Sözün göçü mü, zihin göçü mü?
Bu herhangi bir gerçeklikle ilgili tespit olabileceği gibi, bir sorunun çözümüne yönelik öneri de olabilir.
Böyle bir söz, bencil ve bayağı bir çıkar tanımlamasına yalancı şahitlik edemez. Cahilî tasavvurlar için dayanak ve gerekçe olarak da kullanılamaz. Kullanılsa bile sonuç vermez, çünkü yalancının mumu ancak yatsıya kadar yanar.
Sözün doğru ve güzel olanı nasıl ayırt edilir?
Güzel ve doğru söz, kökleri yerin derinliklerine kadar uzayan bir ağaç gibi gür ve etkili olur; yalan söz ise köklerini sel suyunun oynattığı zayıf bir ağaç ya da “kayalık üzerinde rüzgâra maruz kalan toprak” gibi görülmüştür.
Sözün değeri, önce süflî bir menfaat beklentisiyle malûl olmayan dürüstlük ve samimiyet ile söylenilmesinde, sonra da dinleyenin gönlünde oluşturduğu mutmainlik duygusunda gizlidir. İkiyüzlü söz, başlangıçta her iki tarafta hoş etkiler bırakıyor gibi görünse de, uzun vadede kalbi ve aklı ikna etmeye muktedir olamaz. Zaten ârif olan daha en başta anlar yalan sözün sahteliğini. Ârif olmayan da biliyor bunu. Bilinenin dışa vurulmaması, karşılıklı bir hesap içerisinde olunmasındandır. Herkesin kendince bir hesabı vardır.
Bir de, gerçeğe yalan isnat eden sözler vardır. Hatta bunun ilmî bir görüş gibi sunulan türü de bulunmaktadır. Örneğin dinin iki temel kaynağı (Kur'an ve Sünnet) insanlar arasında soy/nesep itibariyle üstünlük değerlendirmesini yasaklamış iken, daha sonra bazı çevreler soya dayalı üstünlüğü savunmuşlardır. En kötüsü de, bu yanlış söze İslam Peygamberini, daha doğrusu, O'nun (adına uydurulmuş) sözlerini kaynak gösterme cüretidir.
Bu konuyla ilgili olarak, İlahiyat Profesörü Mehmet Said Hatiboğlu'nun aydınlatıcı çalışmaları bulunduğunu belirtelim. Örneğin, Kültürel Mirasımızı Tenkid Zarureti[1] adlı kitap… Özellikle de nesep üstünlüğü görüşünü karşılaştırmalı bir eleştiri temelinde inceleyen bu kitabı, konuya ilgi duyanların okumasında fayda görüyoruz.
Söz nesep ve soydan açılmışken, Emevî hükümdarlarından Birinci Abdurrahman'ın şu sözlerine de kulak verelim:
“Biz geri dönemeyiz. Sürdü Abbasîlerin kini
Tüm dünyanın ötesine kim varsa soyumdan”.[2]
Soy… Soya bağlı üstünlük kuruntusu… Ana kaynağa rağmen, soy sop ile meşguliyet… İşte bu soy ve nesep tutkusuna kurban gitmişti Emevîler.
Birinci Abdurrahman, Tarık Bin Ziyad'ın 751 yılında İspanya'yı fethetmesinden kırk dört yıl sonra Kurtuba'da Endülüs Emevi Devleti'nin hükümdarı olmuştur. Kendisi de, yukarıdaki dizede ifade ettiği gibi, Emevi hanedanının son temsilcilerinden biri olarak gelmişti dünyanın bu ucuna (İspanya).
Keskin sirkenin küpüne zarar vermesi gibi, Emevilerin aşırı derecedeki soy/nesep bağımlılığı da kendilerine zarar verdi. Kin duygusu üretti ötekilerde. Oysa olması gereken bu değildi. Dinin ana öğretisi bunu öngörmüyor, hatta kesinlikle reddediyordu. Ama olan olmuştu bir kere.
Bunun sonucunda da, Birinci Abdurrahman'ın deyişiyle, Abbasilerin kin ve nefreti, kendilerini diğer Müslümanlardan üstün gören Emevi soyunu sürgün etmişti siyasetten ve yurttan. Bu, öğrenilmesi gereken bir dersti. Siyaset, dünyanın başka bir köşesinde, belki soy bağımlılığından azade biçimde devam edecekti.
Nitekim Endülüs Emevi Hükümdarı Abdurrahman, uzaktan hurma ağacına seslenip “…ve yapraklarının hışırtısı/ sızlanıyor, ruhumu incelten bir acıyla” derken, ders almış görünüyor. Ruhu incelmiştir artık.
Aynı şekilde, Kurtuba'da vezirlik yapmış olan, şair ve düşünür İbn Hazm (994-1064), Emevi soyundan gelmiş olmasına rağmen, nesep üstünlüğü fikrine karşı çıkmıştır. Hicret/göç iyi gelmiş olmalı Emevilere.
Bağdat'ta gerçek sözü asıl kaynağından göç ettirip saptıran Emeviler, Kurtuba'da zihniyet göçüyle söze gerçek kimliğini tam anlamıyla verebilmişler midir? Endülüs uygarlığının bu açıdan iyi irdelenmesinde yarar var. Bu başka bir yazının konusu olabilir.
Sözün göç ettirilmesine bir örnek de bugünkü Türkiye'den olsun:
Ertuğrul Özkök, bir televizyon söyleşisinde, “şerefsiz sözü Ahmet Kaya'nın en sevdiği sözlerden biriydi” diyor. Bir film sahnesindeki görüntüsünü yorumladığı biri için Ahmet Kaya'nın “vay şerefsiz, vay!” diyerek sevecen bir tavır sergilediğini söylüyor. Kendisinin de gazete manşetinde Ahmet Kaya için kullandığı “şerefsiz” sözünün bu anlamda sevecen bir söz olduğunu anlatmaya çalışıyor.
İşte bu söz, zevahiri kurtarmaya çalışan, gerçekle hiç ilgisi olmayan, dönek bir sözdür. Sözün göçüdür. Söylenildiği andaki amacı ve düşünceyi yansıtmaz, daha sonraki zamanın değerleriyle uyumlu bir söylemi ifade eder.
Ne var ki, zamanın değer yargıları değildir burada önemli olan. Sözün hangi amaçla, nasıl bir beklentiyle söylenildiğidir. Sözü mevcut değer yargılarına uydurma çabası ise kendi başına bir ikiyüzlülüktür.
Bu, bir yüreksiz ve dönek söz örneğidir. Sözün göç ettirilmesidir. Toplumdaki meşru değerler istikametinde bir söz göçüdür. Ama asıl niyetin ilk sözde gizli olduğu konusunda kimsenin kuşkusu yoktur.
Sözün göçü, zihin ve hatta zihniyet göçü ile birlikte olmadıkça, sahtecilik devam eder.
Bugün Kurban Bayramı. Bayramınızı kutlar, bu Kurban Bayramı'nın kalplerimizi yumuşatıp sahtecilik ve zulümden uzaklaşarak, iyilik ve güzelliklere yakınlaşmamıza vesile olmasını dilerim.
-
ertan korkmaz 13 yıl önce Şikayet Etkabullenmek olur o da yanlış olur.. geçmişte söylenen söz ve eylemleri veyahutta eylem planlarını günümüzde haklı görmek o zaman ki konjoktürü kabullenmektir ki o da yanlıştır.herkes kendini birşeylerin sahibi,koruyucusu ve ölümüne savunucusu olarak görür bu da şu an devam eden bütün davaların, zamanında gerekliliği ve haklılığı gibi algılanır.ALLAH (c.c.)yarattıkları için değişmez ve her zaman kendini koruyan sözleri vardır.bu da kur'an'dır.kur'an'a bağlı yaşayan , yaşamayı nasip ettiği ve edeceği kullarının kurban bayramları kutlu olsun.ALLAH(c.c.)hac görevini yerine getiren müslümanların da haccını kabul etsin.bizleride hacı olup şeytan taşlayanlardan etsin.Beğen Toplam 6 beğeni