Prof. İbrahim S. Canbolat
Prof. İbrahim S. Canbolat
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Ortadoğu'da söylemi güçlü, etkisi sınırlı Türkiye

GİRİŞ 22.11.2012 GÜNCELLEME 22.11.2012 YAZARLAR

Ne gezer!.. Biri bitiyor, diğeri başlıyordu keskin dönemeçlerin. Sonu gelmiyordu.  Ve bir halk, kokluyordu toprağı nefes nefes. Savaş öncesi, savaş sonrası… Ve bir halk, hasretini duyuyordu ekmeğin. Hasretini duyuyordu özgürlüğün. Canlar tükeniyordu…

Sonunda, tek seçenekleri direniş oluyordu. İntifade denilen bu eylemde taş atıyordu çocuklar işgalci İsrail askerlerine. Ne ki, çocukların attığı taşlar uzaklaştıramıyordu askerleri. Taşa karşı mermiler geliyordu çocukların üstüne.

O zamanlar, “barutlar uçuşmasın görkemli balonlardan/ve mermiler öpmesin alnından çocukların” demek düşüyordu bize. Öğrenciydik, tepkiliydik… Ama sınırlıydı gücümüz. Etki alanımız dardı. Bugünkü gibi gelişmiş iletişim araçlarına da sahip değildik. Birkaç adım geriden takip ediyorduk gelişmeleri.

Şimdi daha büyük bir sorumluluk var üzerimizde. Çeşit çeşit iletişim ve haberleşme araçları, hadiseleri anında, canlı olarak izlememizi mümkün kılıyor. Tanık durumuna getiriyor bizi. Katliamın, haksızlığın tanığı oluyoruz.

Bu tanıklık, aslında, bizim bir başka gelişmeyi daha fark etmemizi sağlıyor; o da, uluslararası yapının ve buarada Filistin'in statüsünün değişmesidir. Soğuk Savaş döneminde Filistin Kurtuluş Örgütü adı altında hak arama mücadelesi veren Filistinliler, 1990'lardan itibaren Filistin Yönetimi olarak uluslararası toplumda kabul görmeye başlamıştır. Avrupa Birliği ve ABD'nin de aralarında bulunduğu Batılı devletler de tanımıştır Filistin'in bu yeni statüsünü.

Ne var ki, şimdilerde tekrar İsrail'in korku siyasetine maruz kalan Gazze'de, yeni dönemin  (sözde) demokratik teamülleri ve Avrupa-Akdeniz Ortaklığı hükümleri gereğince, halk iradesi sonucunda Yönetim'i devralan Hamas, Batılılar nezdinde terörist muamelesi görmeye başlamıştır.

Örneğin bu satırların yazıldığı gün Almanya'da çıkan Die Welt gazetesinde şöyle bir haber vardı: “Hamas teröristleri gece boyunca İsrail'in güney bölgesine 200 füze ile saldırıda bulundu”. Konuya yaklaşım farklılığına bakınız!  İsrail'in kendini savunma hakkına saygılı olunması yolundaki Batılı değerlendirmelerin nereden kaynaklandığını görüyoruz burada.

Filistin'de direniş olarak adlandırılan eylemi kırmak amacıyla en şiddetli askerî gücü kullanan İsrail, artık karşısında taş atan çocuklar yerine, arada bir füze de gönderen Hamas Hükümeti'ni görünce, telâşlanmaktadır. Batı'nın ve uluslararası toplumun bu gerçekliği görmesi lazım. Hamas ile ateşkes müzakeresi bu yönde ister istemez ikili bir görüşmenin ileriye yönelik işaretler verdiğini gösteriyor.

Peki, bu ne anlama gelir?

Bu şu demektir ki, İsrail ya aklıselim yolunu tercih ederek, Filistin'de iki devletli bir çözüm için Filistinlilerin devlet kurma hakkını tanıyacak ve işgal ettiği bölgeleri sahiplerine teslim edecek, ya da hâlen uyguladığı korku siyasetiyle devlette ve kamuoyunda zaten mevcut olan paranoya durumunu daha da arttıracaktır.

Hangisinin gerçekleşeceğini söylemek zor olur. Ama birinci seçeneğin hayata geçirilmesi için özellikle ABD ve Batılı ülkelerde soruna yaklaşım tarzında bir değişmenin olması gereklidir. İsrail'in inatçı paranoyak çizgiden geri dönüşü, şimdiye kadar hep arkasında bulduğu Batı desteğinin çekilmesine de bağlıdır.

Diğer bir gereklilik; başta Mısır olmak üzere, bölge ülkeleriyle İsrail arasında asgarî bir diplomatik ve siyasî ilişki zemininin kurulması olabilir. Burada belki Türkiye-İsrail ilişkilerini ayrı bir bağlamda değerlendirmek daha isabetli olur. Mavi Marmara Krizi'nden sonra dondurulan ikili ilişkiler Türkiye'nin ileri sürdüğü koşulların yerine getirilmesiyle normal bir seyirde yeniden başlatılırsa, Türkiye'nin çözüme katkı yeteneği de devreye girmiş olur. Hâlen bu çok sınırlandırılmış durumdadır.

İsrail'in dışında, üç komşu ülkeyle (Suriye, İran, Irak) de muhtelif konulardaki farklı siyasî pozisyonlar sebebiyle soğuk ilişkiler içerisinde olan Türkiye, aynı zamanda ülke içerisinde PKK terörüyle ( daha doğrusu, bir planlı karşıt siyaset ile) mücadele etmek durumundadır. Bütün bunlar, Filistin-Gazze Sorununda Türkiye'nin kendine özgü girişim yeteneğini kısıtlamaktadır.

Bunu İsrail ile Hamas arasındaki ateşkes görüşmelerinin Mısır öncülüğünde yapılması da gösteriyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu'nun bu esnada Mısır ve Gazze ziyaretini hem siyasî hem de insanî açıdan takdire şayan bulmakla beraber, Türkiye'nin kendinden beklenen rolü bu konjonktürde tam anlamıyla oynayamadığını ifade etmek durumundayız.

Kredi derecelendirme kuruluşlarının ekonomik anlamda Avrupa'da en umut vaat eden ülke olarak gösterdiği Türkiye, bugün Ortadoğu sorunlarının çözümüne yönelik siyasî katkı anlamında acaba niçin aynı ölçüde umut vaat edici konumda değil? Bu sadece Türkiye'den mi kaynaklanıyor?

Hayır. Dış çevre faktörleri de burada belirleyici role sahiptir. Hangi konjonktürde nelerin olduğunu iyi gözlemleyerek, sebep-sonuç ilişkisiyle meydana gelen kayıp ya da kazancın tesadüfen gerçekleşmediğini anlayabiliriz.

Söylemi güçlü, ama bölgede dönüştürücü etkisi sınırlı bir Türkiye mi var bugün? İşte bunu yukarıda dile getirmeye çalıştığımız çerçevede düşünmek yararlı olur.  Bu durumdan kimlerin kaybı, kimlerin kazancı olabileceğini düşünmek…

Dün Filistin'de keskin dönemeçlerden geçen bir halk vardı. Bugün onlara Suriye'dekiler de eklendi. Suriye rejiminden kaçarak Türkiye'ye sığınan insanların sayısı her gün biraz daha artıyor. Buradaki iç savaş ve katliamlar bir yana, siyasetin oluşturduğu öyle bir kör nokta var ki, esas tehlike orada kendini gösteriyor. Dışarıda İran ve Irak siyasî çıkar algılamalarıyla komşu ülkedeki zulme destek verirken, bir yandan da Türkiye'ye karşı tavır almış oluyorlar.

Bu kör noktanın bir de iç siyaset boyutu var. Anamuhalefet CHP de hükümete karşı benzer bir tutum içerisinde. Mazlum ile zalim ayırımında sorunlarla karşılaşılıyor. Bu, ülkenin siyasî enerjisinin etkin kullanılmamasına yol açıyor.

Yukarıda değinilen konjonktürel etkisizliği bu açıdan incelemek mümkündür. Bunu yaparken, haksızlık karşısında suskun kalmanın, bizi dilsiz şeytan durumuna düşüreceğini de unutmamak zorundayız.

İbrahim S.Canbolat - Haber 7

icanbol@hotmail.com

YORUMLAR 4
  • İsmetlim 13 yıl önce Şikayet Et
    türkiye'nin etkisi ve karşıt taktiksel manevralar. filistin halkının yıllarca çektiği zulüm hâlâ devam ediyor.bu gün türkiye'nin takındığı tavır ve etkisi dünkünden çok çok farklı.ama artık hep fazlasını istiyoruz.haklıyız,zira fazlasını yapmak gerek.tabiri caizse cambazların yaptığı gibi tüm marifetlerimizi sahneye koymalıyız..türkiye'nin başlattığı kamuoyu avrupa-abd-orta doğuda etkili olmuştur.ateşkes kararının alınmasında mısır'ın öne çıkmış görünmesini de iyi okumak gerekir.bu görüntüyü amerika özellikle,isteyerek vermiştir.israil de türkiye'nin böyle bir fotoğrafta bulunmasını zaten hiç istemez.mısır eski hastalıklarına yakalananıp amerika'nın dümen suyuna girer mi? insanın aklına kötü şeyler geliyor.inşALLAH mursi dönüşüme uğrayıp sedat profili çizmez.türkiye'nin tüm bunları görmesi gerekir.heybetli duruş amerika’yı böyle taktiksel manevralara mecbur bırakmıştır.
    Cevapla
  • kenan elli 13 yıl önce Şikayet Et
    bölgede önceden planlamalar... israilin o bölgede konumlandırılması, kudüs gibi anlamı yüksek bir bölge'nin bugünlerinin önceden satınalınması aslında. dünya'nın derin güçlerinin planı işliyor. böyle diye susmalı mı?. tabiki değil. türkiye son 10 yıldır bu bölgedeki zulmün sona ermesi adına, yaşanan zulmün gözden ırak kalmaması adına elinden gelenin ötesini çabalıyor. güçlü söyleme rağmen etkisi zaman zaman sınırlıda olsa. her şartta hakk'ı dillendirmeyi şiar edinmek ne güzel bir anlayış. görünenin gerisinde türkiye'nin etkisinin işareti kimi göstergeler.. yazarın üniversite yıllarındaki duygu ve dizelerinin bugünlerde daha bir güçlü olarak türkiye gibi lider ülke sesi olarak dillendirilmesi bölge için umutları daha da artırıyor.
    Cevapla
  • ertan korkmaz 13 yıl önce Şikayet Et
    kapıları çalalım. kendilerini ''kendilerine vaad edilmiş topraklar''da yaşayan ve hala gerçek sınırlarına kavuşamamış bir dini inanış içerisindeki ülke ve insanları olarak gören israil..nüfuslarının azlığına rağmen dünya üzerindeki siyasi rolleri ve askeri güçleri.bu olsa olsa hala davalarının devam etmesini , zulüm ve vahşet siyasetlerini kendilerince haklı görmelerini gösterir.ama biz müslümanlara da susmak sinesine çekilmiş olmak değil ,zulüm karşısında durmak yakışır.başbakanın da dediği gibi bu sessizlik neden.o topraklar da yaşayan müslümanları sadece böylesi israil vahşeti zamanında mı hatırlayacağız.oraların da bizim için önemi yok mu?uzak olan mesafeler ötesindekiler deildir,kapısını çalmadığın karşı komşundur.müslümanlar ve ülkeler birbirlerinin kapılarını çalmaya başlarsa gücü v e birliği yakalamış olurlar ki kendilerine o zaman kim zulüm ve vahşetuygulayacak görelim.
    Cevapla
  • Havisoğlu 13 yıl önce Şikayet Et
    hak arama. "eğer adaletsizlik karşısında tarafsız kalıyorsanız, zalimin tarafını seçmişsiniz demektir" (desmond tutu). bazı müslüman ülkeler bu zulme karşı tarafsız kalmalarını en iyi bu söz dile getiriyor. yaşama hakkını savunmaya çalışan filistinlilere terörist diye niteleyenler en büyük teröristin ve birçok ülkelerde provakatörlük yapanın kim olduğunu çok iyi bilyiorlardır. onlar unutmasınlar ki gün gelecek sıra kendilerede gelecektir. bu gün desteklediklerinin yarın kendi ayaklarına kurşun sıkmayacağı ne malum?
    Cevapla