Yaşar İliksiz
Yaşar İliksiz
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Bir kova su istemeyi akleden yok mu?

GİRİŞ 12.08.2011 GÜNCELLEME 12.08.2011 YAZARLAR

"İnanmayanların inananlara sataşmasında muhakkak bir parça da kıskançlık vardır" demişti Cemil Meriç...

Üstattan ilham alarak "inananların inanmayanları aşağılayıp, ezmeye çalışmasında muhakkak kıskançlık vardır" diye düşünüyorum.

Her iki çıkarımın ardında uçurum olduğunu idrak etmek gerekiyor.

İnançsızlıklarından doğan acıma hissi ve kendilerinin "doğruyu gören" olduğuna inanmalarından kaynaklanan "aydınlanma makamları"ndan dolayı inanmayanlar; kıskançlık olmasa dahi zaten konum gereği sataşmaya mecbur kalmaktadırlar...  

İnananlar ise; inançlarından dolayı inanmayanları "helak olmuş" gördükleri için acıma hissi duydukları ve kendilerinin "kurtulmuş" olduğunu "bildikleri" için "şükür makamı"nda olduklarından dolayı sataşma eylemini "normal şartlar altında" sıfatlarından uzak tutmak zorundadırlar...

Öte yandan, "mümin olduğunu beyan edenler"in, karşılarında "inanmadığına inandıkları" (normal şartlarda inanmayan kelimesini kullanmam gerekiyor ama Türkiye şartlarında kimin ne kadar inandığı tartışma götürdüğü için bu tanımı kullanmaya mecburum) şahıslar gördüğünde onların hakkıyla yapılmış tebliğ sonucu "potansiyel Müslümanlar" olabileceği ihtimalini, kendisini inançsız zannedenler"in ise karşılarında esaslı aydınlatma yöntemleriyle "potansiyel ateistler" olabilme olasılığını düşünmeleri gerekir.

Bu durumda yapılacak iş, akıl ve mantık yoluyla ya karşı tarafın inancının yanlış olduğunu ispatlamaya çalışmak ya da kendi inancının doğruluğuna karşı tarafı ikna etmek olmalıdır.  

Fakat öyle olmuyor!

Herkes karşı tarafa kendi inancını dayatıyor ve bunu başarmak için elinden geleni ardına koymamayı "ibadet" sayıyor!

Böyle olunca da "kendilerini mümin olarak tanımlayanlar" ile "kendilerini aydınlanmış kabullenenler", ya birbirlerine dikleniyor, ya da hakaretleşiyor... Birbirlerine diş geçiremeyeceklerini fark edenler ise karşılıklı "laf sokuşturma" ile dalga geçmeyi kâr sayıyor...

Tarafların her biri diğerini kendisini "boğacak tehlike" ve "yalancı" hatta "iftiracı" olarak görüyor...

Böylece biri "şöyle oldu" dediğinde, diğeri hemen "hayır böyle oldu" deme refleksini doğuruyor..

Türkiye'de sistematik olarak her kesimin ezilip bir şekilde 'boğularak' mağdur edildiğini göremeyen ve sadece kendi inancında veya sınıfındakilerin ezilip mağdur edildiğine inanan kitleler;  kendilerine, inançlarına, sınıflarına, sıfatlarına "zarar vereceğini" düşündükleri "meydana gelen" veya "meydana geldiği iddia edilen" vakalarda ellerini vicdanlarına götürmek ve adalet mekanizmasını çalıştırmak yerine hemen "olayın olmadığı" ya da en azından "aslında öyle olmadığına" dair bulgular "yaratmaya" mecbur hissediyorlar...  Üstelik bunu görev sayıyorlar...

Vicdanı ve aklı devre dışı bırakan "bu refleksin", ashabı mescide işeyen bedeviyi dövmeye yeltendiğinde onları durdurup, "oraya bir kova su dökün, su pisliği götürür, orası da temizlenmiş olur" diyen Peygamberin ümmeti olduğunu iddia edenlerce sergilenmesi ne tuhaf!

Adalet mekanizmaları çıkmaza girmiş, meslek erbaplarının birbirini korumak pahasına hukuk dahil tüm değerleri ayaklar altına alınabilir görebildiği ülkemizde hiç değilse insanlar birbirini insan olarak görebilecek kadar masum kalamazlar mı?

"Önce insan" diyen ataların torunlarının tamamının "benim çıkarlarım söz konusu ise insan da kim?" diyecek kadar şuurunu kaybetmiş olması imkansız. O zaman ya korkuyorlar ya da bir şey onları boğarak öyle davranmaya mecbur ediyor.

Sevgili Cemal Demir, geçtiğimiz günlerde kaleme aldığı "Bir insan gerçekte nasıl boğulur?" başlıklı muhteşem yazısını "Televizyon ve sinemanın (ve de medyanın (bu ek bana ait)) yarattığı sahte gerçekliğe ne derece boğulduğumuzu fark edebildik mi ki suda nasıl boğulduğumuzu fark edebilelim..." cümlesiyle bitiriyordu.

Bizi, gerçekte, neyin, nasıl boğduğunu fark etmek zorundayız. Bir kova su dökülerek halledilecek pisliğe, kova kova pislik ekleyerek insani duygularımızı boğacak sele dönüşmesine izin verilmemeli. Vicdanlar pisliğin kokusunu aldığı anda devreye girmeli ve merhameti çağırmalı.

"Merhametin ukelası olmanın merhametsiz olmaktan beter" olduğunu unutmaksızın, Necip Fazıl'ın Reis Beyine kulak verin: "Can taşıyan, yüreği atan her yaratığa acıyın! Ağzından kemiğini çaldıran köpeğe, her parçası ayrı ayrı kıvranan solucana, tabanı yanan çakala...Hepsinin üstünde insana; buruş buruş beyni, alnı ve çenesiyle gözyaşı döken insana acıyın!"

İster müslim, ister gayrımüslim olsun, bu toprağın insanları bir arada yaşamak istiyorlarsa, ideolojik ve siyasi kan davalarını bitirmekten de öncelikli olarak birbirlerine karşı adil olmayı, vicdanlı davranmayı, insan olarak değer vermeyi öğrenmek zorundalar. 

"Biz 'yaratılanı Yaratandan dolayı sevmeyi' zaten biliyorduk, sen kendi işine bak" diyen kerameti kendinden menkul 'alim'lere "ey iman edenler iman ediniz" ayetinin hikmetini araştırmayı "iman ödevi" olarak veriyor, sizleri vicdanlarınızla başbaşa bırakıyorum...

Yaşar İliksiz - Haber 7
yasar.iliksiz@haber7.com

YORUMLAR 2
  • darbeleredurde 14 yıl önce Şikayet Et
    ''islamcılar''. hangi ölçüyü nerde kaçırıyorlar ??somut örneklerle ortaya koymalısın !haber 7 nin bir kaç yazarına şakşakçılık yapmayı meslek edinenler önce kendi durumlarını gözden geçirmeli diye düşünüyorum ..
    Cevapla
  • Hasan Seyre 14 yıl önce Şikayet Et
    Siyasi iktidara talip olmakla... Ülke rejimini değiştirmenin.farklı şeyler olduğunu.hepimiz ne zaman öğreneceğiz.Bir zamanlar bunu solcularda denemişti.İnönü ne demişti onlara.Komunizmi getirirsek biz getiririz oğlum..Senin proletarya aşkın değil.Aynısı bizim İslamcılar için geçerli.iktidardaki bir partiyi kendilerine yakın bulup kendilerine hizmet edecek zannıyla.ölçüyü kaçırıyorlar.Halbuki oda Türkiyenin Mevcut anayasasına göre hareket ediyor.aynen İnönünün bıyığı yeni terlemişlere söylediği gibi..bir şey varsa en yetkili olan bşbk.Erdoğan yüzlerine söyler zaten.
    Cevapla