Türkiye'ye yeni güç kaynağı ve özgüven
Bir takım değerler vardır, varlığı üzerinde pek fazla kafa yormadığımız ama yokluğu durumunda bizim de var olamayacağımız. Hava gibi, zaman gibi.
Bunların varlığını göstermemiz kolay olmaz. Ancak, etkileriyle ve bize sağladıkları olanaklar sayesinde tanırız bu değerleri. Varlığımızın onlarsız mümkün olamayacağını biliriz.
Barış ve savaş kavramlarını düşünelim. Savaş gözler önünde somut bir yıkım ve tahribat ile kendini gösterirken, barış ve güvenlik ancak sonuçlarıyla ve toplum üzerinde yarattığı memnuniyet durumuyla varlığını hissettirir. Savaş gibi gürültülü ve yıkıcı değildir. Hafifçe esen, sıcak havada insana hoş bir serinlik veren meltem gibidir.
Buradan şunu anlarız ki, barış, savaşın yokluğu demek değildir; o, halkın siyasî ya da toplumsal gelişmelerden nasıl etkilendiğine bağlı olarak, önce algı düzeyinde, sonra da davranışlara yansıyan haliyle var olabilecek bir durumdur. Halkın ekonomik ve toplumsal refah düzeyinde bir gelişme sürecine ulaşması, ancak böyle bir barış ortamında mümkün olur.
Klasik savaş artık görülmese bile, bu, orada barışın doğal olarak varlığı anlamına gelmez. Savaşın çok farklı biçimlerde yürütüldüğü koşullar söz konusu olabilir. Ulusal ya da bölgesel düzeyde muhtelif çıkar algılamaları/çatışmaları belirli bir üst siyaset aracılığıyla işlevsel bir dönüşüm sağlanılarak, iyi yönetilemediği takdirde, barış için gerekli zemin tesis edilmemiş sayılır. İşte o zaman perde arkasında temsilî savaşlar, yerel ya da bölgesel savaşlar, sektör savaşları ortaya çıkar. Bunun en büyük tehlikesi, ilgili ülke ya da bölgede orta ve uzun vadede bir barış kültürünün oluşmasına zarar verecek olmasındadır.
Konuyu, Avrupa Birliği ile Türkiye'nin bu sisteme üyelik girişimi örneğinde, biraz daha somut olarak incelemeye çalışalım.
Önce, Avrupa Birliği'nin 2012 yılında Nobel Barış Ödülüne lâyık görülmesiyle başlayalım. Ödüllerin muhtelif veriliş sebepleri olduğunu, her zaman amaca uygun olmayabileceğini bir kenara not ederek, şunu söyleyelim: Avrupa Birliği'nin barışa katkısına vurgu anlamında, Nobel Barış Ödülü'nün Avrupa Birliği'ne verilmesi, bizce de isabetli bir seçim olmuştur. Çünkü Avrupa Birliği (Avrupa Topluluğu) projesi, fikir ve uygulama düzeyinde değerlendirildiğinde, işlevsel bir barış modeli olarak tanımlanabilir.
Bu tanımın ne derecede uygun olduğunu anlamak için, geriye doğru Avrupa tarihine bakmak yeterlidir. Komşu ülkeler arasında en kanlı ve yıkıcı savaşların yaşandığı ve sürekli tekrar ettiği Avrupa'da bu modelin hayata geçirilmesinden itibaren (üyeler arasında) herhangi bir kriz bile görülmemiştir. Muhtemel bir itiraza karşı hemen belirtelim:1992-1995 Bosna Savaşı, sistemin dışındadır ve başka faktörler vardır devrede. O ayrı bir konu.
“Özgürlük, güvenlik ve adalet” alanı olarak tanımlanan ve üye ülke vatandaşlarına herhangi bir ulusal bürokrasi engeline takılmadan istedikleri yerde iş kurma ve yerleşme hakkı tanıyan Avrupa Birliği; sistem içerisinde ortak çıkarlar ve “çeşitlilikte birlik” anlayışıyla, kendine özgü bir barış düzeni ortaya koymuştur. Ortak politikalar ve kurumların işlevi hakkında düzenli bir biçimde vatandaşların görüşünün alındığı bu sistemde, toplumun gereksinimleri karşılanarak, “iyi yönetilme hakkı” ile desteklenen bir refah düzeyi hedeflenmektedir.
Bu hedef bir yandan vatandaşların belirli bir ekonomik ve toplumsal refah düzeyine ulaşmalarıyla ilgilidir, diğer yandan ise ulus devletlerin klasik çıkar algılamalarıyla birbirlerine karşı düşmanca davranmalarını engellemeye yöneliktir. Avrupa Birliği'nin barış işlevi, tam da burada kendini gösteriyor.
Şimdilerde Yunanistan, Portekiz, İspanya gibi AB üyesi ülkelerde görülen ekonomik kriz, Avrupa Birliği'ndeki sistemsel barış ve refah olgusuna halel getirmez. Aksine, AB Sistemi, söz konusu krizin aşılmasına yönelik ulusüstü bir çözüm mekanizması hükmündedir. Bunu, örneğin, ortak politikalara uyumda sorunları olan Yunanistan'a getirilen çözüm paketinde görüyoruz.
Kaldı ki, ekonomik kriz biraz da küresel boyutta, konjonktürel bir nitelik arzedeiyor. Böylesi durumlarda salt ulusal önlemlerle krizin üstesinden gelmek kolay olmaz. Bu açıdan bakıldığında da, AB üyeliği önemli bir koruyuculuk anlamına gelir krizdeki ülkeler için.
Acaba konuyu Türkiye bağlamında düşündüğümüzde ne görürüz?
Şu anlaşılıyor ki, Avrupa Birliği ve Türkiye, karşılıklı tamamlayıcılık açısından, gelecekte birbirine daha fazla gereksinim duyacaktır. Avrupa ile karşılaştırıldığında, Türkiye'de gözlemlenen ekonomik büyüme ile ilgili göreceli olumlu atmosferin sürekli böyle gideceğini kimse iddia edemez. Dünya, bir anlamda, John Burton'un “örümcek ağı” modeliyle ifade ettiği bir Dünya Toplumu olarak evrilirken, Türkiye'nin tek başına ulusal ve bölgesel sorunlarla baş etmesi düşünülemez. Karar organlarında yer alacağı bir uluslarüstü kurumun (AB) katkısıyla meydana gelecek bir sinerji (ortak etki), Türkiye'nin ulusal ve küresel sorunlarla mücadele etmesini kolaylaştırır.
İçeride istikrarı yakalamış, dinamik bir üretim gücüne sahip, aynı zamanda AB ile üyelik müzakerelerinde müktesebat başlıklarını başarıyla tamamlayan bir Türkiye, Avrupa Birliği'nin geleceği için vazgeçilmez bir ülke konumunda olur.
Toplumuyla barışık devlet, devletiyle barışık toplum
Türkiye'nin, AB müktesebatını içselleştirerek, ekonomik ve toplumsal refahı gerçekleştirmesi, ona dış politikada bir bölge gücü olma yolunu açacaktır. Bütün bunların önkoşulu ise, ülkenin kırk yıldır maruz kaldığı “düşük yoğunluklu savaş”ın ağır yükünden kurtulmasıdır. Böylece, kendi toplumuyla barışık bir devlet, devletiyle barışık bir toplum marifetiyle, yukarıdaki anlamda de facto (fiilî) barışın sağlanması mümkün olabilir. Komşularla ilişkilerde de ilave bir güç pozisyonu kazandırır bu Türkiye'ye. Avrupa Birliği ile müzakere sürecinde ise özgüven.
icanbol@hotmail.com
-
mehmet nacar 12 yıl önce Şikayet Etbölgesel güç birliği. bu yazı türkiye'nin avrupa birliğine neden girmesi gerektiğini çok güzel bir şekilde ortaya koyuyor.bence de bu gün ülkelerin tek başlarına birşeyler yapmaları çok zor.ancak avrupa birliğinin bu güne kadarki tavırlarından bu işin çok kolay olmayacağı anlaşılıyor.ümit ederiz ki avrupa birliği de türkiyenin birliğe sağlayacağı katkıları görür de daha fazla oyalamaz.Beğen Toplam 6 beğeni
-
kenan elli 12 yıl önce Şikayet Etavrupa birliği'nin türkiye ye moral potansiyelinin her dönem farkında olunmalı.. türkiye avrupa birliği'ne katılım inancını ve buna uygun olarak gerek ekonomik, gerekse, sosyal ve siyasal gelişimini gözardı etmemelidir. özgürlük ve insan hakları uygulamalarının beklentiyi karşılar boyuta ulaşması şart. avrupa birliği kimi zaman türkiyeye karşı muamelede yanlışlık yapsa da, ülke olarak hedefe odaklanıp, farklı imaj oluşumlarından kaçınılmalı. çağımızda, hak ve özgürlükler ile sosyal yaşam ve barışı ülke (ler) halkına sunmada avrupa birliği mevcutlar içinde en ideal bir oluşumsa, türkiye bu ideal içinde, sahibolduğu değerler bütünü ile birlikte örnek olabilir. hem de avrupa birliğinin şuanki imajının üzerine katkı koyarak. bu yönü ile ab'nin türkiye için özgüven içinde yeni güç kaynağı potansiyeli gerçeği önemli bir tesbit..Beğen Toplam 8 beğeni
-
ertan korkmaz 12 yıl önce Şikayet Etceylan olmayalım. belgesel seyretmiştim.ceylanı aslan yakalamış kendine av yapmış parçalayarak yiyordu.diğer kuş ve benzeri hayvanlar ise aslanın biraz uzağında ceylandan kendine düşen payı alıyordu ki sırtlan gelene kadar.ormanların kıralı dahi çekildi bir kenara.evet ,kendi toplumuyla barışık devlet,devletiyle barışık toplum değilseniz ceylansınızdır.herkes bir tarafınızı kemirmeye kendine pay çıkarmaya bakar.ta ki sırtlan da gelene kadar.türkiye kendi geçmişiyle yüzleşirken devlet olarak toplumla barışmıştır.toplum da etnik ve mezhepsel ayrımcılığı bir kenara bırakarak devletinin yanında olmalıdır.gerisi ise bahar havası çek içine oksijeni bol bol.Beğen Toplam 8 beğeni