Günlerden bir pazardı...
Muhtemelen Taksim'de bombanın patladığı dakikalarda; eşim, kızım ve minik canavarımla Kasap Çayırı sırtlarından Rumeli Kavağı'na doğru yürüyor ve insanların günlük hayata yetişmek için koşturmakla ne çok şey kaybettiğini düşünüyordum.
"Haber okumadan da yaşar insan, hem de daha mutlu yaşar" sözüme gülenler, o saatlerde ekran başında an be an endişeyle gelişmeleri takip edip, tahminler yürütürken, birbiri ardına ekrana çıkan yorumcuları dinleyerek kim bilir ne çok şey kazanıyorlardı. Ben, her şeyden habersiz doğanın tadını çıkartarak, ister istemez, çok şey kaybedenler safında yer alıyordum.
Yürüdüğümüz yoldan lüks araçlarla geçen insanlar “hayranlıkla seyrettikleri manzaranın içinde terlemekten kurtulma” kazancının keyfini sürüyorlardı hiç kuşkusuz!
"Aman ya, yine suya sabuna dokunmayan bir yazı" diye sızlanmaya başladıysanız; o manzaranın içinde İsmail’imin büyük iştahla yediği böğürtlenlerin dikenlerinde parçalanan ellerimin bana haz veriyor olmasından yola çıkarak mazoşist kişiliğe sahip olup olmadığımı tartışmayı da tercih edebilirsiniz...
Malumumuz ki artık içinde hakaret bulunmayan, birilerini aşağılamayan. birilerinden hesap sormayan köşe yazıları pek itibar görmüyor. Hakareti yaşam biçimi haline getiren yazarların bile Oktay Ekşi'ye nasıl abandıklarını okumaktan haz duyanlara verecek neyim olabilir?
Oktay Ekşi'ye acıyan ondan beter olsun, o başka mesele! Fakat en az onun yazdıkları kadar ağır cümlelerle karşıt düşüncedekilere hakaret edenlerin bugün 'haysiyet timsali' pozlar vermesine gülmeyip de ne yapabilirim?
Muhtemelen Oktay Ekşi'nin o yazısını “iştahla” okuyanlar, tâ geçtiğimiz yıl bu ay bir haber ajansının dergisine konuşan ünlü yazarın "Aydın Doğan istese de Hürriyet'in çizgisini değiştiremez" sözlerini artık hatırlamıyorlardır bile...
***
Rumeli Kavağı'nın dağ eteklerinden, deniz sahillerine kadar adımladığım bölümlerinde içe içe yaşanan sefalet ve sefahatten söz ederek başınızı ağrıtmayacağım.
Ancak, bana 'daha çok düşünmem' gerektiğini hatırlatan iki kalenin, doğurduğu gelecek ıstırabını paylaşmadan edemeyeceğim.
Yamaçlardan inerken fotoğrafını çektiğim Garipçe Kalesi ile sahile indiğimde karşı kıyının tepelerinde boy gösteren Yaros Kalesinin akıbetiyle ilgili endişelerimi paylaşmakla yetineceğim. Bir kaç yıl sonra o noktalardan kafamı yukarı kaldırdığımda mavi gökyüzünü muhtemelen kesintisiz göremeyeceğim. Ve 'insanların ulaşım sorunun çözecek' üçüncü asma köprü, muhtemelen kıçlarıyla gülecek bana!
Geçtim Garipçe kalesinin garip kaderini, şu an restorasyon çalışmaları devam eden ve dünyadan her sene binlerce turist tarafından hayranlıkla gezilen, Yaroz Kalesi'nin varlığından haberdar mısınız?
"Geç bunları anam babam" demek işinize gelir değil mi?
***
Sahilde balık lokantalarının kahyaları her zaman olduğu gibi etrafımızı çevirip, oltada yem görmüş balıklar gibi atladı üzerinize... Mecburen birine teslim olduk...
***
Rumeli Feneri'nde balıkçıların, ağlarına takılmış dev marina balığı ile 1873 yılında çektirdiği fotoğrafın büyütülmüş imitasyonunun tam önüne oturdum. Fotoğrafının orijinalinin nerede olduğunu sordum. Bilen çıkmadı!
Ne kadar meraklı ülkeyiz değil mi?
İşletmeden biri "Bülent Ecevit'in Boğaz'a geldiği günlerde çekilmiş " diye şaka yollu espriyle geçiştirdi cevabı. Baktım, hakikaten fotoğraftaki bir yüz tıpa tıp ona benziyor. "1873 yılında Bülent Ecevit buraya geldiğine göre insanlar o diye yıllarca kime oy verdi?" diye sordum cevaben!
En azından hâlâ birbirimize espri yapacak ve esprilerimize sayfa duyacak kadar duyarlıyız...
***
Kavakta balık keyfi yaşarken, tevafukken başımı kaldırdığımda, Rumeli Kavağı'nın imamı, meşhur İlahiyatçı Ahmet Bekaroğlu'nu seneler sonra görmüş olmanın sevinciyle kendimi tutamayarak bağırdım. "Ahmet hocam, Ahmet Hocam!"
Kızım onun tipine bakarak olsa olsa üniversite öğretim üyesi olduğu için öyle seslendiğimi sandı bir an ama kendisinin cami imamı olduğunu öğrendiğinde gülerek, “gerçekten mi?” diye gözlerini şahit olduğu manzaraya inandırmaya çalıştı uzun süre…
Sağ olsun, Ahmet Hocam, her zamanki nezaketiyle, çiğliğimi hoş görüp, yolunu değiştirerek gelip hatırımızı sormayı ihmal etmedi.
Hatta, "uzun zamandır yazmıyorsun, hayırdır?" diyerek köşemi takip ettiğini de ifade etti. Hatta “haklısın on gün olmuştur son yazımı yayınlayalı” dediğimde, “ne on günü sen kendi köşeni benim kadar sıkı takip etmiyorsun” diyerek ne kadar sıkı takipçim olduğunu da ispatlayıverdi. Yazmayı planladığım bir kaç yazı olduğunu, ancak artık bitirmem gerektiğine inandığım şiir ile radyo programları için metin hazırlama çabaları arasında ihmal etsek zorunda kaldığımı açıkladım...
Aslında ben de ona kendisinin yazılarını özlediğimi söyleyecektim ama "belki bir yende yazıyordur, pot kırmış olurum" kaygısıyla, vefasızlığımı belli etmemek için susmayı tercih ettim.
Evet, "haber okumadan da yaşar insan, hatta mutlu da yaşar" ama önem verdiği insanların haberlerinden habersiz kalarak yaşamamak şartıyla...
Çünkü o habersizlikler dönüp dolaşıp, böyle beklenmedik anlarda sizi mahcup edebilir...
Şimdi şu satırları okuyan pek çok dost “işte vefasızlığını itiraf ediyorsun” diyecektir haklı olarak. Ama ben kimseye vefalıyım demedim ki!
***
|
Ara nağme: Yayıncım, Cumartesi günü Kitap Fuarında standını bana ve okurlarıma imza günü için tahsis ettiğini söyledi. "Ben orada olurum ama okuyucularım için söz veremem" diye cevap verdim. Eminim, "merak etme, diğer bütün yazarlardan daha çok okuru oraya çekerim" diyen bir yazarı olsa daha çok sevinirdi.... |
Biraz önce yemeğe giderken, facebook leşkerimiz İhsan Aydın'a göbeğimi göstererek, akşama doğru Galatasaray'a gideceğimi, ve İstiklal caddesini boydan boya "mal gibi" yürüyerek gezmek suretiyle yediklerimi eritebileceğimi söyledim.
"Aman abi! Sakat bu aralar oralarda gezinmek!" diye yapıştırdı espriyi!
Haktan gelen şerbet edebiyatıyla yarı şaka yarı ciddi o espriyi de havada bırakmadım...
“Bir vefasız öldü diyeler, üç günden sonra duyalar, soğuk su ile yuyalar” da demek geçti içimden ama büyük ihtimalle öyle medyatik vesile ile gelirse ecel, dost düşman anında ekranda duyar ve muhtemelen ortak sevinç yaşar…
Yaşar liksiz - Haber 7
yasar.iliksiz@haber7.com
-
Hasan Seyre 15 yıl önce Şikayet Etlaf aramızda... sokaktakiler arasında bir geyik gidiyor..tayyi sayesinde..gazetelerin emekli olmamakta direnen dinazorları gidiyor..yerine gençlere yol açılıyor..yeni kabiliyetler geliyor..yeni yüzler beliriyor..deniyor.bu sayede Doğanda yüksek ücretlilerden kurtuluyor..Beğen
-
noter tasdikli yorumcu 15 yıl önce Şikayet Etöyle bir yazmışsınız ki. çok beğendim diyecektim ki sonu sevimsiz geldi. Allah korusun. güzel şeyleri çağırın. Ailenizin çocuklarınızın size ihtiyacı var. ayrıca iyiler bilinir, arkanızdan herkes ağlar. Allaha emanet olun kazalar yanınıza uğramasın.Beğen