İşi hakkını vererek yapmak
Ama bu benzerlik sadece dış görünüş itibariyledir; söz konusu faaliyetler işin kendi gerçekliğine uygunluk açısından mercek altına alındığında, farklılıklar hemen dikkat çeker.
Buradaki ayırt edici husus, ifası esnasında işin hakkının tam anlamıyla verilip verilmemesi ile ilgilidir. Her iş için geçerlidir bu. İster amatörce yapılsın, isterse profesyonel düzeyde yürütülsün. Hiç fark etmez. Hatta profesyonel kişiler eğer işlerini yasak savmak kabilinden yaparlarsa, bu kötü olmanın ötesinde bir de tehlikeli sonuçlar doğurur. Çünkü iş yanlış olur, gerçeklik ile uyumlu olmayan beklenti ve yönelimlere zemin hazırlar. Ayrıca, asıl kaynağın da iyi değerlendirilemeyip heba edilmesine yol açar.
İşi hakkını vererek yapmak veya yapmamak olarak ifade edebileceğimiz bu durumu, üniversitelerin geleceğe yönelik stratejik planlarıyla ilgili bir örnekle açıklamaya çalışalım.
1999 yılında Avrupa’da Yükseköğretim alanında karşılaştırmalı bir iyileştirme süreci başlatılmıştı. Bologna Süreci olarak bilinen bu programa Türkiye'de 2001’de katılmıştır. Söz konusu süreçte;
a) üniversitelerin diplomalarının belirli bir karşılaştırmaya ve denkliğe imkân verecek derecede düzenlenmesi,
b) Avrupa Kredi Transfer Sistemi aracılığıyla farklı ülkelerin üniversitelerindeki derslerin birbirleri tarafından tanınması,
c) İlgili ülkelerin üniversiteleri arasında öğrenci ve Öğretim Üyesi değişimi ya da hareketliliğinin sağlanması,
d) Avrupa Yükseköğretim Kalite Güvence Ajansı marifetiyle yükseköğretimde belirli standartların geliştirilmesi amaçlanmıştır.
Üniversitenin varlık gerekçesine ters olan
Bu süreçte üniversitelerin birbirinin kopyası olacak şekilde aynılaştırılmasının düşünülmediği özellikle vurgulanmıştır. Çünkü üniversitelerin içinde bulundukları ülke ya da toplum gerçekliğini göz ardı ederek bilimsel etkinlikte bulunmaları mümkün değildir, bu onların varlık gerekçesine de terstir. Olması gereken, eğitim-öğretim faaliyetlerinin birbiriyle uyumluluğu, en azından anlamlı bir karşılaştırmanın yapılabilirliğidir.
Şimdi biz burada üniversitelerin yukarıdaki amaçlar yönünde bir stratejik plan yaparken hangi yanlışa düşmemesi gerektiği üzerinde duracağız. Önce şunu belirtelim ki, bir kere strateji ya da stratejik kavramı kendi başına bir eleştiri konusu olabilir. Bunu bir kenara bırakalım. Asıl eleştirmek istediğimiz bu değil.
Söylemeye çalıştığımız, üniversitenin geleceğe yönelik planlarının “rekabet stratejisi” ve “rekabet avantajı” gibi çalışmalarıyla tanınan Michael Porter’in şirketler için önerdiği kuramsal modeller referans alınarak yapılmasının doğru olmayacağıdır. Bu iki bakımdan yanlış olur. Birincisi, üniversite toplumun sorunlarına kendine özgü (bilimsel) yöntemlerle çözüm önerileri üretmekle görevlidir. Şirketler gibi sadece kâr gözeten bir kurum değildir. Toplumsal sorumluluk söz konusudur burada.
İkinci olarak ise zaten Bologna Süreci ile özellikleri belirtilen yükseköğretim dar anlamda bir üniversite rekabetini değil, birbiriyle uyumlu ama işlevsel çeşitlilik içerisinde karşılaştırılabilir etkinliklere sahip bir üniversite modelini öngörmektedir. Kalite güvencesi için kamusal sorumluluk taşınacağının ve muhtelif paydaşların söz konusu sürece edimli olarak dâhil edileceğinin belirtilmiş olması da buna işaret etmektedir.
Eğer üniversite öğreniminin yukarıda dile getirilen amaçlar çerçevesinde yaygınlaştırılması yoluyla toplumsal aydınlanma ve ilerlemenin yanı sıra ekonomik kalkınmanın da gerçekleşeceği varsayılıyor ise, burada toplumsal gerçekliğe duyarlı bir üniversiteden söz etmek durumundayız. Öyleyse, üniversitenin stratejik planında da bunu dikkate almak zorundayız.
Rekabet edebilirlik yerine, karşılaştırılabilirlik
Porter’in işletmelerle ilgili rekabet edebilirlik ilkesi yerine, üniversitelerle ilgili anlamlı/açıklanabilir karşılaştırılabilirlik ilkesi tercih edilmelidir. Bu, üniversite gerçekliğine daha uygundur. Paydaşlar olarak öğrenciler, eğitim-öğretim kadrosu, ilgili meslek grupları ve toplum ile ilişkilerde esas olan, karşılaştırılabilir ve ayırt edilebilir bir üretim (çıktı) etkisidir. Bu etkinin (sonucun) rakibi piyasadan silmesi hiçbir zaman üniversitenin hedefi olamaz. Eğer paydaşlardan söz ediyorsak, zaten rakip kavramı da yersizdir. Burada birbirini tamamlayıcı bir farklılık vardır olsa olsa.
Üniversite ile bir işletme (şirket) arasındaki farklardan biri de, kâr gözeten faaliyet planlaması konusunda kendini gösterir. Bir işletme rahatlıkla kendini kârlı yatırım ve üretim ile sınırlı tutabilirken, üniversite (bilimsel ve toplumsal sorumluluk gereği) böyle bir tercihe yönelemez. Hatta kendini sadece eğitim ya da araştırma etkinliği ile tanımlaması da mümkün değildir. Üniversitede eğitim, araştırmayı da içerir zaten. Bu bilimsel eğitimin doğal bir parçasıdır.
Üniversitede en önemli şey; bilimsel araştırma mantığı temelinde sorgulama ve gözlem yeteneğiyle hadiseleri ve olguları yorumlayıp çözümleme yapabilmektir. Üniversitenin stratejik planı bunun sağlanmasına yönelik olduğu ölçüde, işin hakkı verilmiş sayılır.
Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat - Haber 7
icanbol@hotmail.com
-
kenan elli 13 yıl önce Şikayet Ether alanda yapılan işin hakkını vermeye mecburuz.. bir akademisyen olarak yazar, üniversite temelinde yapılması gerekenleri, anlaşılır ve yol gösterici şekilde bir betimleme yapmış. üniversite örneği üzerinden sosyal ve kurumsal bir çok alanda da, yapılan işin hakkını vererek "hakkın sahibine teslimi demek olan" adil olma anlayışı ile işin özü ortaya konulmuş.Beğen Toplam 2 beğeni
-
İsmetlim 13 yıl önce Şikayet Etsayısal artışı donanımlı hale getirebilmek. üniversitelerin sayısal olarak çoğalması bulunduğu yerlere bazı avantajlar ve gelişmeler sağlayabilir.fakat yazıda da üzerinde durulduğu stratejik planların, bu üniversitelerin altyapı çalışması sırasında nedenli dikkate alındığı tartışılır.bence bir başka husus ta;özel üniversiteler her ne kadar kuruluş amacımız kâr amaçlı değil dense de,toplumda ekonomik bir sektör olarak algılanmaktadır.aynen dershanelerde olduğu gibi.yazıda bu konuya da dikkat çekilerek arada olması gereken fark ortaya konmuştur.işin içinde biri olarak önemli tespitlerde bulunan hocamız gibi birçok üniversitede de bu konular rahatlıkla işlenir hale gelirse özgür ve sağlıklı düşünce adına mesafe alınıyor demektir.Beğen Toplam 5 beğeni
-
Mehmet Ciranoğlu 13 yıl önce Şikayet Etbence de son cümle... tam son cümlenin ne kadar can alıcı olduğunu yazacaktım ama ertan korkmaz bey benden önce yazmış bile fakat bu o kadar can alıcı bir nokta ki; zannedersem bu yazıyı okuyan ve üniversitelerle sadece öğrenci olarak bile olsa bir şekilde ilişkiye girmiş olan herkesin en çok dikkatini çekecek husustur. eminim üniversitelerimizde bir çok açık görüşlü bilim insanı bu hususu nazara verecek tespitlerde bulunuyor ancak pratikte gerçekten özgür düşüncenin önünü açacak adımlar daha atılmıyor belki de atılamıyor.. tabii bu hızlı üniversiteleşme sürecinde psikolojik zemin yeterli midir tartışılabilir ama en kısa zamanda, en azından köklü üniversitelerimizde, bu zeminin hazırlanması da önemli bir temennimizdir.. özgür düşünce talebimize zemin hazırlayan bu yazıyı yazdığı için de sayın hocamıza teşekkür ederiz:)Beğen Toplam 2 beğeni
-
ertan korkmaz 13 yıl önce Şikayet Etson paragrafta. üniversiteli olmanın ayrıcalığı ve yazının can alıcı noktası son paragrafta olsa gerek. merak ettiğim ve bilemediğim konu ise her ile bir üniversite mantığıdır.bu sadece gençleri üniversiteli mi yapacak yoksa gerçekten yazıda da belirtildiği gibi yorumlayan ve çözümleme yapabilen kişilermi yetiştirecek?son olarak ta üniversite giriş sisteminin değişmesi konusu.yeni eğitim sistemiyle çocuklarımız ilk ve orta öğretim sıralarındayken istedikleri yönde hayatlarına yön verirler inşallah.Beğen Toplam 5 beğeni