Eski iftar ziyafetleri
Başıboşluk, başıbozukluk yoktu...
Tabii Ramazan da töresi ve kurallarıyla birlikte yaşanırdı.
Kuralların en önemlilerinden biri devlet büyüklerinin iftar vermesiydi. Ama bu iftarlar sadece devlet adamlarıyla sınırlı tutulmaz, garibanlara, talebe-i uluma (üniversite öğrencileri) ve saray hizmetlilerine de teşmil edilirdi.
Fatih Sultan Mehmed’e gelinceye kadar padişahlar da iftar verirlerdi. Ancak Fatih bu geleneği kaldırdı: Padişahların yemeklerini yalnız yemeleri kuralını getirdi:
“Cenab-ı şerifim ile kimesne taam yemek kanunum değildir, meğer Ehl-i iyalden ola, Ecdad-ı izamım vüzerasiyle yerlermiş. Ben refetmişimdir.” (Kanunna, Madde, 35).
Ancak devlet büyüklerinin devlet kesesinden iftar verme geleneği sürdü…
Zaman içinde iftarlar şaşaalı olmaya başladı. Hele de Sadrazamların diğer devlet erkânına iftar vermeleri günlerce sürüyordu. Ayrıca padişaha, valide sultana, harem ağasına, sarayın diğer üst düzey yöneticilerine, şeyhülislama ve ulemanın önde gelenlerine “iftariyelik” denen hediyeler göndermeleri de âdetti.
Bu yüzden Ramazan ayında hükümet giderleri önemli ölçüde artıyor, sadaretin (başbakanlık) mutfak masrafı fevkalâde yükseliyordu.
Bunu dikkate alan Sokollu Mehmed Paşa, (Kanuni Sultan Süleyman, İkinci Selim ve Üçüncü Murad dönemlerinde 1564 ile 1579 yılları arasında 15 yıl sadrazamlık yaptı) devlet içinde iftar geleneğini yasaklamak, en azından azaltmak istedi, ancak başarılı olamadı…
Yerleşik kuralları değiştirmek çok zordur.
Dönemin tarihini yazan ünlü tarihçimiz Selanikî Mustafa Efendi, “Yıldan yıla terk olunmaz eski bir âdettir, büyük ziyafet ve aşırı masraftır” diyerek iftar ziyafetlerini eleştirmiştir.
İftar ziyafetleri, ramazanın dördünden sonra başlardı…
Bunun sebebi herkesin ramazana alışmasını sağlamaktı. Bu yüzden ilk iftarlar ailelere ayrılırdı. Bu bir incelikti.
Sadrazam ve diğer üst düzey devlet adamları, ramazanın dördünden itibaren protokol sırasıyla önce âlimleri, sonra bürokratları ve generalleri iftara davet ederlerdi.
Sadrazamın davetine katılacak devlet adamlarının listeleri önceden çıkarılıp padişahın onayına sunulur, ancak ondan sonra dâvet vuku bulurdu. Sadrazam iftarına dâvet edilmemek gözden düşmek anlamına geliyordu ki, büyük etkisi vardı.
Ramazan’ın dördüncü gününde selâtin (Sultanlar demektir) camilerinin şeyhleri, beşinci gününde şeyhülislam, altıncı gününde Rumeli ve Anadolu kazaskerleriyle, Peygamberimiz’in soyundan gelenlerin kayıtlarını tutan “nakibüleşraf”, sadrazamın iftarına davet edilirdi.
Daha sonra sıra ordu mensuplarına ve bürokratlara gelirdi. İftarlara geliş gidişler de törensel kurallar çerçevesinde gerçekleşirdi.
Nihayet ramazanın 24’ünde saray hizmetlileri çağrılırdı. Mirahurlara, bostancıbaşına ve kapıcılar kâhyasına verilen iftar yemeği ile iftar ziyafetleri sona ererdi.
Ramazan’ın 25’i boş geçirilir, daha sonra ramazanın son günlerinde devlet adamlarının birbirlerine bayram tebriki ziyaretleri başlardı.
Osmanlı padişahları iftarlarını genelde sarayda açarlardı. Padişahların saray dışında iftar yapmaları çok rastlanan bir durum değildir. Bununla birlikte, 19. yüzyılda bazı padişahların veziriazamlara veya şeyhülislâma haber vermeden iftara gittikleri de olmuştur.
Tabii elleri ayaklarına dolaşmış, lakin bunu Padişah’a hissettirmemeye çalışmışlardır.
Sultan İkinci Abdülhamid, öğrencileri iftar için Yıldız Sarayı’na davet ederdi. “Diş kirası” olarak da onlara kadife kese içinde bir miktar para verirdi.
İftar vermek güzeldir, ama bunu gösteri ve gösterişe dönüştürmeden yapmak lâzım. Aksi taktirde ramazanın hikmetine ters düşer.
-
Zafer İYİGÖREN 9 yıl önce Şikayet EtAslında iftar garip gurabaya yapılır.Yani gücü yetmeyen veya sofrası zaif olanlara.Ama iş çığırından çıkıyor gösteriş ve riyaya gidiyor.Çağrılıyorsun gitmesen olmaz, gidersen sen davet etmessen olmaz.İkilemin içinde kalıyor insan.Rabbim iftarı ile sahuru ile rızasına yaraşır ramazanlar nasip etsin. İNŞAALLAH.. aminBeğen