Niçin onlar gibi değilsin?
Hatta çok verimli tartışmalar, görüş paylaşımları da meydana geldi bu vesileyle. Özellikle de yurtdışında, farklı kültürlerin bir araya geldiği ortamlarda daha bir üretken oluyordu bu konulardaki söyleşiler… Sav geliştirici düşünsel çabalar…
(Yazarlık, şairlik ya da gözlem ve düşünmek -ki, düşünmek en büyük eylemselliktir- marifetiyle bir yazın türünde üretim yapma etkinliği de, öyle birdenbire ortaya çıkmıyor. Gözlem ve düşünce/tefekkür olmadan, herhangi bir başka yol izlenilerek, başkaları için de faydalı olabilecek bir yazarlık eyleminin hakkını vermek ne derecede mümkündür? Bu paragrafı burada yazının bir parçası olarak değil, genel bir sorgulama ve düşünme yöntemi anlamında, bir kenara not edebilirsiniz.)
Doktorasını bir Avrupa ülkesinde yapmış bir dostumuz, bir gün konuşurken, bazı kişilerden dinlediği anlatımlardan söz ettikten sonra, “sen niçin o ülkedeki öğrencilik yılları anılarından bahsetmiyorsun onlar gibi?, diye sordu. Belli ki, biraz da garibine gitmişti anlatılanlar. Belki de farklı bir kanaldan daha dinlemek istiyordu. Acaba gerçekten öyle miydi insan ilişkileri?..
Yaşanılan ya da tanık olunan şeyleri anlatıp anlatmamak, anlayış ve tercihle ilgili bir durumdur. Ama bu, daha sonraki zamanın bir tercihi değildir; anlatılan hadisenin geçtiği zaman dilimindeki tercih ve davranıştır önemli olan. Ya hadiselerin içine dalar, yerli yersiz onların öznesi haline gelirsiniz; ya da kendinizi bir gözlemci konumunda tutarak, gerektiğinde, birey ve topluma yönelik eleştiri hakkınızı kullanırsınız.
Birinci durumda, siz, o toplumda bağımsız gözlemci olmaktan çok uzakta bir hayat tercihinden dolayı, sağlıklı bir eleştiride bulunmaya da ehil değilsiniz demektir. Hâlbuki diğer durumda, Hegel'in ifade ettiği gibi söyleyecek olursak, bir “düşünen bakış” sayesinde toplumun fotoğrafını çekmiş olmanın sağladığı birikimle, nesnel bir değerlendirme yapmanız kolaylaşacaktır. Bunun belirli bir yazın türünde gerçekleşmesi ise sizi yazar, şair kimliğiyle gündeme getirir.
Örneğin, kendinizi şöyle bir sorgulamayla hesaba çekebilirsiniz:
“Yıllarını toplasam hayatımın/eksiği olmayan yirmi üç eder/yolun başında mıyım bilemem/döner bakarım geçtiğim sahralara/bir gülen seraptan gayrısını göremem/bana ufku gösteren/bir de yakılmış gönülleri sevdalıların/umutla tutkulu vuslata/aşinası olurlar gözbebeğimin… İçimde bir sorudur dün ne yaptığım/yaşadıkça, düşündükçe vesayet ödevimi”.
Bu ve buna benzer sorgulama ile tespit ve eleştirileri, Yaban Gülü Kokar mı? adlı bir şiir kitabında başkalarıyla paylaşıyorsanız, aslında, siz de bir anlatımda bulunmuş oluyorsunuz. Herkese açık bir anlatımdır bu üstelik.
Orada, örneğin, bir yerde şöyle denilmektedir:
Kalbinin ateşini duyuyorum
Perdesiz bakışlarından gözlerinin.
Kalp ateşi, bir arayışın, deruni bir devinim ile gizli bir yakarışın bakışlara yansımasıyla duyulabilir miydi? Evet, duyuluyordu. Bir toplumun, kültürün eleştirisi söz konusuydu bireysel hayatlarda.
Peki, onun yerine ikame edilecek başka bir model var mıydı? Olmaz mı, elbette…
Sevgim ve hayatım
Aradığın kaynak senin
Dindirebilmen için alevleri
Seraptan seraba taşan
Ruhundaki
Kilitli değil kapım sevgimdir açan
Ve hayatım bir serin su
Yanık köşesine
Yüreğinin
Gel.
İşte çağrımız da böyleydi. Bütün bir hayatı ve dünyayı ormanın içerisinde bir yerden ibaret zanneden birine, başka bir dünyanın olabileceğini anlatan, ona yeni kapılar açan bir çağrı.
Yaban Gülü Kokar mı?/Sehnsucht Rose kitabının, Sosyoloji derslerinin birinde genç hocamız Ottmar Ohlhausen tarafından, bir tür toplum eleştirisi anlamında, incelendiğini duymuştuk. Bir bakıma, hoca, diğer derste öğrencisinin kitabını ders materyali olarak önermişti. Orada, mevcut toplum değerlerine yönelik bir reddiye söz konusuydu.
“Bazen gözlerimi/göğüs cebime koymak istiyorum” derken, etraftaki manzaraların yarattığı hoşnutsuzluk ifade edilmiş oluyordu. Aynı zamanda bir teselli ve sığınak arayışı da vardı: Ve bazen ben/gül bakışlı çilem/sana gelmek istiyorum/bir yol bulup ışıktan/gecelerde.
O zamanın gerçekliğiydi bunlar. Bir yazın/şiir türünde dile getirilmiş, duyumsanmış bir gerçeklikti. Daha sonraki zamanda neyi anlatmak gerekebilirdi ki?
icanbol@hotmail.com
-
Mehmet Ciranoğlu 13 yıl önce Şikayet Etgörmekten öte... görmek-idrak etmek-yorumlamak-tespitler çıkarmak ve paylaşmak.. böyle yaşanırsa, hangi toplum içinde olunursa olunsun, zenginlik kazandırır yaşayana ve paylaşılana.. ne mutlu size hocam..Beğen Toplam 2 beğeni
-
İsmetlim 13 yıl önce Şikayet Etne mutlu.. nazargahı ilahi olan kalp,farklı terennümlerle sahibinin dilinde değişik haleti ruhiyelere bürünür.o’nun hüznü ateşte yanmak değil,ateşiyle kendisine meftun eyleyene vuslat özlemidir.deruni duyuş ve tefekkürün mekanı olabilen bir kalple yoluna devam edenler,etrafına da ışık olurlar.ışık olanlara ve o ışığın nuruyla garkolabilenlere ne mutlu.Beğen Toplam 5 beğeni
-
ertan korkmaz 13 yıl önce Şikayet Etkalp sahibine yanar. amaç aynı yol farklı ise farklılıklar bir an önce sonuca ulaşmak içindir.diğer türlüsü...evet farklılık onlar gibi ,bütün bir hayatı ve dünyayı orman içerisinde bir yerden ibaret sayarak buradaki yaşamı da bir ağaç gibi hür ve tek saymak değildir.''insan bedeninin başkenti kalptir''der yahyalıdan hocaefendi.o kalp ateşi sahibine yanar,duyduğu özlem gül kokusudur.sahibine yakmak ,kokuyu duymak farklılıktır.işte onlar diğerleri gibi değildir.diğerleri aydınlığa aşık olmuş karanlığa lutufta bulunuyorlar.Beğen Toplam 3 beğeni
-
kenan elli 13 yıl önce Şikayet Etfarklılık zenginliktir... farklılıklar toplum için bir zenginliktir. önemli olan bu zenginlikten istifade edebilmek. rutin ve olağanlığın çevreye ve topluma kazanımı ne olabilirki. olsa olsa alışkanlıklar oluşturur. farklılık - yeri geldiğinde aykırılık, almasını bilenler için önemli bir kaynak ve kazanım olur kendisine. iyilik ve öğretide, rutini aşarak farklılık ve vurgularla iz bırakabilmek ne güzel. hele bir de bunu şiir dizelerinde derinlikli anlam ile sunmak, almak isteyenlere ne büyük bir ikram.Beğen Toplam 2 beğeni