Vergi vermek enayilik olmaktan çıkıyor!
Son iki asırda “verginin can yakmadığı, vatandaşa ağır yük olmadığı tek dönem Sultan İkinci Abdülhamid” devridir.
Osmanlı topraklarında doğan ve “Dünyanın en hür diyarı Osmanlı ülkesidir” sözleriyle o dönemdeki özgürlük ortamına dikkat çeken Rumen yazar Panait İstrati…
“Akdeniz” isimli romanındaki karakterlerden birinin ağzından o dönemi şöyle tasvir eder:
“Abdülhamid’in Osmanlısı’ndan daha serbest bir ülke bilmiyorum… Siyasetle uğraşmayıp işinde gücündeysen cennet gibi… Hayat ucuz, vergi yok denecek kadar az…”
Evet!
Cennetmekân Sultan İkinci Abdülhamid Han, 33 yıllık iktidarında kimseyi ezmeyen vergilerle hem dış borç ödedi hem de inanılmaz yatırımlar yaptı.
Fırıncıların, okkası 30 para olan ekmeğin fiyatını 40 paraya yükseltmek istediklerini öğrendiğinde onları huzura çağırtıp;
“Siz yine ekmeği 30 paraya satmaya devam edin. Sattığınız her ekmek için istediğiniz 10 parayı ben vereceğim” diyerek, ekmek fiyatına yapılacak zammın bütün zaruri ihtiyaçları etkilemesini önledi.
Onu alçak bir darbe ile “hâl” eden ittihatçıların kifayetsizliğinden dolayı ekonomik sıkıntılar ve yoklukla boğuşan halk, cenaze merasimi sırasında Sultan Abdülhamid Han’ın tabutunun arkasından;
“Kırk paraya ekmek yediren, yirmi paraya kömür yaktıran padişahım, bizi kime bırakıp da gidiyorsun?” diye inleyip, gözyaşı döktü.
*
İttihatçıların bozduğu maliye politikası, Cumhuriyet Türkiye’sinde de sürdü.
Osmanlı’nın uyguladığı ve köylüden alınan “Aşar Vergisi”ni kaldıran Mustafa Kemal, 19 Ocak 1925 tarihinde çıkardığı “Yol Mükellefiyeti Vergisi” ile 18 ile 60 yaş arasında bulunan ve bir engeli olmayan erkekleri yılda 6 günden az ve 12 günden çok olmamak kaydıyla yol yapımında çalıştırdı.
CHP tek parti diktasında ise vergi adeta “zulüm” aracı haline geldi.
CHP’nin ‘Milli Şefi’ İsmet İnönü, dâhil olmadığımız halde 2. Dünya Savaşı’nın Türkiye ekonomisine yönelik olumsuz etkisini azaltmak amacıyla 26 Ocak 1940’ta “Milli Koruma Kanunu”nu çıkararak, ekonomik ve sosyal yaşamla ilgili sıkıyönetim ilan etti.
Ekonomiyi savaş şartlarına göre düzenleyen İnönü, “yoksulluğun” ötesinde tam bir “sefalet dönemi” başlattı.
“Varlık Vergisi” adı altında yapılan düzenlemeyle, “Milletin Efendisidir” diye gazlanan ve “Arazisi 40 dönümden az” olan “çiftçi”lerin bütün “öküz”lerine devletçe el konuldu. “Tarım ürünleri”nin büyük bölümü “vergi” diye alındığı için özellikle Trakya köylerinde “açlıktan ölenler” oldu.
“Yorgan altında saklanan eşek”, “beşikte bebek gibi sallanan koyun” hikâyeleri bu dönemde türedi.
Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından stoklanmak için zorla toplanan “buğday”lar, “depo” olmadığı için tren yolu kenarlarında çürütüldü.
Devlete verecek bir şeyleri olmayan binlerce yoksul vatandaş ise tahakkuk eden vergilerini madenlerde çalışarak, bedenleriyle ödemek zorunda bırakıldı.
27 Şubat 1940 ile 1 Eylül 1947 yılları arasında, “mükellefiyet’ adı altında uygulanan bu dayatma ile 15-65 yaş arası fakirler zorla madenlere tıkıldı. Askere alınan gençlerin boşluğu ise kadınlarla dolduruldu. Sadece Ereğli Kömür Havzası’nda yaklaşık 60 bin kişi zorla madenlerde çalıştırıldı.
Güvenlik tedbirlerinin esamisinin okunmadığı, sağlık, barınma ve beslenme koşullarının sefaletle yarıştığı bu ilkel şartlarda, kazma-kürek tutamayacak halde iken madenlere sokulan bu garibanların 601 tanesinin ölümü, kayıtlara “iş kazası” olarak geçti.
Açlık ve hastalıktan kaç kişinin öldüğü ise hala muamma…
Bu durumu ‘Son Mükellefler’ adıyla kitaplaştıran Murat Kara’nın görüştüğü dönemin tanıkları, “Bir işçinin annesi, babası dahi ölse izin yoktu” sözleriyle, yaşanan zulmü özetledi.
İnönü’nün iş bilmezliği “vurguncu” ve “stokçu” zümresini türetti.
“Milli Koruma Kanunu”ndan önce 9 büyük ticaret firması varken, kanundan sonra bunların sayısı 41’e çıktı.
Ekmek vatandaşa karne ile satılırken, dönemin CHP’li Başbakanı Refik Saydam’ın evinde, çuvallar dolusu stoklanmış mal bulundu.
Gerçek servetlerinin üstünde vergi ödemeleri istenen “Azınlıklar” ise ülkeyi terk etti.
Dönemin İstanbul Defterdarı, daha sonra yaptığı açıklamada; “Bu kanunun vergi kanununa benzer bir tarafı yoktu!.. Sinir sistemimizden Hitler’in histerik ürperişleri geçiyordu” diyerek “vergi faşizmini” eleştirdi.
CHP mebusları, “Milli Koruma Kanunu'nu ve Varlık Vergisi'ni kabul eden bu Meclis, büyük mesuliyetlere angajedir” diyerek, yaptıkları zulmün sandıkta muhakkak bir hesabının olacağını dile getirdi.
Tabii…
Demokrat Parti iktidarında, 1960 darbesinden sonra, 12 Eylül'de, AP döneminde, ANAP hükümetinde de halkı memnun etmeyen bazı vergi kanunları çıkarıldı.
Bülent Ecevit ise 1999 yılında meydana gelen depremin yol açtığı ekonomik kayıpları gidermek amacıyla ‘’Deprem Vergisi’’ olarak anılan “Özel İşlem Vergisi” ile ek vergiler alarak halkın tepkisini çekti.
Öyle ki…
İnsanlar felaketle boğuşurken, ilacı “lüks tüketim” kategorisine alan Ecevit iktidarı, ağır hastalara bile vergi zulmü yaşattı.
Serum ve kan ürünlerine, tıpkı viski, cin, votka gibi alkollü içkilerle birlikte yüksek KDV uygulandı.
Yıllarca gariban vatandaş vergi yükü altında inim inim inlerken, “Devlete vergi verecek kadar enayi değilim!” diyen üst tabaka ise daima “baştacı” edildi.
*
Sermaye sahiplerine pozitif ayrımcılık sağlayan bu müesses nizam, nihayet sona eriyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, “Vergi kaybını önlemek ve mali disiplini sağlamak amacıyla hazırlattığı paket” sayesinde vergi ilk kez tabana değil tavana doğru yayılacak.
Vergi adaletini güçlendirmeye yönelik düzenleme ile “çok kazanandan çok az kazanandan az vergi alınması” amaçlanacak.
Ekonomideki kayıt dışılığı önlemek ve doğrudan vergilerin payı artırılarak vergide adaleti sağlamaya yönelik düzenleme ile çok uluslu şirketler ve Türkiye’de bulunan büyük şirketlerden vergi alınacak.
Yüksek cirolara rağmen sürekli zarar eden ve düşük gelir gösterenler de “gelir tablosu üzerinden asgari vergi” ödeyecek.
Belki de Türkiye tarihinin en en adil vergi reformu olan bu düzenleme, sermayenin sesi olan besleme medya tarafından sistematik şekilde; “Uçan kuştan bile vergi alınacak”, “bahşişlere vergi gelecek” şeklindeki söylemlerle baltalanmaya çalışıyor.
Üstelik yakında TBMM’ye sunulacak pakete yönelik karalama kampanyasını yürütenler ise her fırsatta Atatürkçü olmakla övünen isimlerden oluşuyor.
Bunlar her yere “Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır” yazmayı biliyor ama sıra vatandaşlık görevi olan vergiyi ödemeye gelince, gariban bir emekçi ya da kendi yağında kavrulan bir esnaf kadar vergi ödemek istemiyor.
-
Mustafa 4 ay önce Şikayet EtÇocukluktan bize öğretilen birşey var "verdiğiniz vergiler yol su eğitim sağlık hizmetleri olarak size geri döner." Meseleye bu yönden bakan biri vergi vermeyi enayilik olarak görmez aksine kutsal bir görev olarak görür.Beğen
-
İzmirli öğretmen 4 ay önce Şikayet Etİşte süleymancılar bu CHP'ye oy veriyor. Yuh olsun KurişeBeğen Toplam 2 beğeni
-
Kaan 4 ay önce Şikayet EtEllerinize sağlık yine çok ilginç bilgileri sayenizde öğrendimBeğen Toplam 4 beğeni
-
Okur 4 ay önce Şikayet EtOkumuş yabancı soylu ve gayrimüslim isen yazılanlar doğru. Vergi vermeyen kilise yapınca vergiden düşen askerlikten muaf cezadan muaf sonra neymiş osmanlı en hür en demokratik.... lafı güzaf. Bunlara inanan da vardır mutlaka. Aynı dönemde arap mısır anadolu taşrası kayıtları öyle demiyor.Beğen Toplam 3 beğeni
-
hasan 4 ay önce Şikayet Etbir de kamu kendine çeki düzen vermeli, gösteriş, israf bitirilmeli, belediyelerde ve daha bir sürü yerde particilik bitirilmeli, bankamatik memurluğu bitirilmeli ki insanlar verdiği verginin kendisine hizmet olarak döndüğünü görsün ve rahat bir vicdanla ödesin.Beğen Toplam 7 beğeni