç’te ise bu oran, yukarıda sözünü ettiğimiz gelişmişlik düzeyi ve gelenekselleşmiş kurumsal kültürün de katkısıyla, yüzde 7’dir. Demek ki Norveç bu konuda da Avrupa Birliği’nden bir adım daha önde. Vatandaşların sorunları normal kurumsal işlevsellik sayesinde çözülüyor, milletvekillerine de ilave yük ve masraf için sebep kalmıyor. Sonuçta Milli Gelirin önemli bir kısmı ülkenin altyapısı ve kolektif refah için harcanabiliyor.
İşte, Türkiye, bundan dolayı Norveç değildir. Bir de Avrupa’nın Norveç ve Türkiye karşısındaki tavrı var. Bu yönüyle de Türkiye, Norveç değildir. Avrupa Türkiye’ye Norveç’e davrandığı gibi davranmaz. Tarihsel önyargılar hâlâ geçerlidir.
Kazanımlar heba edilmemeli
Bunlar birbirinden bağımsız gerçekliklerdir. Her birini tanımak, ama birbirine karıştırmamak durumundayız. Karıştırılırsa ne olur? Yukarıda elektrik kontağı örneğiyle ifade etmeye çalıştığımız durum gerçekleşir. Tüm kazanımlar heba olur.
Konjonktürel gerçekliği bundan dolayı iyi tanımak şart. Fransa’daki soykırım yasa tasarısı, Avrupa ve Avrupa Birliği ile ilgili her şeyi bir çuvala koyup kenara atmayı gerektirmez. Avrupa’nın bizim de eleştirdiğimiz hâlleri vardır, bunu bilelim. Diğer yandan, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecindeki karşılıklı yükümlülükleri de kendi koşullarında değerlendirelim.
Bu arada şunu da unutmayalım: Norveç örneği, Avrupa’da AB dışında da gelişmenin ve ülkenin refah düzeyini yükseltmenin mümkün olabileceğini gösteriyor.
Acaba bu Türkiye için bir model sayılabilir mi?
Sadece Norveç ile sınırlı olduğu ölçüde, hayır, sayılmaz. Ama genel anlamda düşünülürse, siyasetin ülke yararına kurumsallaşması durumunda, kaynakların da israf edilmemesi şartıyla, evet. Ancak bu, Avrupa ile köprüleri atmak anlamına gelmez.
İbrahim S.Canbolat / Haber 7
icanbol@hotmail.com
Twitter.com/icanbol
-
İsmetlim 13 yıl önce Şikayet EtDayanışma mı ? Çıkar hesabı mı?. Bu olduğu takdirde Türkiye komplekse kapılmadan kendisini her yerde öne çıkarabilir ve örnek alınan ülke olur.Çok şükür bunların da işaretleri görülüyor.Beğen Toplam 2 beğeni
-
İsmetlim 13 yıl önce Şikayet EtDayanışma mı ? Çıkar hesabı mı?. Ülkelerin birbirlerine sadece maddi yönden değil,çok daha faklı cihetlerden de gereksinim duyacakları muhakkaktır.Norveç örneğinde görülen maddi doygunluğun Avrupa birliğine girme noktasında bir dezavantaj gibi görünmesi,katılımcı ülkeleri de "bireysel çıkar" yanlısı edecektir.Bu da bir çıkar çatışmasını zaman içerisinde ortaya koyacaktır.Yazıda Türkiye-Norveç kıyaslaması ve değerlendirmesi detaylı bir şekilde yapılmış.Elektrik kontağı kavramı, aslında Türkiye'nin Avrupa Birliği içerisinde Kültür ve Kavram kargaşalarında bir "sigorta" görevi üstlenebileceğini hatırlatmaktadır.Bir elektrik devresinde bazen de "alıcı" durumunda olan aygıtlarda oluşan arızalardan dolayı sigortaya ihtiyaç vardır.İşte Türkiye içinde de sigorta görevini üstlenecek,tehlikeyi zararsız ya da en az zararla atlatmayı sağlayacak bir düşünce yapılanması olmalıdır.Beğen Toplam 2 beğeni
-
ertan korkmaz 13 yıl önce Şikayet Etbiz ve onlar..... Biz TÜRKİYE'de yaşayan kendi değer yargıları ve inançları olan insanlarız.Bugün TÜRKİYE'üzerinde oynanan oyunların son bulmasıyla çok daha üst sıralarda olacağımız kesindir.Parlementer sistem istiyor ve bu şekilde sisteme sahipsek vekillerin işadamı,mütahit vb.. kucağına yuvarlanmamaları için hakettikleri ücreti almaları gerekir.Minimum İşçi , memur maaşlarıda açlık sınırı olarak belirlenen seviyeye gelmelidir en azından.Son olarak bundan sonra büyüyen TÜRKİYE'ye ab'nin ihtiyaç duyması kaçınılmaz olacaktır.Beğen Toplam 1 beğeni
-
kenan elli 13 yıl önce Şikayet Etyazarın okuru ile derinlikli paylaşımı... Uluslararası ilişkilerde mütekabiliyet anlayışının temel oluşu, zaman zaman tenakuzlar içinde kalmayı kaçınılmaz kılabiliyor. Her konunun kendi mecrasında ve kendine özgü gerçekliği ile değerlendirilme zorunluluğu, yazarın ifadesi ile "zihinsel ve kavramsal bozguna uğrama" riskini birlikte taşıyabiliyor. Buradan hareketle konunun incelik ve ipuçlarını, "elektrik kontağı" örneği ile okurlarına anlaşılır olmasının yanısıra derinlikli bir paylaşım yapıyor. Milletvekili maaş artışı konulu satırları yapılan derinlikli paylaşım içinde, konumlandırılan garnütür olarak görülebilir aslında..Beğen
-
ahmet gençaslan 13 yıl önce Şikayet EtBİZ AB'YE LAYIK DEĞİLİZ.. Bir ülkede milletin aslının, bir vekili 25 katı , bir vatandaş emeklisinin aldığı maaşın, vekil emeklisi 10 katı maaş alıyorsa senin ülkende gelir adaletsizliği tavan yapmış demektir ve bu durumda sizi AB değil Arap Birliği de almaz ve almaması da gerekir.Esnaf inim inim inlerken, emekli borçtan sokağa çıkamaz duruma gelmişken, "emekli olunca bende faydalanırım" diyerek 15 dakikada emekli vekil maaşlarına %100 zam yaparsan senin AB'de değil Karşıyaka mezarlığında bile yerin yok diye düşünüyorum. Saygılarımla.Beğen Toplam 1 beğeni