Diyanetli olmayı yeniden düşünmek
“Diyanetli” denildiğinde, dinine bağlı ve yalandan dolandan sakınan kişi akla gelirmiş eskiden. Diyanetli kavramının şimdilerde çağrıştırdığı anlam ise biraz farklılık arzediyor. Özellikle son dönemlerdeki müftü atamalarının yapılış tarzı ile bazı illere akademisyen müftü atanmasındaki aceleci ve hazırlıksız uygulama biçimi; Diyanetli olmayı bir yandan mağdur ve mahzun, diğer yandan ise ilkesiz/ölçüsüz ve lâkayt olmak ile eşanlamlı hale getiriyor.
Akademisyen müftü tercihi, son yıllarda diğer kurumlarda olduğu gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda da geleceğe yönelik stratejik planlama çerçevesinde düşünülmüş bir projenin gereği olabilir. Din hizmetlerinin, belki Türkiye’de uygulandığı şekliyle, klasik anlamda cami çevresinde yürütülmesi yerine, toplumun her kesimine ulaştırılarak etkisinin arttırılması amacıyla akademik yöntemlerden istifade edilmesi, tabii ki, iyi olur. Ancak, burada şunu sormak durumundayız: Acaba bir İlahiyat profesörü, sözü edilen amacın gerçekleştirilmesine yönelik olarak, il müftülüğü görevinde mi yoksa bulunduğu fakültedeki akademik işleriyle meşgul iken mi kendisinden beklenen performansı (faydayı) daha iyi ortaya koyabilir?
Hedeflenen işin iki boyutu var. Biri hizmet içeriğinin (bilgi ve yöntem) hazırlanması, diğeri ise bunun topluma belirli bir iletişim yoluyla sunulması. Birincisinde İlahiyat hocalarından akademik destek alınarak yararlanılabilir, bunun çeşitli yolları vardır. Seminerler düzenlenebilir, ilgili konu/sorun veya hizmet amaçlı projeler hazırlanabilir. Bütün bunlarda akademisyenin bilgi ve becerisini yukarıda dile getirilen amaç doğrultusunda hizmete yönelik olarak değerlendirmek mümkün. İlle de müftü yapılması gerekmez bir İlahiyat profesörünün.
Taş yerinde ağırdır, denilmiş, bu boşuna söylenilmiş bir söz değil. Halkın içinden gelen, çekirdekten yetişme, cami içinde ve dışında cemaat ile birlikte olan müftüler daha etkin olurlar. Burada İlahiyat Fakültesi öğretim üyeleri ilgili alanlardaki araştırma ve çözümlemeleriyle Diyanet’in stratejik planının hayata geçirilmesine katkıda bulunabilir. Böyle bir işbirliğinin daha faydalı sonuçlara zemin hazırlaması mümkündür.
Ne var ki, Diyanet söz konusu stratejik planla faaliyetlerin denetlenebilir ve takip edilebilirliğini bir hedef olarak belirlemesine rağmen, bunu önceki dönemlerle karşılaştırılabilir biçimde gerçekleştirmenin bu gidişle kolay olmayacağını kendisi de kabul etmek durumundadır şimdi.
Sadece iyi niyet yeterli olmaz
Anlaşılıyor ki, sadece iyi niyet yeterli olmuyor, bir işin başarıyla sonuçlanması için onunla ilgili ön çalışmanın yapılıp altyapının hazırlanması, sonrasında ise adil ve isabetli kararların dirayetle uygulanması gerekiyor. Bu esnada tabii ki şahısların hak ve hukuklarına da riayet şarttır. Aksi halde hem ilgili kişilerin mağduriyeti ve aynı zamanda kamu hizmetlerinin aksaması söz konusu olacak, hem de idare (Diyanet İşleri Başkanlığı) yanlış idarî tasarrufundan dolayı itibar kaybına uğrayacaktır.
Bursa Müftülüğü’ndeki atama ve atamaya müftünün itirazıyla gelişen hadise buna örnek verilebilir. Diyanet, İlahiyat profesörü Mehmet Emin Ay’ı Bursa Müftüsü olarak atamış, ama mevcut müftünün idarî mahkemede hakkını araması ve mahkeme kararıyla görevine geri dönmesi sebebiyle, bu atamadan beklediği sonucu elde edememiştir.
Bu da işin bir başka yönüdür. Gereksiz yere, kurumlar ve şahıslar arasındaki ilişkiler zarar görmüş, aynı zamanda da tasarlanan proje başarısızlığa uğramıştır.
Kurumun dışından biri olarak eğer bazı müşahhas örnekleri gözlemleyerek, Diyanet’te atama ve yer değiştirmede uyulması gereken âdil kriterler olmadığına kanaat getiriyor isek, bu, Diyanetli olmanın haksızlığa da maruz kalmak olduğuna işaret eder. Diyelim ki, bu duruma düşen görevliler idarî yargıya başvurarak haklarını elde ettiler (ki bunun örnekleri vardır), ama bu sorunu çözmeye yetmez.
Sorun, halka doğruyu ve iyiyi telkin edip bu anlamda hizmet sunma durumundaki bir kurumun iyi ve doğru olmayan bir idarî tasarrufta bulunmasıdır. En talihsiz olanı da, yönetimin tepesindeki bazı Diyanet yetkililerinin kendileri için bağlayıcı olması gereken sözlerinin arkasında duramıyor olmaları.
Burada hem işin hakkaniyeti bakımından, hem de uygulanabilirliği ve işlevselliği yönüyle sorumluluk taşıması gerekenlerin kimler olduğu bellidir. Bunu çevremizdeki Diyanet görevlileriyle ilgili olarak çeşitli vesilelerle tanık olduğumuz işlerin yürütülme biçimine atıfla isim vererek de söylemek mümkün.
Söz verip de sözünde durmamak… Yapmayacağı şeyi söylemek… Bunların ne anlama geldiğini en iyi bilecek kişilerin bunu yapması, daha da üzüntü verici.
Gerçek hangisi? Ya da gerçek nerede?
Üretken ve yapıcı iletişim kültürünün zayıflığı
Hakkın, doğru söz ve eylemin tarafındadır gerçek. Gerçeğin karşısındaki ise yalandır. Adı, unvanı, makamı ne olursa olsun, söz ve eylemi birbirini doğrulamayan kişilerin kurumları temsil makamında olmaları, kötü kurumsallaşmayı teşvik eder. Üretken ve yapıcı iletişim kültürünü daha doğmadan öldürür.
Halkı irşat yani bilgilendirip aydınlatma işi de önce yakın çevreye vefa ve sadakati zorunlu kılar. Diyanet’te bu ne ölçüde var?
Diyanetli olmayı yeniden düşünmek mi gerekiyor?
Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat - Haber 7
Twitter /icanbol
-
mehmet nacar 13 yıl önce Şikayet Etliyakat esas olmalı. hangi kurumda olursa olsun atamalarda liyakat ve hakkaniyet esas olmalı,eğer bu kurum diyanet gibi her bakımdan örnek olması gereken bir kurumsa buna daha fazla itina gösterilmelidir.bu konuda sağlam kriterler ve ölçüler olmalı,çalışanla çalışmayan aynı kefeye konulmamalıdır.ilahiyat fakülteleriyle diyanet işleri birbirini tamamlayan bir elmanın iki yarısı gibidir.bunun bir rekabete dönüşmesi her iki kuruma da zarar verir.sonuçta bu din hizmetlerinin aksamasına sebebiyet verir.Beğen Toplam 2 beğeni
-
İsmetlim 13 yıl önce Şikayet Etdirayet diyanetli olmayı engellememeli. ortaya yeni uygulamalar konulmadan önce bunların zihinlerde kabul görüp görmediğine bakmak gerekir.dolayısıyla konunun tartışmaya açılarak sağlıklı bir uygulama olup olmayacağına karar verilir. yazıya konu bahiste de böyle olmalıydı.bu gün kısa aralıklarla yapılan değişiklikler,yaz-boz tahtasına benzeyen uygulamalar maalesef mesafe alalım derken yerinde saymaktan başka bir işe yaramamaktadır."iki ölç bir biç" sözü böyle zamanlarda hatırlanmalı.dirayetli olmak ne yazık ki;diyanetli kişilere de hata yaptırabiliyor.istişare sünnet dir.hiyerarşik silsilede bu istişare yapılmalıdır.özellikle diyanet de.işte o zaman dirayet-diyanet arasındaki ahenk kurulabilir.uygulamalarınızda ya hakkı teslim edersiniz,ya da icraatınıza inandırırsınız.Beğen Toplam 3 beğeni
-
Mehmet Ciranoğlu 13 yıl önce Şikayet Etbir zamanlar... edebiyat öğretmenidir kendisi.. mevcut diyanet işleri başkanımızın da mezun olduğu yıllarda ankara imam hatip lisesinde sevilen öğretmenlerden biridir.. o sene mezun edeceği öğrencilerin mezuniyetlerine bir hafta kala dönemin psikolojik ortamının da etkisi ile şöyle demiştir: " arkadaşlar! 1 hafta sonra mezun olup görev yerlerinize atanacak veya bir üst aşamaya geçeceksiniz. kendinize gelin ve işinizi adam gibi yapın. hâle bak ki memlekette 80 bin kadrolu imam var ama ahlâksızlık, anarşi diz boyu.. bu memlekette 80 bin kadrolu komunist olsa bu ülkeyi şimdiye kadar 80 defa komunist rejime sokmuşlardı.." görev bir yana, bilmek bir yana velakin inanmak, inandığını yaşamak ve temsil etmek bir yana.. memlekete sizce ne gerek??Beğen Toplam 5 beğeni
-
ertan korkmaz 13 yıl önce Şikayet Etdiyanet ve mele. her siyasi iktidar değişimleri sonrası gündeme gelen ve yer yer gündem oluşturan ilahiyat fakültesi profesörlerine bakın. hiç biri diğeriyle ortak payda da buluşamıyor gözüküyorlar.toplumda özellikle muhafazakar kesim bunlara çoğu zaman gülüp geçiyor.kendine güldürüp geçen hocaların yetiştirdiği kişilerin müftü olarak görev alması ve bölgesinde etkinliği her zaman sorgulanmazmı?balık'tan kurban yapacaksın,kadın erkek aynı safta yer alacaksın,başörtüsü olmayacak ,namazı ana dilinde kılacaksın vs..vs.diyanet işleri başkanlığına bu yıl için ''mele''alınacaktı.insanların sevdiği, bağlandığı ve itibar ettiği bu kişiler diyaneti ve müftüleri rahatlatmaz mı?mele konusunun yeniden gündeme gelmesi gerekir ki camilerde insanları saf saf dizilmiş huşu içerisinde boyun bükmüş bende geldim ''rabbim''dedirtsinler.Beğen Toplam 6 beğeni