Bir dikili Fidan olmasın, öyle mi?
Kendisine tanınan özel yetkiyi kötüye kullandığı gerekçesiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından dosyadan el çektirilen savcı Sadrettin Sarıkaya, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırarak, öyle bir gündeme kapı araladı ki, bu Türkiye’nin hukuk ve siyaset tarihinde keskin kırılmalarla anılacaktır. Savcının söz konusu girişimi sadece “siyasete ve AK Parti’ye yönelik bir darbe” değildir, esasen o (mevcut konjonktürde bilerek ya da bilmeyerek) Türkiye’ye karşı yapılmış bir darbe hükmündedir.
Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT), devletin bekası ve halkın gönenci için kendine özgü çalışma ilkeleri temelinde faaliyetlerde bulunur. Normal olanı budur. Bu dünyanın her ülkesinde böyledir. Korunması gereken bir gizlilik, belirli ölçüde karartma ve yanıltma uygulaması, işin gereklerindendir.
Bununla ilgili olarak sokaktaki insanların kendilerine has tahayyülleri vardır. Almanya’da bir Türk işçisi, öğrenciliğimiz sırasında şöyle bir soru sormuştu bu satırların yazarına:
-Ne öğrenimi görüyorsun burada?
Ona, Siyasal Bilimler okuduğumu söylediğimde, bunu belirli bir meslekle ilişkilendirememiş olacak ki, sormaya devam etti:
-Peki, ne olacaksın? Mühendis mi, başka bir şey mi?
Bunun üzerine, siyasal bilimler ile ilgili bilgiler verdim. Belki Dışişleri’nde görev alabileceğimi söyledim. Hemen, bir şey keşfetmiş insan edasıyla:
-Anladım, dedi. Casusluk ilmi okuyorsun.
Almanya’daki işçimiz, o anda ne düşündüğünü böyle dile getirmişti. Dediği şey doğru değildi, ama kendince bir tasavvur ve tahayyül dünyasını yansıtıyordu. Ona göre doğruydu bu. Konuşulan alanın belirli ölçüde dokunulmazlığı, belki de sorgulanılmazlığı olabilirdi.
Aslına bakılırsa, bir anlamda halk irfanı olarak değerlendirebiliriz bunu. O, kendi koşulları çerçevesinde doğrudur. Hatta o kadar doğrudur ki, bir MİT Müsteşarı hakkında alenen şüpheli sıfatıyla soruşturma başlatılamayacağını da bilecek düzeydedir.
Genelde MİT Müsteşarı, özelde ise Hakan Fidan aleyhinde KCK kapsamında suçla itham edici nitelikte bir soruşturma dosyasının açılması, neden Türkiye’ye yönelik bir darbe sayılsın ki? Böyle de düşünebiliriz. Soru sormakta bir sakınca yok tabii ki. Önemli olan, önyargılardan arınmış bir gerçek arayışıdır. Ve buna yönelik usul, yöntem.
Gerçeğe ulaştıran yol
Bu anlamda bazı şeyleri anlamaya çalışalım. Bir kere MİT, yapısı gereği gizlilik içerir; soruşturulması da buna uygun olmak zorundadır. Zaten savcı Sarıkaya’nın bu görevden alınmasındaki gerekçeler arasında da “gizliliği ihlâl” vardır. Bu kural, sıradan vatandaşın da zihin ve algılama dünyasında kendine yer bulmuştur. Almanya’daki Türk işçisi örneğinde olduğu gibi.
İkinci olarak, Hakan Fidan’ın, şahıs olarak da, Başbakan için özel bir yeri ve anlamı olduğu biliniyor. Bu böyle olsa da, Başbakan, neticede devleti yönetme konumundadır, Hakan Fidan Başbakan’ın bu rolünde ona yardımcı oluyor. Dolayısıyla, MİT Müsteşarı Fidan’a karşı bir darbe, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı yapılmış demektir.
Bütün bunları bir kenara not etmek durumundayız. Aksi halde neyin gerçek, neyin tahrif edilmiş olduğu birbirine karışır. Bu konuda günlük siyaset yapıcılarından çok, halk irfanı örneklerine tanık olduğumuz kamuoyu, daha engin fikirler ve çıkış yolları için öncelikli kaynak ve destek yeri olarak görülebilir. Gerçeğe bu kaynaklardan beslenerek ulaşabiliriz ancak.
Muhalefet partileri, ne yazık ki, hadisenin ciddiyetini ya kavramamış ya da meseleyi kısır siyasî çıkarlara indirgemiş gibi bir manzara yansıtıyor. CHP lideri ve yardımcıları Başbakan’ın çete oluşturduğunu, “devlet çetesi” meydana geldiğini söylerken, acaba ne kadar gereksiz ve ağır ithamda bulunduklarının farkındalar mı?
Evet, ortada bir sorun var. Türkiye’nin bölgesel ve küresel bir güç olma yolunda ilerlemesinden bahsedildiği bir konjonktürde; bir yandan içeride etnik kökenle de ilişkilendirilmeye çalışılan bir terör sorunu ve buna çözüm arayışları, diğer yandan yakın ve uzak çevrede (İsrail ile ilişkiler dâhil) Türkiye’nin kendisinden beklenen rolü oynaması gündemde iken, birileri Türkiye’de tam da bu işlerle ilgili en önemli kurumların başında gelen istihbarat teşkilatının Başkanı’nı etkisiz hâle getirmek istiyor olabilir.
Hadisenin bu yanını küçümsememek, göz ardı etmemek lâzım. Burada hikâyeyi anlatacak değiliz. Basın- yayın organlarında yeterince bilgi verildi. Oslo görüşmelerine dair tutanakların BDP Diyarbakır şubesinde ele geçirilmiş olması, ilginçtir. Acaba birileri, bunlar BDP içinde de olabilir, MİT’i ve Fidan’ı KCK suçuyla bağlantılı işin içine çekerek, KCK operasyonlarını sulandırmayı mı hedefliyor?..Ya da gündemi böylesi tartışmalarla meşgul etmeyi mi? Bunlar mümkündür.
Çözümsüzlük, hasar, kutuplaşma
Türkiye’ye dışarıdan, daha soğukkanlı bakanlar da fark ediyor bu olağanüstü zikzakları. Örneğin, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu eski Eşbaşkanı Joost Lagendijk, son zamanlarda Türkiye’de hızlı değişen gündemle ilgili olarak, „herhalde Türk olsaydım delirirdim” demiş. Bir Türk hanımla evli olan ve biraz Türkçe bilen Lagendijk’in gözlemleri bizce de isabetli. Özellikle şu üç tespitin altı çizilmelidir:
- Türkiye’de birçok konu gündeme getirildiği halde, yeterince tartışılıp gerekli kararlar alınarak bir sonuca varılmıyor ve çözümsüz bırakılıyor.
- Bu çözümsüzlüğün sebep olduğu hasara bakılmıyor…
- Bunların sonucunda ülkenin nereye gittiği, nasıl bir kutuplaşmadan geçtiği fark edilmiyor.
Bunlar, her şeyden önce ülkede zaman ve kaynak israfına işaret eder. “Hasar” ve istikrarsızlık ise, bazı girişimlerin sekteye uğratılması anlamında, karşılaşılan zararı ve Türkiye’nin kaybını ifade etmektedir. Oysa bu ülkede halkın yarıdan fazlası siyasî iktidara destek vermiştir, güncel anketler de bu desteğin sürdüğünü göstermektedir. Demokratik teamül açısından bir sorun yok.
Ama, yukarıda işaret edildiği gibi, başka türlü sorunlar var. İçeride gelenekselleşen siyasal davranış biçimi, dışarıda ise Türkiye’nin bölgede bir dikili Fidan’ı olmasın diye oyunlar tezgâhlayanlar, esas sorunu oluşturuyor.
Doğal olarak, hatalar da yapılabiliyor. Lagendijk’in “Türk olsam delirirdim” demesi boşuna değil. Aklı muhafaza etmek, sağduyulu düşünebilmek de bir başarıdır.
Bugün Türkiye’de Başbakanı eleştiren muhalefet liderleri eğer böyle bir durumla karşı karşıya kalsalardı, kendileri de aynısını yaparlardı. Bunun geçmişte örnekleri çoktur. Ama muhalefet konumu bugün onları kolaycılığa sevk edebiliyor. Bu, siyasî sorumlulukla bağdaşmaz.
MİT Müsteşarı’nın başlattığı işlerin (ki Başbakan bunların doğruluğuna inanıyor) yarıda bırakılmaması için Hakan Fidan’ın ve diğer eski/yeni MİT mensuplarının yasal bir zırhla korunması gerekiyordu. Bu uygulama zaten eskiden beri vardı. Ama şimdi özel yetkili savcı CMK 250. maddeye dayanarak MİT mensuplarını şüpheli sıfatıyla ifade vermeye çağırınca, durum değişti. Siyasî iktidar, yasama organındaki sayısal gücüne de güvenerek, CMK 250. madde kapsamına giren soruşturmalarda MİT mensuplarıyla ilgili soruşturma izni getiren bir yasa önerisi hazırladı.
Yasa taslağında "MİT mensuplarının veya Başbakan tarafından özel bir görev ifa etmek üzere görevlendirilenlerin görevlerini yerine getirirken, görevin niteliğinden doğan veya görevin ifası sırasında işledikleri iddia olunan suçlardan dolayı ya da CMK'nın 250'nci maddesinin birinci fıkrasına göre kurulan ağır ceza mahkemelerinin görev alanına giren suçları işledikleri iddiasıyla haklarında soruşturma yapılması Başbakan'ın iznine tabidir" deniliyor.
Siyaseten doğru bir adım
Burada Kuvvetler Ayrılığı ilkesine aykırılık söz konusu değildir. Meclis aritmetiği yasaya izin veriyor. Belki yasaların somut olay ve kişilerden bağımsız olması gerektiği savunulabilir. Doğrudur. Ama herhangi bir sorun yok iken teorik olarak, sadece varsayıma dayalı bir hukûkî düzenleme de işin kendi gerçekliğine uygun olmaz. Somut gelişmeler daha etkin sonuç alımını sağlar. Sözü edilen yasa tasarısı, siyaseten gerekli ve isabetlidir. Türkiye’de hükümet etme konumundaki her siyasî partinin işini kolaylaştıracak türden bir yasadır.
Buna karşı çıkan, iktidara geldiğinde değiştirebilir. Eğer isterse.
İbrahim S.Canbolat / Haber 7
icanbol@hotmail.com
Twitter.com/icanbol
-
umityldz 13 yıl önce Şikayet Etbozuk istihbarat.... uludere de olduğu gibi MİT e bozuk istihbarat servisi büyük ihtimalle yoğunlaşacak ki Hakan Fidan koltuğundan edilsin. uludere yi denediler Türkiye sağlam durdu (orada yakınını kaybeden vatandaşlarımızda dahil, çok vakur durdular.) Yargıyı denediler başbakan hamleyi gördü. sırada ne var bakalım. aşağıdaki yorumcu "çanakçılarda" "ne var gitsin yargılansın" gibi ucuz muhalefet yaparak karşı sürece gayet iyi!!! katkıda bulunuyorlar. Allah bu hükümeti başımızdan eksik etmesin.Beğen Toplam 1 beğeni
-
Serdar H. 13 yıl önce Şikayet Etİstihbaratın doğası. Muhtemelen mit içinde örgüte sızmış, orada kendini ispatlamak için bazı eylemlere yardım etmek durumunda kalmış veya bizzat katılmış kişiler de olabilir. Bu işin kontrolden çıktığı durumlar da olabilir ancak istihbaratın doğasında bu vardır.Bu eylemleri normal bir vatandaş yaptığında terörist olur ancak mit mensubu görevi icabı bu işlerin içindedir. Dolayısıyla böyle bir kurumun başındaki kişinin sorgulama şartların çok özel şartlara ve izinlere bağlı olması gerektiğini düşünüyorum. Yeni düzenleme bu anlamda şahsa bağlı bir düzenleme değil, hukuki boşluğun giderilmesidir.Beğen Toplam 2 beğeni
-
çubuktan 13 yıl önce Şikayet EtDEVLETİN BEKASI. Dünyanın her yerinde devletin bekası için bu tür teşkilatlar elbette ki hardır. Olmalı da. Olayı yanlış mecralara çekip te siyasi veya ideolojik intikam peşine düşmek kimseye bir şey kazandırmaz.Beğen Toplam 3 beğeni
-
kenan elli 13 yıl önce Şikayet EtDerinlikli bir operasyona karşı DİK duruş.. Başarılı KCK operasyonları ve daha da ötesinde törör belasını defedecek önemli adımların atılması, belliki kimi tarafları candan vurmaktadır. MİT'in son dönemdeki başarısı, bir kumpas operasyonu olan uludere faciası ve ardından da MİT başkanı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılması ile alaşağı edilmek istenmekte. Uludere faciası, iç ve dış birlikteliklerce Hakan Fidan'ı bitirme amacında ilk adım olurken, ifadeye çağrılma vakası ikinci adım oldu. Dün Hakan Fidan'ı cemaatin adamı diye eleştiren, BDP-CHP-MHP, bugün cemaati de ! saflarına katıp, bu yeni anlayışı bitirme çabasındalar. İsrailin bile Hakan Fidan etkinliğinden rahatsızlık duyduğu ortada. Derinliği olan bir operasyonu izliyor bugün Türkiye ve Dünya. Başbakan kendinden beklenen bir duruşu milletine sergiliyor. Dik bir duruşla hem de. Vakayı ve süreci tahlil eden NET bir yazı.Beğen Toplam 3 beğeni
-
ünsal tayfur 13 yıl önce Şikayet Et'Azrailin Kuzusu'. Bir atasözü derki 'Azrailin kuzusunu kurt yemez'. Çünkü eğere yerse kurt başına ne geleceğini bilir. Şimdi kanunları uyguluyorum diğe direten kişilerin öncelikle 'Devlet felsefesinin' ne anlama geldiğini bilmeleri lazım. Devlet herşeyden önce ERK demektir. Erk (güç-kudret) olmadan hukuk düzenini inşa edemezsiniz. 'İstihbarat' bu devlet erkinin 'Sinir sistemidir'. Sinir sistemini 'kanun Namına'(!) felç etmeğe kalkışırsanız, yaptığınız işlem yasal olsada hukukilik arzetmez. Kunu uygulayıcılarının kanunları uygularkan lafzını uygulamktan ziyade matematikteki 'Evrensel Küme' gibi vakanın tüm boyutlarınıda esas alarak yasalrın ruhunuda düşünmelri elzemdir. Düşünmezseniz. 'Azrail' size kuzusunu yedirmez. Dünya siyasetine 100 yıl sonra aktör olarak dönen impartorluk varislerinin bu tür ayak oyunlarına papuç bırakmayacağını bu oyuna kalkaşanların bimesi gerekirdi. Bilemediler ama şimdi öğreniyorlar.Beğen Toplam 3 beğeni