Yaşar İliksiz
Yaşar İliksiz
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Akdeniz'in dalgalarına karşı korsanlık felsefesi!

GİRİŞ 13.10.2008 GÜNCELLEME 13.10.2008 YAZARLAR

"İnsan sanki her dalgadan atalarının ruhlarının çıkacağını düşünüyor; amirlerinin kırbacı altındaki çıplak kölelerin kürek çektiği pruvası ve kıçı gözü pek savaşçılarla dolu bir kadırganın yaklaşacağını hayal ediyor.."

Akdeniz'in dalgaları arasında gemiyle seyahat ederken düşünüyor bunları, Akdeniz'in Büyük Korsanları eserinin yazarı E. Hamilton Currey. İşin garibi ben bu satırları tatil cenneti Antalya Rixos Premium Hotel'in balkonundan Akdeniz'in durgun sularını seyrederken okuyorum... Muhtelemelen Barbaros ve Turgut Reis kendilerini Hilal ve Haç arasındaki kavganın neferi görerek çarpışırken, yüzyıllar ötesinden 'birilerinin' kendileri hakkında ne düşüneceğini düşünmeyi akıllarından bile geçirmemişlerdi.

Değişik düşünceler geçiyor aklımdan. Karayip Korsanları'nın hasılat rekorları kırdığı şu günlerde dünyanın en namlı korsanları için tek senaryo bile düşünülmemesi garip değil mi? Hadi bırakalım Barbaros'u, Oruç Reis'i bir tarafa, Ahmet Mithat Efendi'nin  macerası Karayip Korsanları gibi bir çizgi roman tadı veren Denizci Hasan Mellah'ı dahi neden dizi yapımcılarının ve sinemacıların dikkatini çekmez şaşıyorum. Bu kadar mı yabancı olduk öz kaynaklarımıza... Olağanüstü sulandırılmış ve birbirine benzeyen şablonlarla çekilmiş senaryolarına rağmen Battal Gazi ve Kara Murat filmlerinin hâlâ hatırı sayılır rayting alması da dikkat çekmiyor mu?

Neyse geçelim, bu sinema ve TV sektörünün kendi 'iç' meselesi... Biz dönelim ünlü korsanlar üzerinden felsefi düşüncelerimizi sürdürmeye.

"Korsanlık" bugünkü şartlarda neresinden bakarsanız bakın dini ve ahlaki çerçeveye sığdırılması imkansız kavram. Ama onlar bir dönem Osmanlı'yı Akdeniz gölü haline getiren en büyük güçtü.

Her şeyi bulunduğu çağın şartlarında değerlendirmekte yarar var. Akdeniz'in Türk Korsanları bu açıdan kendilerini meşrulaştıracak hatta eylemleri kutsal görev kılacak en şanslı çağda yaşadılar. Şartlar onları birer yağmacı olarak anılmaktan kurtarıp, Allah ve Peygamber adına savaşan leventler kıldı. Hıristiyanların zulmü altında ezilen Müslümanların duaları ve destekleriyle Endülüs'ün intikamını almak da onlara nasip oldu.

Barbaros Hayrettin Paşa, Kanuni Sultan Süleyman'a "denizlere hakim olanların karaya da hakim olacakları" sırrını o günlerde vermişti. Bugün Ege'de yaşanan 'it dalaşları' ne kadar bu sırra vakıf olunduğunun göstergesi sayılır bilemem...

Aslında itiraf etmek gerekirse, yazdıkları tüm destanlara, memalelik-i Aliyeyi Osmanlı ve İslam Dinine yaptıkları tüm hizmetlere rağmen korsanlar, Türkiye coğrafyasının ölümsüz kahramanları olamadılar. Bunda mazlumların ahının katkısı da vardır hiç şüphesiz. Halk onlar adına destanlar yazmadı, türküler koşmadı, ağıtlar yakmadı... Devlet yöneticilerine ne kadar yakınsalar, halka o kadar uzaktılar. Halkın yaşadığı acılar, resmi tarih kitaplarından çok daha güçlü ve gerçekti çünkü...

Günümüzün modern koşullarında dahi korsanlar farklı şekilde varlıklarını sürdürüyorlar. Gemi ele geçirip, fidye pazarlığı yapan korsan sayısı hatırı sayılır derecede çoğaldı son aylarda.. Somali açıklarında bir gemi ele geçiren korsanlardan bahsetti en son haber ajansları. Hatta son eylemin çevrecilik adına yapıldığını açıkladı ve alacakları parayı katledilen kıyıları kurtarmak için harcayacakları belirtti korsanlar.  Ama her gayrı meşru eylemci kendisini meşru kılacak mazeretlere sahip değil midir? Bırakın meşruluğu 'uğruna şehit düşülecek' değerlere iman edenleri durduracak yasa ve kanun var mı ki yeryüzünde...   

Şahsen, gerek günümüzde gerekse geçmişte 'meşruların' desteği olmadan, 'gayrı meşruların' bu kadar kolay korsanlık yapabileceğine ihtimal vermiyorum.  

Bana göre meselenin ince noktası "hak-batıl", "adil-zalim", "kanuni ve gayri kanuni" noktası.

Korsanlar da tıpkı karadaki çeteler gibi "Adil idarelerin" zayıf kaldığı dönemlerde altın çağını yaşayan unsurlar. Adilliği sekteye uğrayan iradeler; adaleti insanları kucaklayamaz hale gelip, güçleri 'kötü çetelere' yetmez hale gelince "iyi çetelere" hoşgörü gösterir. O da olmadı "yandaş çeteler" kurarlar.

Mesela Balkanlara veda etmeden önce Osmanlı'nın hali. Yunan ve Bulgar çetelerine karşı "Türk çeteleri" bir umuttur. Marjinal yararları da olmuştur şüphesiz. Ama çetelere sığınmak yaklaşan felaketi ne kadar durdurabilir bunu gözlerimizle gördük. Gayri müslim unsurların çete eylemlerinin 'din adamlarına yönelik saldırılarına' misliyle karşılık veren Türk çetecileri, gayrı müslim çete unsurlarını tek cephede toplayarak kendilerini yalnızlaştırdıkları gibi ümidi oldukları devletin de çatır çatır çökmesine giden yolu açtılar...

Daha düne kadar Kürtler adına hareket eden eşkiyalar nasıl uluslararası terör çetesi oldu? Devletin gücüne kafa tutan teröristler, korsanlar kadar basit bir argüman kullanıyorlardı: "Bizden ol, güçlü ol ve istediğin her şeyi al!"  Peki onların karşısına gerek İslam dini gerekse Türkiye Cumhuriyeti adına dikilen 'gayrı meşru oluşumlar', onları meşrulaştırmaktan başka ne işe yarıyordu? Bugün o politikalardan ne kadar uzağız, bu da ayrı konu. 

Sorunun tüm çağları aşan tek çözümü belli: Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!

Ama 'devlet' derken demir elli baba mı, geniş sineli ana mı düşündüğünüz de önemli.

Devlet demir elli baba olmaya soyundu ve bedelini ağır ödedi. Ana kucağının küs kardeşleri barıştıran sıcaklığını denemesinde yarar var.

Aslında hem anne şefkati hem de baba himayesiyle yoğrulmuş yuva sıcaklığıdır bu vatanın huzuru özleyen tüm unsurlarının hasretini çektiği... 

Ve o sıcaklığı hiç bir korsan bize vaat edemez. Bunun farkına varmak zorundayız... 

YAŞAR İLİKSİZ - HABER 7

yasar.iliksiz@haber7.com

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL