Ben okuma bilmem, diyen Peygamber
Bundan bin dört yüz kırk bir yıl önce cehalet ve karanlıkla hoyratlaşan Arabistan çölüne bir ışık doğarak, dünyayı aydınlatmaya başlamıştı. Aradan kırk yıl geçtikten sonra ise bir ilk söz, bir ilk emir yankılanmıştı Hıra mağarasında. “Oku!”, diyordu sözü nakleden heybetli melek.
Ama O okumayı bilmiyordu. Hiç okula gitmemişti. Bir özelliği vardı yalnız: Herkes O’nu güvenilir kişi olarak tanıyordu, halk arasında Muhammed-ül Emin diye anılıyordu. Şimdi bu büyük emir karşısında, “oku, Yaratan Rabbinin adıyla” emri karşısında ateş basmıştı bedenini.
-"Ben okumayı öğrenmedim ki ben okuma bilmem", diyen Nebi haberdar değildi henüz Nebiliğinden.
Ve alevsiz kor gibi yanan beden tir tir titriyordu… Bir kan pıhtısından yaratılmıştı insan. Sonra kendini müstağni görüp de azgınlaşan insan…
(Yaratan) Rabbi insanı basit bir kan pıhtısından yarattığını duyuruyordu. “Oku”, diyordu hemen ardından, “Rabbin en büyük kerem sahibidir… Kalemle (yazmayı) öğretti… İnsana bilmediklerini öğretti”…
Demek ki, Peygamber bile ancak O’nun öğrettiği kadarını bilebilir; esas olan, sözün ilk sahibini bilmektir.
İnsanın yaratılışına dair bir hatırlatma söz konusudur burada. İnsanın maddî yapısının önemsizliği, buna karşılık irade ve düşünce yönüyle, tercihleriyle yaratılmışların en üstünü olarak öğrenme ve eylemde bulunma yeteneğine sahip olduğu, böylece de sorumluluk taşıdığı… “Yapmayacağı şeyleri niçin söyler ki”, inanmışsa, insan! İşte bilinmesi istenen budur. İnsanın öğrenip hayata geçirmesi gereken de bu.
Bizim kültürümüze giren bir söz vardır: “Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp”. Bilmemek, insanın ilk yaratılışındaki özelliktir; ama sonra öğretilmiştir insana bilmediği. İnsan, öğrenme ve öğrendiğini hayatında gerçekleştirme fıtratındadır. Buna en iyi örnek, yukarıda ifade ettiğimiz ilk vahiy ayetlerinden de anlaşılacağı üzere, Hz. Peygamber’dir. Vahiy meleği okuması için telkinde bulunurken, O, “ben okumuş değilim, ben okumayı bilmem” diyordu.
Tefekkürle kalbin açılması
Evet, okumayı bilmiyordu. Ama kısa zaman içerisinde hem okuyacak, hem de insanlığı eğitecekti. Öksüzdü, yetimdi, dünyadaki normal değer yargılarıyla bakıldığında, korunmaya muhtaçtı. Kendisine mağarada ilk vahiy geldiğinde, sarsılmış, korkmuş ve hemen eşi Hz. Hatice’ye gelip bu olağandışı hadisenin etkisiyle titreyerek, “beni örtünüz, beni örtünüz” demişti. O vakte kadar hiçbir zaman peygamberlik iddiasında bulunmamıştı. Sıklıkla Hıra mağarasına gidip orada uzun süre yalnız kalarak, tefekkürle Yaratıcısına kalbini açması; azgınlaşan insanın oluşturduğu toplum düzeninden hem bir kaçış, hem de ona muhalif olma durumunun bir sonucu ve göstergesi idi.
Bu kutlu hayattan insanlığın alması gereken büyük dersler vardır. Türkiye’de güzel bir gelenek olarak yerleşmekte olan Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri, bu anlamda faydalı gelişmelere kapı açabilir. Bunu hâlen gözlemliyoruz da.
Yapıcı bir asgarî müşterek
İnsanların ne hissettikleri, bilgiye ve öğrenmeye yönelik bir içsel devinim, ruhları saran o atmosfer çok önemlidir. Bu günlerdeki söz konusu duyarlılık bir yandan İslam ve Hz. Peygamber hakkında kamuoyunun doğru bilgilerle aydınlanmasına vesile olurken, bir yandan da siyaset ve bürokrasi dünyasında yapıcı bir asgarî müşterek oluşumuna zemin hazırlıyor. Normal zamanlarda kör siyasetin kararttığı ortamların polemik savaşında birbirini incitenler, bu haftada, âlemlere rahmet ve uyarıcı olarak gönderilen son Peygamber Hz. Muhammed (SAV) hürmetine, sözün hakkını vermeye yönelebiliyorlar.
Olabiliyormuş demek ki, farklı da davranabiliyormuş insan. Sözün ve özün, ardından da eylemin birbirini tamamlaması koşuluyla, takdire değer farklılıklardır bunlar. Kime ait olursa olsun, güzel söz ve davranış takdir edilecek bir doğruluktur, hattâ sadaka hükmünde kabul edilmiştir. Zaten sadaka da daha en başta “belâ” diyerek verdiği söze bağlılık (sadakat) ile gerçekleştirdiği bir eylemidir insanın.
Sözün kaynağı
Kutlu Doğum Haftası başlarken düzenlenen törende Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez ile Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşma metinlerinde yer alan bir husus, herhangi bir konuya hangi açıdan bakıldığının önemini ortaya koyuyor. İnsan bir söz söylerken, bir düşünceyi ifade ederken, onun bu konuyla ilgili olarak, nereden beslendiği ayırt edici oluyor.
Her iki konuşmacı da Batılı düşünce sisteminde belirli bir yeri olan “homo homini lupus” ifadesiyle dile getirilen düşünce içeriğini İslamî referansla eleştirdi. Batı’da belki de tahrif edilmiş Hıristiyanlık anlayışıyla, insanın “ilk günah”la kirlendiği ve doğasının kötü olduğu varsayımından dolayı, “insan insanın kurdudur-homo homini lupus” kanısı hâkim olmuştur. İnsana güvenilmez…
Diyanet İşleri Başkanı, bilgi ve düşüncesini Hz. Peygamberin hayatından ve Kur’an’dan besleyen biri olarak, insanın insana düşman değil, bir sığınak ve yurt olabileceğini vurguladı. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da, Hz. Peygamber’in ahlâk anlayışı ve İslam dini açısından bir değerlendirmede bulunarak, sözü edilen Batılı yaklaşımdaki insana güvensizlik düşüncesine karşı çıktı. Genel olarak da konuşma içeriği Hz. Peygamber’in söz ve uygulamalarına atıfla zenginleştirilmişti.
Siyasî faklılıklar, doğrunun ifade edilmesine mâni değildir. Doğruluk, bilgi hiç kimsenin tekelinde değildir. Bunlar, paylaşıldıkça çoğalan değerlerdir.
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in Hz. Peygamber’in “hepiniz Adem’densiniz, Adem de topraktandır” sözüne gönderme yaparak, ortak atalarından dolayı tüm insanların kardeşliğinden bahsetmesi de, bu açıdan bakıldığında, anlamlıdır.
İnsanlığa gönderilmiş son Peygamber (SAV), Veda Hutbesi’nde insanların kardeş olduğuna işaret ederken, esas belirleyici hususu vurgulamaktan geri durmamıştı. O da şuydu: İnsanların ve milletlerin birbirine üstünlükleri soy ve ırkta değil, sadece Allah’a yakınlıkları ölçüsündedir.
Bu yakınlık, bilginin marifetle hak ve adalet çizgisinde hayata hâkim kılınması yoluyla kazanılır. “İnsana bilmediğini öğreten” Allah’a yakınlık, her şeyden önce “selim bir kalp” ve iyiyi kötüden ayırt etme hissini/algısını zorunlu kılar. Buna sahip olanların gerçeği, Hakkı görmeleri hiç zor değildir. Niyazi Mısrî’nin dediği gibi, gerçek apaçık ortadadır, onu ancak gözsüzler görmez:
Hak’tan ayan bir nesne yok, Gözsüzlere pinhan imiş.
Sözü Niyazi Mısrî’nin şu dizeleriyle tamamlayalım:
Savm u salât u hac ile
Sanma biter zâhit işin,
İnsan-ı Kâmil olmağa
Lâzım olan irfan imiş.
Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat / Haber 7
-
turgut1 13 yıl önce Şikayet EtSayın Mete Bilge. Araf157 de:Onlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de vasıflarını yazılı buldukları o ümmî nebî olan peygambere tâbi olanlardır..Ankebut48 de ise:Sen bundan önce ne bir Kitâp okuyor(tilavet ediyor), ne de elinle onu yazıyordun. Öyle olsaydı, bâtıla uyanlar elbette şüpheye düşerlerdi...buyrularak peygamberimizin ümmi bir peygamber olduğu ayan beyan ortadadır..ümmi kelimesi kulağımıza yabancı değil mesela ümmü gülsüm deriz (gülsümün annesi)..ümmi kelimeside kişinin anneden doğduğu gibi kalması yani tedrisat hayatı olmaması..bu ise yukarda ki ayetten de anlaşılacağı gibi rabbin takdiridir..yoksa gençliğinde peygamberimizin okumayı reddetmesi gibi bir hal ile ilgili değildir..tamamen ilahi irade o seçilen elçiye,ümmi olmayı kader kılmıştır,bu ise gayeye daha iyi hizmet etmektedir..zira şiir yazmayan,şiir söylemeyen kısaca edebiyat yapmayan bu konularda eğitimi olmayan bir elçinin duyurduğu sözler bütün belagatlerin üstündeydi..duyanlar(inkarcılar) buna biri öğretmiştir diyordu...Beğen
-
Mehmet Ciranoğlu 13 yıl önce Şikayet EtSayın Mete Bilge... Öncelikle sayın yazarımızdan Allah razı olsun, içinde bulunduğumuz haftaya uygun, anlamlı ve farklı açıdan konuya temas eden bir yazı olmuş. Mete Beyin yorumuna gelince, Yazar Peygamber Efendimizin okuma bilmediğinden bahsediyor sadece ki bu bir yorum değil bir vak'a nın olduğu gibi aktarılmasıdır. O'nu cahil gibi göstermek gibi bir niyet ya da gönderme olmadığı apaçık ortadadır. Kaldı ki Peygamber Efendimizin (SAS) okuma bilmemesinin hikmeti de oldukça açıktır, ayetleri kendisinin yazdığı/uydurduğu (haşa)ithamına maruz kalmaması içindir. Tabii algılarımız belki niyetleri sütreleyebilir fakat yine de anlamaya çalışmakta fayda var, dua ile..Beğen
-
İsmetlim 13 yıl önce Şikayet Etalıntı. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bütün insanlığa saâdet aynasıdır. O aynada kendimizi ne kadar görebiliyoruz? Mizan etmeliyiz… Merhametimiz O’nun ölçüsünde mi, ahlâkımız O’nun ölçüsünde mi, diğergâmlığımız O’nun ölçüsünde mi?Beğen
-
ercan şen 13 yıl önce Şikayet Etsalavat. mademki yazının konusu Peygamber efendimiz hz.Muhammed mustafa (sallallahu aleyhi vessellem )o halde onun sözlerine kulak kesilelim. cimri benim ismim anıldığında (sallallahu aleyhi vesellem) salavat getirmeyendir.Beğen Toplam 1 beğeni
-
kenan elli 13 yıl önce Şikayet Etsalavat. AllahümmesallialaseyyidinaMuhammedBeğen